Kenan Demirtaş'ın yazısı:
Allah rızasına ulaşmanın olmazsa olmaz şartı
Kur’ân’ın dört ana maksadından ilki tevhiddir. Zira bütün ibadetlerin kabul edilmesi tevhid inancına bağlıdır. Kişinin dünya görüşü de, ahret görüşü de tevhid inancıyla şekillenirse ancak o zaman o kişi Allah katında makbul bir kul olur. Çünkü tevhid, Allah rızasına ulaşmanın olmazsa olmaz şartıdır.
“Tevhid” kelimesi çoğunlukla üç anlamda kullanılmıştır: Birisi, “Allah’ın varlığından ve birliğinden bahseden bir ilim dalı” olarak; diğeri ise “birleme”, “birleştirme” ve “bir araya getirme” manasında fiil olarak… Mesela, “düşüncelerin tevhidi”, “kalplerin tevhidi” dediğimiz zaman, düşünce ve kalpleri birleştirmeyi ve bir noktada toplamayı kastederiz. Dini bir terim olarak da, kısaca “Allah’ın şanına yakışmayacak şeyler dışında her şeyi bir olan Allah’a vermek” şeklinde ifade edilebilir.
İslâmiyet’ten önce insanların gözünde ağaçlar, taşlar, hayvanlar, bitkiler, insanlar, yani bütün varlıklar kendi başlarına sahipsiz birer varlıktı. Nereden geldikleri ve nereye gittikleri belli değildi. Başıboş ve darmadağınık haldeydiler. Orada-burada bir şekilde bulunan varlıklardan ibaretti. Fakat İslâmiyet geldi, bunları İlâhî açıklamalarla tevhid etti. Yani hepsini, bir olan Allah’a verdi. “Yaratıcıları, sahipleri, bakıcıları, idare edicileri, rızık vericileri vs... bir olan Allah’tır, Ondan başkası değildir” diyerek bütün sahte ilâhları ortadan kaldırdı ve bir olan Allah’ın varlığını ve birliğini ispat edip gönüllere yerleştirdi.
Tevhidi en güzel ifade eden söz “Lâ ilâhe illâllah” sözüdür. Zaten bu söze, “her şeyi bir olan Allah’a veren söz” anlamında “Kelime-i Tevhid” adı verilmiştir. Yani “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.” Diğer bir deyişle, “Yaratan, yaşatan, merhamet eden, rızık veren, koruyan ve sair Esmâ-i Hüsnâ’nın sahibi bir olan Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur,” demektir. Bunun içindir ki, “Lâ ilâhe illâllah” sözü, Esmâ-i Hüsnâ adedince tevhidleri ve tevhidin bütün mertebelerini kapsar. Böylece bu İlâhî sözle dağınık nazarlar ve gönüller bir ilâh inancında tevhid edilir, toplanır.
Şirk, tevhidin zıddıdır
Tevhidin zıttı şirktir. Yani Allah’a ortak koşmaktır. Bunun ise sayısız çeşitleri vardır ki, Kur’ân-ı Kerim’de hepsi şiddetli bir şekilde reddedilmiş. İnsanların kimisi eliyle yaptıkları putları, kimisi ineği, kimisi yıldızları, kimisi de başka şeyleri Allah’a ortak koşmuşlar. Hatta nefsin istek ve arzularını ilâh ittihaz edenleri, Allah’a oğul isnat edenleri Kur’ân’dan öğrendiğimiz gibi; Peygamber Efendimiz’in (a.s.m.) mübarek ifadesiyle “karıncanın ayak sesinden daha gizli” olan ve “gizli şirk” denilen riyaya, gösterişe müptela olanları da vardır.
Kur’ân’ın dört ana maksadından ilki tevhiddir. Zira bütün ibadetlerin kabul edilmesi tevhid inancına bağlıdır. Kişinin dünya görüşü de, ahret görüşü de tevhid inancıyla şekillenirse ancak o zaman o kişi Allah katında makbul bir kul olur. Çünkü tevhid Allah rızasına ulaşmanın olmazsa olmaz şartıdır. Şu hadîs-i şerif, tevhidin ne kadar önemli olduğunu açıklar:
“İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: ‘Resulüllah (a.s.m.) buyurdular ki:
‘Aziz ve celil olan Allah (kıyamet günü), ümmetimden bir adamı mahlûkatın arasından seçer ve onun için doksan dokuz tane büyük defter açar. Her defter, gözün alabildiği kadar uzundur. Allah Teâlâ adama sorar: ‘Bu defterde yazılı olanlardan bir şeyi inkâr ediyor musun? Muhafız kâtiplerim (olmadık şeyler yazarak sana) zulmetmişler mi?’ Kul:
‘Ey Rabbim, hayır! (Hepsi doğrudur!)’ der. Allah Teâlâ sorar:
‘(Söyleyecek herhangi) bir özrün var mı?’ Kul der:
‘Ey Rabbim, hayır!’ Aziz ve celil olan Allah:
‘Evet, senin bizim yanımızda (makbul, büyük) bir de hasenen (sevabın) var. Bugün sana zulüm yapmayacağız’ buyurur.
Hemen bir etiket çıkarılır. Üzerinde ‘Eşhedü ellâilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resulallah (Şehadet ederim ki Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın elçisidir)’ yazılıdır.
Sonra, Allah Teâlâ buyurur: ‘Ağırlığını (yani amellerinin ağırlığını) hazırla!’ Kul sorar:
‘Ey Rabbim! Bu defterlerin yanında bu etiket de ne?’ Allah Teâlâ buyurur:
‘Sana zulmedilmeyecek!’
Hemen defterler Terazi’nin bir kefesine konur, etiket de diğer kefesine. Tartılırlar. Sonunda defterler hafif kalır, etiket ağır basar. Esasen Allah'ın ismi yanında hiçbir şey ağır olamaz."[1]
Aşağıdaki ayet bu hadisin hakikatini şöyle özetliyor:
“Muhakkak ki Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez; bundan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan ise, pek büyük bir günah ile iftirâda bulunmuştur.”[2]
Saf bir tevhit inancına nasıl sahip olunur?
Kur’ân-ı Kerim ve sünnet-i seniye baştan sona tevhid inancını bize ders verir. Nasıl elde edilebileceğini bütün yöntemleriyle beraber gösterir. Şüpheleri yok edecek bütün burhanları açıklar. Kur’ân-ı Kerim’in gerçek bir tefsiri olan Risale-i Nur’da en mükemmel ve en detaylı bir şekilde bu dersleri, yöntemleri ve burhanları bulabilir; onlarla “Allah’ın varlık ve birliğinin delilleri kâinattaki bütün varlıklar sayısıncadır,” diye hükmedebiliriz. Mesela isterseniz burada birkaç tanesine değinelim.
Gàşiye Sûresi’nin17–20 ayetlerinde şöyle buyruluyor:
“Deveye bakmazlar mı, nasıl yaratılmış?
Göğe bakmazlar mı, nasıl yükseltilmiş?
Dağlara bakmazlar mı, nasıl dikilmiş?
Yeryüzüne bakmazlar mı, nasıl yayılmış?”
Bu ayetler, deve, gök, dağ ve yeryüzü gibi san’at eserlerine bakmamızı isterken, o eserlerin arka planındaki düzenli fiilleri görmemizi emrediyor. Çünkü bu düzenli fiiller, bizi onların failinin varlığına ve birliğine götürecektir. Ayrıca A’raf Sûresi’nin 185. ayetinde aynı yöntem bütün varlıklara uygulanmış:
“Onlar (tevhidi inkâr edenler), göklerin ve yerin melekûtuna (yani onların arka plânında hükmeden düzenli fiillere ve fiillerin failine) bakmazlar mı? Onlar Allah’ın yarattıklarından hiçbir şeye de mi bakmazlar?”
Tevhide ulaştıran bu Kur’ânî yöntemi Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “Sözler” adlı kitabın 31. Söz’ünün 18. Pencere’sinde gayet mükemmel şekilde izah etmiştir.
Gerçek tevhide ulaşmak
Gerçek tevhide ulaşmanın başka bir yöntemi olarak, kâinatta cereyan eden olayların maksatlarına ve hedeflerine bakmamız emrediliyor. Çünkü o olaylar ve fiiller belirli birtakım yararlara, sanatlara ve gayelere yönelik olarak cereyan ediyor ve rastgele, boşu boşuna olmuyor. Bu da onları inayetiyle düzenleyen ve sevk eden bir zâtın varlığını ve birliğini gösterir. Bu tevhidi gösteren yöntemi Abese Sûresi’nin 24-32 gibi ayetlerinden öğrenebiliriz: Mesela orada buyruluyor:
“İnsan, yediklerine bir baksın:
Biz suyu bol bol indirdik.
Toprağı yardıkça yardık.
Ondan daneler, üzümler, sebzeler, zeytinlikler, hurmalıklar, bol ağaçlı bahçeler, çeşit çeşit meyveler ve otlar bitirdik.
Size ve hayvanlarınıza rızık olsun diye.”
İşte gökten suyun indirilmesi, toprağın yarılması ve oradan tahıl, sebze, meyve, ağaç gibi yararlı ve sanatlı şeylerin çıkması doğrudan bizim ve hayvanlarımızın rızkına yöneliktir. Hâlbuki ne su ne toprak ne de onda biten sebze ve meyveler hâlimizi anlayabilir. Çünkü ne şuurları var ne de akılları... Demek onları düzenli bir şekilde asıl maksada sevk eden bir zat var ki, O zât bizim ihtiyacımızı bilir ve o ihtiyaca göre onları sevk eder. O da elbette “bir” olan Allah’tır. İşte böyle bilinçsiz şeylerin bilinçli şekilde belirli hedeflere doğru hareket etmeleri bizi tevhide ulaştırır ve Allah’ın varlığını ve birliğini gösterir.
Evet, tevhid hakkında aklı ikna edip kalbi tatmin edecek bunlar gibi birçok yöntemi Kur’ân-ı Kerim bize ders veriyor. Bütün bu yöntemleri de, eğer dikkatli okursak, Risale-i Nur ve bu konuda yazılmış diğer eserlerde bulabilir ve nasıl uygulanacağını da oradan öğrenebiliriz.
[1] Tirmizî, İman: 17, (2641); İbni Mâce, Zühd: 35; Müsned ibn Hanbel: 2/213.
[2] Nisâ Sûresi, 4:48.
Moral Dünyası