Kur’an’dan Risale-i Nur perspektifinde günümüze mesajlar (10)
Bütün hakikatler, bütün erdem ve güzelliklerAllah için olursa ancak bir anlam ifade ederler.Saflığıve arınmışlığı O’nun yolunun dışında aramak boşunadır. İnsanlığın tek ve fıtri amacı, tevhidin o sınırsız rahatlığına ve varlığın o tarifsiz zenginliğine erişmektir.
Böyle ulvi bir amaca yükselmenin yolu nedir? İnsan nasıl bir çizgi takip etsin ki hayat sürecinde herhangi bir yıkımla karşılaşmadan yoluna devam edebilsin? Başka bir deyişle her şeyin tek var edicisi ve mutluluğun tek kaynağı olan Allah’ın her zaman bizimle olmasını nasıl sağlayabiliriz?
Şunu hemen belirtelim ki insan hayatını şekillendiren iki husus, iki görev ya da iki yol göze çarpar. Bu ikinin birisi tamamen bizim irademizle gayretimizi ilgilendirir; diğeriyse bizimle ilgili olmasına rağmen tamamen Yaratıcının güç ve kontrolündedir. İnsan bu iki hususu birbirine karıştırdığında asıl kilitleneceği amacı kaybeder ve şaşırır; belki de boşuna kürek çeker ya da birlik bilincinden kopuk olarak yol alır.
Bediüzzaman bu ayetin anlam çerçevesinde bir temsilden yararlanarak insanın asıl görevinin ne olması gerektiğine açıklık getirir. “Namaz kılmak ve büyük günahları işlememek ne derece hakiki bir vazife-i insaniye ve ne kadar fıtri, münasip bir netice-i hilkat-i beşeriye olduğunu”[2] görebilmek için bir taburda acemi ile usta iki askeri örnek olarak verir. Usta asker asıl görevini bilir, görevi olan talim ve savaş tekniğini öğrenmeye kendini verir. Acemiyse görevini bilmez, geçim derdine düşer ve günlerini alışveriş yapmak için geçirir. Oysa yemek ve yatmak için gerekli olan her şeyi ayrım yapmadan devletin bir birimi olan tabur yerine getirmektedir. Böyle olunca ister istemez usta asker, bu acemiyi “Birader, asıl vazifen talim ve muharebedir” diye uyarılarla birlikte,“ ‘asidir’ damgasını yersin” yollu daha bir takım nasihatlerde de bulunur.
Halbuki bu askerlerin iki görevi gözüküyor; biri devletin görevidir ki askerini beslemektir, diğeriyse askerlerin asli görevidir ki o da talim ve harp tekniklerini öğrenmektir. Bediüzzaman iki askertemsilini hayatımıza uygular ve der ki; ustası, başta namaz olmak üzere ibadetinde olan mümindir ve acemisi, ibadeti olmayan serkeş ve aylak insandır. Talim elbette bu dünya hayatında insanın disiplinini, ayıklığını ve kâinatla uyumunu sağlayan ibadettir. Böyle olunca insanın önünde iki yol çıkıyor; biri hayatı vermek ve herkesin rızkını gayb hazinesinden yetiştirmektir ki bu Allah’ın görevidir ve diğeri hayat ve rızık verenin emri doğrultusunda hareket etmektir ki bu da kulun görevidir.
Bu iki görevi birbirinden ayıran insan, asıl amacının ne olduğunu kavrar ve büyük rahatlık içinde ona yoğunlaşır. Bu bilinçten yoksun olansa kendi görevinin dışındakilere burnunu sokmakla büyük bir kaosun içine girer ki bu yolla mutluluk denilen şeye kavuşmak hayaldir.
İnsan varlığının bilicine ermek için sorumlu olduğu şey, Tevhidin hayat haline getirilmesi olan ibadettir. Kur’an da “Öyleyse yakınlarına namazı emret ve sen de bunun üzerinde kararlı ol! Biz senden rızık istemiyoruz; sizi biz doyuruyoruz ve mutlu son sorumluluk bilincine bağlıdır”[3]diye ibadetin en kapsamlısı olan namazın telkine en çok layık olduğuna vurgu yaparak insanoğlunun asıl görevinin ne olduğu üzerinde durur. Gerek bu ayette ve gerekse “Hiç şüphesiz rızık veren O, metin ve kuvvet sahibi olan Allah’tır.”[4]ayetinde olduğu gibi rızkın tamamen Allah’ın elinde olduğunu apaçık gösterir.
Buna göre rızık kulun önceliği değil; onun önceliği ibadettir, Allah’a ulaşmanın yoludur. Yoksa rızkı öncelik olarak ele alan gerçek amacından uzaklaşmıştır. Başka bir deyişle rızık için ibadet asla terkedilmez. Bediüzzaman, helal rızkın şiddetli arzuya bağlı değil, acz ve fakra bağlı olduğuna vurgu yaparak, balıklar ile tilkileri, yavrularla canavarları, ağaçlarla hayvanları misal olarak verir. Acizliğine rağmen bir fındık kurdunun semizliği, bir bebeğin yediği gıda aslında çok şeyleri çağrıştırır.
O halde insanın asıl görevi hem mutlu olmanın, hem güce erişmenin, hem dayanışmanın, hem tüm varlıklarla kozmik uyumu sağlamanın ve hem de kemal yolunda kesintisiz ilerlemenin en önemli eylemi ibadettir. Bu aynı zamanda fıtratın yoludur. Bundan en küçük sapma fıtratla zıt düşmektir, bu da her varlıkla uyumsuzluktur, her varlığa düşman olmaktır.
Dünya hayatı, yalnızca rızık peşinde koşuşturulan bir aşama olsa, bunca kabiliyetleriyle insanın ancak bir serçe kuşu kadar değeri olabilirdi.[5] Oysa insandan beklenen bu değildir; o yeryüzünün halifesi unvanına sahip imar için vebütün varlık âlemine rehber olmak için vardır.
Allah’ın emir ve tavsiyelerine uyma, haram ve günahlardan kaçınma hususunda gösterilen titizlik anlamında bir kavram olan takvanın, ince bir duyarlılığı ve sorumluluğu taşıdığı da bir gerçektir. Duyarlılık ve sorumluluk, yalnızca kesin hükümlerle çizilmiş durumlarda değil, aynı zamanda şüpheli durumlarda da Allah’ın rızası konusunda kılı kırk yarmaktır. Sorumluluk duymak vurdumduymazlıkla asla bağdaşmaz.
“Allah güzel işler yapanlarladır” diye ayetin bu bölümünde “ihsan” üzerinde de çok durulur. İhsan, hayırlı bir işi bilerek ve en iyi şekilde yapma, Allah’a ihlasla ibadet etme, başkalarına hak ettiklerinden daha fazlasını verme gibi anlamlarıyla sosyal ve iyi insan olmanın profilini çizmektedir. Sözlükte de iki anlamda kullanıldığı görülmektedir. Biri bir şeyi güzel yapmak demek, bu anlamıyla estetiği gündeme getirir ve diğeri, birine iyilik etme anlamındadır.[7] Birinci manasıyla bize meşhur Cibril Hadisini hatırlatır. Peygamberimizin“ihsan”na yüklediği anlam ise önemlidir: “Allah’a sanki görüyormuş gibi ibadet etmektir. Sen görmüyorsan O seni görüyordur.”[8] Başkasına iyilik yaparken ya da kendimizle ilgili bir işi yaparken “ihsan” kavramı içinde yapılması gereken en iyi yapma duyarlılığıdır. Allah her şeyi en güzel ve en iyi bir şekilde yapar. Sanat da estetik güzellik de bu titizliğin sonucunda ortaya çıkan bir olaydır.
İhsan müminin en güzel vasfıdır. Mümin yaşadığı toplumda parmakla gösterilmesi gerekendir. O davranışlarıyla asla ne kendine ne de temsil ettiği misyonuna bir tenkit getirmez. Özellikle toplumsal oluşumlarda çıkarı en son plandadır. O her şeyi en iyi ve en güzel bir anlayış içinde yapar. Nitekim Peygamberimiz de müminin bu vasfına “ihsan” bağlamında şöyle değinir ve “Allah her şey üzerine ihsan yazdı. Böyle olunca kesme işini de güzel bir şekilde yapınız. Her biriniz bıçağını iyi bilesin ve kurbanını rahat ettirsin” buyurarak, en güzeli her yerde uygulamanın gereğine kurban kesme eyleminden hareket ederek öğretir. Aynı zamanda ihsan, “Kendin için sevdiğini kardeşin için de sevmen” şeklinde de başkasına iyilik etme bağlamında açıklanmaya çalışılmıştır.
Konu olan ayet, aslında bireyin inşasıdır. Birey toplumun temel taşıdır. Birey, Allah’a, insanlara ve çevreye karşı tutumlarıyla kendini gösterir. Tevhit ve sosyal boyutu birbirini tamamlar. Allah, insanlara karşı insanın olumlu tutumunu kendine karşı tutumla eşdeğer görür. Nitekim kimsenin kimseye baskı kurmadığı olarak tarif edilen özgürlüğün insana gösterildiğikadarıyla Allah’a karşı ibadet edilebileceğine ve O’na yaklaşılacağına vurgu yapılır.
[1] Kur’an,Nahl:128
[2] Nursî, B.S. Sözler, 5.Söz, erisale.com
[3] Kur’an, Tâhâ: 132
[4] Kur’an, Zâriyât: 58
[5] Nursî, B.S. Sözler, 5.Söz, erisale.com
[6] Kurul, Kur’an Yolu, 3. Cilt, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara.
[7]Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 5. Cilt, Eser Kitabevi, İstanbul.
[8] Sahih-i Buharî, Tecrid-i sarih Tercümesi (1979), 1.Cilt, Başbakanlık Basımevi, Ankara.