Bu konudaki bir yazımda şöyle demiştim: "Bu irfana (Allah sevgilisi olmanın manasına) ve ona bina edilen özel râbıtaya dayanak kılmak için "hadisçilerin sıhhatini onaylamadıkları" rivayete ihtiyaç da yok sayılır. Çünkü meâlini verdiğim âyette Allah'ın, onu sevmekle iktifa etmediği, bütün insanlığın, Allah sevgisine mazhar olmasını ona ittibâ etmeye bağladığı açıkça ifade buyuruluyor. Buradaki ittibayı (ona tabi olmayı) hılkatin mebdeine götürdüğümüz zaman ta ezelde "asıl sevgilinin, severek yaratılanın" o olduğu, başkalarının ilâhî sevgi devletine asaleten değil, onun yolundan, onun tâbii olarak ulaşabileceği hakikati yine açıkça ortaya çıkıyor."
Bir aziz dost bu yazıma itiraz ediyor, "Allah Teâlâ'nın yalnızca bizim Peygamberimize tabi olmayı emretmediğini, Peygamberimize hitaben de Hz. İbrahim milletine tabi olmayı emrettiğini" söylüyor.
Yazımda bahis konusu ettiğim husus din olarak, dini hayata uygulama yol ve yöntemi (sünnet) olarak peygamberlere uymak değildir; benim konum "Allah sevgisine nail olmak için kime tabi olunacağı"dır. Hiçbir âyet "Allah'ın da sizi sevmesini istiyorsanız filan peygamberi izleyin ona tabi olun" demiyor; bunu yalnızca bizim peygamberimiz için söylüyor. Kendi zamanlarında yolları izlenen her peygamberin ümmeti şüphesiz Allah rızasına nail olurlar; ancak Allah'ın sevgilisi olmak için -Peygamberimizin (s.a.) dünyayı teşriflerinden ve insanları İslam'a davetinden sonra- tek aracı (yolu izlenecek, onun gibi olmaya özen gösterilecek örnek) Habîbullah Muhammed Mustafa'dır; bu mana âyette apaçıktır. Peygamberimiz dünyayı teşrif etmeden önce, ezelden beri Allah sevgilisi olmanın Peygamberimizle (onun hilkatin başlangıcı olan varlığı ile) alâkası (buna bağlı/tabi olması) ise ayetin açık ifadesi ile değil, işareti ve başka çeşitten delaletler ile sabittir. Bu ikincisine katılmayan olabilir, ama bu anlayışı dışlamak olmaz.
Allah tevbe edenleri, maddi ve manevi temizliğe riayet edenleri de sever, ama ilâhî murada uygun olarak bu sıfatlara sahip olabilmek için de Peygamberimizin rehberliğine, irşadına, ona tabi olmaya ihtiyaç vardır.
Allah'ın halîli olmakla habîbi olmak arasındaki farkı ve Peygambermizin hangisi olduğu konusunu bir sonraki yazıya bırakarak "İbrahim milletine tabi olma" konusunu, büyük alim, itikadda mezheb imamımız Mâtürîdî'nin tefsirinden yararlanarak biraz açmak istiyorum.
"İbrahim milletine tabi olma"yı öven veya emreden âyetlerde geçen "millet"ten maksat "din"dir diyenler olmuştur; bu takdirde mana "onun dinine uyun" demek olur. Milletten maksat "sünnet" tir; yani "dini, hayata uygulama yol ve yöntemidir" manası bizce daha uygundur; çünkü bütün peygamberlerin vahye dayanan dinleri birdir, birinin diğerinden farkı yoktur. Farklı olan "sünnet ve şeriatlar"dır; Hz. İbrahim'in sünnet ve şeriatı, Hz. Muhammed'in sünnet ve şeriatına en uygunu olduğu için özellikle zikredilmiştir (Matürîdî Tefsirinin Nisa suresi, 125. yetini tefsirine bak.)
İmam Mâtürîdî'nin, günümüzde tartışma konusu olan "İbrahîmî dinler" kavramına da açıklık getirebilecek ifadeleri var:
"Allah Teâlâ'nın Hz. İbrahim'e lutfettiği "halîl" olma vasfının sebebi şu da olabilir: Bütün (aslı vahye dayanan) dinlerin mensupları kendileri ile onun arasında bir bağ kuruyorlar (dinlerini ona bağlıyorlar) ve onun dinini uyguladıklarını iddia ediyorlar. Müslümanların salavat okurken 'Allah'ım, Muhammed'e, İbrahim'e olan salâtın gibi salât lutfeyle" demelerinde de bu mana vardır."
Hz. İbrahim'in dini ve ona uymanın manasını şu ayetler açık ve kesin olarak ortaya koyuyor:
"İbrâhim ne yahudi ne hıristiyan idi; bilâkis o hanîf bir müslümandı; müşriklerden de değildi. / Doğrusu insanların İbrâhim'e en yakın olanı, ona tâbi olanlar, şu Peygamber (Hz. Muhammed) ve iman edenlerdir. Allah da müminlerin dostudur" (Al-i İmran: 3/67-68).
Yeni Şafak