Allah (c.c), Peygambere tabi olanları sever

Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

İşte, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, madem masnuat içinde en mükemmel ferttir ve mahlûkat içinde en mümtaz şahsiyettir.

Hem san'at-ı İlâhiyeyi bir velvele-i zikir ve tesbihle teşhir ediyor ve istihsan ediyor.

Hem esmâ-i İlâhiyedeki cemal ve kemal hazinelerini lisan-ı Kur'ân ile açmıştır.

Hem kâinatın âyât-ı tekviniyesinin, Sâniinin kemâline delâletlerini parlak ve kati bir surette lisan-ı Kur'ân'la beyan ediyor.

Hem küllî ubudiyetiyle rububiyet-i İlâhiyeye aynadarlık ediyor.

Hem mahiyetinin câmiiyetiyle bütün esmâ-i İlâhiyeye bir mazhar-ı etemm olmuştur.

Elbette bunun için denilebilir ki, Cemîl-i Zülcelâl, kendi cemâlini sevmesiyle, o cemâlin en mükemmel âyine-i zîşuuru olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmı sever.

Hem kendi esmâsını sevmesiyle, o esmânın en parlak aynası olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmı sever ve Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma benzeyenleri dahi derecelerine göre sever.

Hem san'atını sevdiği için, elbette Onun san'atını en yüksek bir sadâ ile bütün kâinatta neşreden ve semâvâtın kulağını çınlatan, ber ve bahri cezbeye getiren bir velvele-i zikir ve tesbihle ilân eden Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmı sever ve ona ittibâ edenleri de sever.

Hem masnuatını sevdiği için, o masnuatın en mükemmeli olan zîhayatı ve zîhayatın en mükemmeli olan zîşuuru ve zîşuurun en efdali olan insanları ve insanların bil'ittifak en mükemmeli olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmı elbette daha ziyade sever.

Hem kendi mahlûkatının mehâsin-i ahlâkiyelerini sevdiği için, mehâsin-i ahlâkiyede bil'ittifak en yüksek mertebede bulunan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmı sever ve derecâta göre ona benzeyenleri dahi sever.

Demek, Cenâb-ı Hakkın rahmeti gibi, muhabbeti dahi kâinatı ihata etmiş. İşte, o hadsiz mahbuplar içindeki mezkûr beş veçhinin herbir veçhinde en yüksek makam, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma mahsustur ki, "Habîbullah" lâkabı ona verilmiş. (Mektubat sh. 295)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:

ÂYÂT-I TEKVÎNİYE : Oluşla, yaratılışla ilgili âyetler; varlıklarda görülen deliller.
ÂYİNE-İ ZÎŞUUR : Şuurluca âyinedarlık, şuurlu bir âyine.
BAHR : Deniz.
BER : Kara, yer, toprak.
BİL'İTTİFAK :İttifakla, birlik halinde.
CEMÂL : Güzellik,
CEMÎL-İ ZÜLCELÂL : Büyüklük sâhibi ve çok güzel olan Cenab-ı Hak.
CEZBE : Çekme, çekim. (Tasavvufta) meczûbiyet, istiğrak; Allah'ı zikredip Allah sevgisiyle kendinden geçer bir hâle gelme.
DELÂLET : Delil olmak, yol göstermek, doğru yolu bulmakta insanlara yardım etmek.
EFDALİYET : En faziletli ve üstün olma.
ESMÂ-İ İLÂHÎ : Allah'ın isimleri.
HABÎBULLAH : Allah'ın en sevdiği Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.).
İSTİHSAN : Beğenme, güzel bulma.
KEMÂL : Olgunluk, mükemmellik, eksiksizlik, tamlık.
MÂHİYET-İ CÂMİA : Çok mânâları içinde toplayan mâhiyet, kabiliyet.
MAHLÛKÁT : Yaratılmışlar. Varlıklar.
MASNUAT : Sanatla yapılmış olan eserler, varlıklar.
MAZHAR-I ETEMM : Tam ve eksiksiz gösterme, liyâkat.
MEHÂSİN-İ AHLÂKİYE : Ahlâkî güzellikler; ahlâk ve huy güzelliği.
MÜMTAZ : Seçkin, üstün.
NEŞRETMEK : Yaymak.
RUBÛBİYET-İ İLÂHİYE : Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı.
SADÂ : Ses.
SAN'AT : Ustalık, hüner, mârifet.
SÂNİ : Herşeyi sanatla yaratan Allah.
TESBİH : Allah'ın zâtında, sıfatında ve fiillerinde bütün noksanlardan uzak olduğunu ifâde etmek.
TEŞHİR : Sergileme, gösterme.
VELVELE-İ ZİKİR : Zikir sesleri, gürlemeleri
 

Risale-i Nur Haberleri