İmanın alameti Allah korkusu ve Allah sevgisidir. Peygamberimiz (sav) “İmanın kemali nerede olursanız olun Allah'ın sizinle beraber olduğunu bilmenizdir” buyurmuşlarıdır. Herkes Allah’ı sevdiğini iddia eder. Bu iddia bir temele ve amele dayanmıyorsa boş bir iddiadan öteye gitmez.
Herkes kendisine ihsan edeni sever. Allah yaratan ve bütün her şeyi bize veren yüce kudret olduğu için bütün esma ve sıfatı ile zaten bizzat sevilir. Peki, ama Allah bizi seviyor mu? Bilmemiz gereken budur. Allah'ın sevgisini kazanmak için ne yapmalıyız?
Her şeyden önce şunu bilmemiz gerekir ki, Allah müttaki olan kulunu sever. Müttaki, takva sahibi, yani kalbinde Allah korkusunu taşıyan ve bu sebeple günahlardan, yani Allah'ın yapılmasını yasakladığı şeylerden/amellerden kaçandır. Allah sevgisini kazanmanın yolu Allah’tan korkmaktır. Allah korkusu olmazsa Allah sevgisinden bahsedilemez. Kişi farzları yapmıyor ve haramlardan sakınmıyorsa ve peygamberin (sav) sünnetine uymuyorsa onun Allah sevgisi iddiadan öteye gitmez ve o kimse Allah'ın öfkesini çeker.
Yüce Allah ezelî kelâmı olan Kur’ân-ı Kerimde sevdiği vasıfları anlatmakta ve kullarının bu vasıfları kazanmalarını istemektedir. Allah'ın sevgisi şahsa değil vasfadır. Kim bu vasıflara sahip olursa Allah onu sever. Bunları Kur’ân-ı Kerimde “Allah sever” kelimeleri ile geçen ayetleri ele alarak maddeler halinde sıralayalım.
1. Allah iman edenleri sever. (Bakara, 2:257) Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namaz gelir. Çünkü iman Allah’ı bilmek, namaz ise Allah'a itaat ve hamd etmektir. Namaz kılmayanın Allah'a imanı zayıf ve Allah'a hamd ve şükrü azdır ve o insan nankörler sınıfına dâhil olur. Hamd imanın gereğidir, namaz ise hamdin gereğidir. Bunun için yüce Allah namazın her rekâtında “Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun” buyurarak insan, âlemler ve Yaratıcı Allah arasındaki münasebetin ve tevhidin ifadesini “hamd etmek” olarak ifade etmiştir. Namaz Allah'a imanın, hamdin ve şükrün alametidir.
2. Allah müttakileri sever. (Âl-i İmran, 3:76) Takva, günahlardan sakınmak demektir. Allah'a itaatin ve Allah’ı sevmenin en birinci alameti takva, yani günahlardan kaçınmaktır. Emredileni yapmak insanı cennete, yasaklananları yapmak ise cehenneme götürür. Cehennemden korkmak, Allah’tan korkmak demektir. Zira cehennem Allah'ın öfkesinin, kahrının ve gadabının tecellisidir. Kişi cehennem korkusu ile günahlardan kaçınmalıdır ki buna “Takva” denir. Allah kendisine ibadet edenden çok, kendisinden korkan ve günahlardan kaçanı sever. Zira ibadette mükâfat isteme ve menfaat vardır. Riya, rekabet ve kendini beğenme, gurur ve kibir gibi kötü sonuçları da beraberinde getirir. Bu durum şeytanı gurura, kibre ve iddiaya sevk etmiştir. Hz. Âdem’in (as) Allah korkusu ise onu kusurunu kabul etmeye ve tövbeye sevk etmiştir. Hz. Âdem (as) takvaya yönelirken, şeytan kibre ve gurura yönelmiş, bunun sebebini de Allah'a olan ibadeti olmuştur.
3. Allah tövbe edenleri sever. (Bakara, 2:222) Tövbe, kulun aczini, zaafını ve fakrını bilerek kendisinin eksik, noksan ve kusurlu olduğunu kabul etmesi ve günahlarını itiraf ederek Allah'a af için yalvarmasıdır. Kulluğun gereği budur. Bu nedenle yüce Allah aczini, zaafını ve ihtiyacını anlayarak sonsuz güç ve kudret sahibi ve hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Rahman ve Rahim Allah'a yalvaranları ve af dileyenleri sever ve “Gaffar” ismi ile affeder, “Settar” ismi ile kusurlarını örter ve hiç günah işlememiş gibi kabul eder.
4. Allah temizlenenleri ve temizliğe dikkat edenleri sever. (Bakara, 2:222; Tövbe, 9:108) Temizlik iki nevidir. Birincisi maddi temizlik, ikincisi ise manevi ve kalbi temizliktir. Maddi ve bedenî temizlik, manevi temizliğin dışa yansımasıdır. Allah temizdir, kuddüstür, her nevi noksan ve eksik sıfatlardan beridir. Bu nedenle yüce Allah her iki temizliğe dikkat eden ve itina gösteren kullarını sever. Maddi temizlik beden, ev ve çevre temizliği, manevi temizlik ise günahlardan uzak durmaktır. Her türlü kötü ve yanlış inanç ve düşünce manevi kir ve günah sayıldığı gibi, günahlar ve ahlaksız davranışlar ve sözler de manevi kirler ve pisliklerdir. Allah daima “iman ve Salih ameli” emrederek maddi ve manevi her türlü temizliği istemiştir. Buna uyanları da sevdiğini ifade etmektedir.
5. Allah iyilik yapanları sever. (Âl-i İmran, 3:148) İyilik ihsan ve hasene anlamına gelmektedir. İyilik insanların ihtiyaçlarını gidermek demektir. Allah bütün ihtiyaçlarımıza cevap verdiği için Allah'ın yaptığı her şey mahza iyiliktir. Bu nedenle “iyilik Allah’tan, kötülük nefistendir.” Zira iyiliği isteyen, yaratan ve yapan Allah’tır. Kötülük ise bizim cahilliğimizden, hakkımızda iyi olanı bilmediğimizden ve hakkımızda kötü olanı Allah’tan istediğimizden ve kötülüğe ihtiyarımızla sebep olduğumuzdan kaynaklanmaktadır. Yaratılışta kötülük yoktur; ancak bize bakan yönü ile kötülüğümüze biz sebep olmuşuzdur. Allah'a bakan yönde ise iyilik ve kötülük müsavidir. Zira Allah'a göre her şey kulların hayrınadır ve şerler dahi netice itibarıyla hayırdır. Ancak Allah kulların hayrını ve iyiliğini istemekte ve insanlığın hayrına ve iyiliğine çalışanları sevmektedir. Kullarına “Rabbim bana dünyada iyilik ve ahirette iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru” şeklinde yalvarmamızı istemektedir. İnsan için en büyük kötülüğün cehenneme düşmek olduğunu belirtmektedir. Cehennemden kurtuluşu da en büyük iyilik olduğunu haber vermekte, cehenneme insanı götürecek olan amelleri de yasaklamaktadır. İnsanı cennete yaklaştıran her amel iyilik, cehenneme yaklaştıran her amel kötülüktür.
6. Allah adaletli davrananları sever. (Hucurat, 49:9) Allah âdildir ve her yaptığı işte adalet hâkimdir, zulmü nefsine haram kılmıştır. Bu nedenle adil olanları sever ve zalimi sevmez ve ondan mutlaka intikamını alır. Adalet, hak sahibine hakkını vermek ve haksızı cezalandırmak demektir. Adalet her yerde cari olan bir hakkaniyet ölçüsüdür. Ekonomik adalete “iktisat” denir. Ölçülü ve dengeli olmak demektir. Bu beslenmeden tutun harcamaya kadar her yerde caridir. Bu nedenle zulüm gibi israf da yasaktır. Kıyamette halk mahşerde sıkıntı içinde olduğu zaman “adil idareci” arşın gölgesinde olacaktır.
7. Allah istişare edenleri ve tevekkül edenleri sever. (Âl-i İmran, 3:159) Tevekkül Allah'a dayanıp güvenmek ve sonucu, başarıyı ve zaferi Allahtan bilmek demektir. Başarı için bunun şartlarına ve sebeplerine sarılmak gerekir. Başarının temelinde yardımlaşma ve sebeplerine yapışma vardır. Bu nedenle yüce Allah yapılacak işlerde Allah'ın yardımını celb etmek insanların yardımını kazanmaya bağlıdır. İnsanların yardımı ise istişare ile sağlanır. Bu başarının en önemli sebebidir. Sonra sebeplerine sıkı şekilde yapışmak gerekir. Tevekkül esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet etmektir. (Sözler, 2005, s.501) Allah sebeplere sarılarak çalışan sonuçta başarıya ulaşsa da ulaşmasa da bunu Allah’tan bilen gayretli kullarını sever.
8. Allah sabredenleri sever. (Âl-i İmran, 3: 146) Sabır her türlü başarının ve hayrın anahtarıdır. Sabır ile her şey kemaline erer. Allah sabredenlerle beraberdir (Bakara, 2:153) ve sabreden kullarına yardım eder. Hırs mahrumiyete sebeptir, sabır ise her nevi müşkülatın anahtarıdır. Peygamberimiz (sav) “Sabreden zafere ulaşır” buyurmuşlardır. Sabır üç türlüdür. Birincisi, masıyetten kendisini çekmede sabırlı olmaktır. Günahlardan kaçınma konusunda ısrarcı olmak demektir ki bu insanı “Allah müttakilerle beraberdir” (Bakara, 2:194) ayeti gereği Allah'a yaklaştırır. İkincisi, musibete ve belalara karşı sabırdır. Bu ise tevekkül ve teslimdir. Allah'dan gelene razı olmaktır. Sabırsızlık ise Allah’tan şikâyet, rahmetini ittiham ve ef’âlini tenkit etmek anlamına gelir. Üçüncüsü ise ibadet ve tatta sabır ve devam anlamındadır. Bu ise insanı en büyük makam olan kâmil bir insan olmaya çıkarır. Allah'a yakınlığı artırır. (Mektubat, 2004, s. 472)