Allah onlara şöyle vahyetti: Biz o zâlimleri muhakkak helâk edeceğiz!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), İbrahim Suresi 9-15. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

9 . Sizden öncekilerin, Nûh, Âd ve Semûd kavminin ve onlardan sonrakilerin haberleri size gelmedi mi? Ki onları(n gerçek mâhiyetini) ancak Allah bilir. Peygamberleri onlara apaçık delillerle geldi de (onlar) ellerini (peygamberlerin) ağızlarına götürüp (onların teblîğine dahi karşı çıkarak): “Doğrusu biz, kendisiyle gönderildiğiniz şeyleri inkâr ettik ve gerçekten biz, bizi kendisine da‘vet etmekte olduğunuz şeyden kuşku veren kesin bir şübhe içindeyiz” dediler.

10 . Peygamberleri dediler ki: “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şübhe olur mu? (1) (O,) günahlarınızın bir kısmını (2) sizin için bağışlamak ve sizi(n ecelinizi) belirli bir vakte kadar ertelemek için sizi (îmâna) da‘vet ediyor (tâ o vakte kadar size mühlet veriyor).” (Onlar) dediler ki: “Siz de ancak bizim gibi bir insansınız. Bizi atalarımızın tapmakta olduklarından men‘ etmek istiyorsunuz; öyle ise bize apaçık bir mu‘cize getirin!”

11 . Peygamberleri onlara dediler ki: “(Evet) biz de ancak sizin gibi bir insanız; fakat Allah, kullarından dilediğine lütufta bulunur. Hâlbuki Allah’ın izni olmadıkça, size bir mu‘cize getirmemiz, bizim için mümkün değildir. O hâlde mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etsin!”

12 . “Hem bize yollarımızı dosdoğru göstermişken, neden Allah’a tevekkül etmeyelim? Bize yaptığınız eziyetlere de mutlakā sabredeceğiz. Tevekkül edenler ise, artık ancak Allah’a tevekkül etsin.”

13 . Fakat inkâr edenler, peygamberlerine dedi ki: “Ya sizi mutlakā memleketimizden çıkarırız, ya da kesinlikle dînimize dönersiniz!” Bunun üzerine Rableri onlara (o peygamberlere) şöyle vahyetti: “(Biz) o zâlimleri muhakkak helâk edeceğiz!” (3)

14 . “Ve onlardan sonra sizi mutlakā o yere yerleştireceğiz.” İşte bu (va‘dimiz), makāmımdan (huzûrumda dikilerek hesab vermekten) korkanlar ve tehdîdimden endişe edenler içindir.

15 . Hem (o peygamberler) fetih istediler (Allah da verdi). Her inadcı ve zorba ise hüsrâna uğradı.

1- “Şu âyet-i kerîme, istifhâm-ı inkârî (olumsuz soru) ile ‘Cenâb-ı Hakk hakkında şek (şübhe) olmaz ve olmamalı!’ demekle, vücûd ve vahdâniyet-i İlâhîye (Allah’ın varlık ve birliği), bedâhet derecesinde (apaçık) olduğunu gösteriyor.” (Lem‘alar, 23. Lem‘a 185)

“Mâdem şu kâinât ve mevcûdât var ve içinde ef‘âl (fiiller) ve îcad (vücud verme) var. Hem mâdem muntazam (intizamlı) bir fiil, fâilsiz (onu yapan olmadan) olmaz. Ma‘nîdar bir kitab, kâtibsiz olmaz. San‘atlı bir nakış, nakkaşsız olmaz. Elbette şu kâinâtı dolduran ef‘âl-i hakîmânenin (hikmetli işlerin) bir fâili (yapanı) ve yeryüzünün mevsim be mevsim tâzelenen hayretfezâ (hayreti arttıran) nukuşlarının (nakışlarının), ma‘nîdar mektûbâtının (ma‘nâlı mektublarının) bir kâtibi, bir nakkāşı vardır.” (Sözler, 31. Söz, 243)

2- Burada geçen “günahlarınızın bir kısmını” ifâdesi, kul haklarının değil, sâdece Allah’a karşı işlenen günahların affedileceğine işârettir. (Beyzâvî, c. 1, 514)

3- “Ders-i Kur’ân’ın muhâtablarından en kesretli (en kalabalık) tâife olan tabaka-i avâmın (halk tabakasının) basit fehimlerini (anlayışlarını) okşayan zâhirî ve basit mertebesi dahi en ulvî (yüksek) tabakayı da tam hissedâr eder. Güyâ kıssadan yalnız bir hisse ve bir hikâye-i târihiyeden bir ibret değil, belki bir küllî (umûmî) düstûrun efrâdı (ferdleri) olarak her asırda ve her tabakaya hitâb ederek tâze nâzil oluyor (iniyor) ve bilhassa çok tekrâr ile اَلظَّالِم۪ينَ اَلظَّالِم۪ينَ [Zâlimler, zâlimler!] deyip tehdidleri ve zulümlerinin cezâsı olan musîbet-i semâviye ve arziyeyi (gök ve yer musîbetlerini) şiddetle beyânı, bu asrın emsâlsiz (benzersiz) zulümlerine ve kavm-i Âd ve Semûd ve Fir‘avun’un başlarına gelen azablar ile baktırıyor ve mazlum ehl-i îmâna İbrâhîm ve Mûsâ Aleyhimesselâmlar gibi enbiyânın (peygamberlerin) necatları ile (kurtulmalarıyla) tesellî veriyor.” (Asâ-yı Mûsâ, 10. Mes’ele, 50)

İslam Haberleri