Gelecekteki şeylerin ilmen gayb oluşu Allah için değil, bizler içindir! Eğer geleceğin bilgisi Allah için de madum (gayb) olmuş olsaydı, Rabbimiz ne kıyametteki, ne de ahiretteki ayrıntılı gelecek haberlerini bizlere veremezdi.
Lokman Suresi 34. ayet, Allah için madum olan hiçbir şeyin bilgisinin olmadığını açıkça gösteriyor:
"Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır."
Bir de İlim ile Kudret birbirine karıştırılıyor ki, düzeltilmesi gereken bir iltibastır bu. İlmin herhangi bir zorunlu yaptırımı yoktur. İlim, olacak şeyi bilmektedir sadece. Yani gelecekte olacak bir şeyin bilinmesi için o şeyin harici vücuda sahip olması gerekmez.
HASAN BASRİ’NİN KADER RİSALESİ
Bu arada çeşitli çevrelerce Ehl-i Sünnet’e alternatif gibi gösterilen Hasan Basri (R.A)’ın kader görüşleri kesinlikle ehl-i sünnetle uyuşur.
Hasan Basri’nin Emevi emiri Abdülmelik bin Mervan’a yazdığı mektup, Kader Risalesi olarak da anılmaktadır. Bu mektupta eleştirilen kesinlikle Cebriye benzeri bir kader anlayışıdır.
Bu mektupta günah, küfür ve zulümlerini mazur göstermek için, “Bizler kaderin rüzgarında bir tüy gibi savruluruz. Allah zorlamasıyla bu günahı, küfrü, zulmü işledim.” diyenlerin Kur’an dışı itikadlarını ortaya koymak için o mektubu yazmıştır.
Yani yapılan tartışma, daha çok insanların cüz’i iradesinin dolayısıyla “sorumluluğu” olup olmadığı tartışmasıdır. O devirde kimileri cüz’i iradenin hiç bir etkisinin olmadığını iddia etmişler ki, işte Hasan Basri’nin eleştirdiği, yanlışlığını ortaya koyduğu kesim de bu kesimdir.
Hasan Basri (R.A) 1300 küsur yıl önce yazdığı Kader Risalesinde Kur’an ayetlerinden örneklerle şunları söylemiştir:
“Allah onların küfrü kendi hevalarına uymakla ihtiyar ettiklerini bilir. İman ve adalet hususunda onları tecrübe etmek gayesiyle, kendilerine verdiği kudretle bunu yapmağa muktedirdirler. Yine Allah, onların istemediklerini bırakacaklarını bilir.”
Bizim bu yazımızda zikredeceğimiz Ehl-i Sünnet vel Cemaatin anlayışı da selef-i sâlihinin bu yorumunu destekler mahiyettedir. Yani Allah kulların işleyecekleri amelleri ezeli ilmiyle bilmekte, o kullar seçtikleri fiilleri yapacakları zaman kudretiyle onları yaratmaktadır.
ALLAH GELECEĞİ KESİNLİKLE BİLİR
Gelecekte yaratılacak bütün o şeyler, ilmî vücutlarıyla Allah'ın ilminde bir plan, bir proje gibi ezelde vardırlar. Çünkü o şeyleri yaratacak olan başka herhangi bir vasıta, ilah ya da ortak değil bizzat Sonsuz Allah'ın kendisidir:
“Ey insanlar! Allah’ın, üzerinizdeki ni'metini hatırlayın! Allah’dan başka sizi gökten ve yerden rızıklandıracak bir yaratıcı mı var? O’ndan başka ilâh yoktur. Öyle ise (tevhidden şirke) nasıl çevriliyorsunuz?” (Fatır 3)
"Atları, katırları ve eşekleri de onlara binmeniz için ve (dünya hayâtınızda) bir ziynet olsun diye (yarattı). Ve daha sizin bilmiyor olduklarınızı da yaratır." (Nahl 8)
Sonradan yaratılacak her varlık yaratıldığında "şey" olur. Allah o "şeyleri" yaratmadan önce elbette bilir. O yaratılacakların ilmi yaratıcıya madum (gayb) değil malumdur (bilinendir) Allah her türlü gaybi bilir, ama ilmi sınırlı olan aciz kullar gaybi bilemez. Kullar için gelecekteki olacakların bilgisi mâdumdur.
Allah Bakara suresi 264. ayette şöyle buyurur:
"Ey îmân edenler! İnsanlara gösteriş için malını sarf etmekte olan, Allah’a ve âhiret gününe îmân etmiyor olan kimse gibi başa kakmak ve (gönül) incitmekle sadakalarınızı boşa çıkarmayın! İşte onun misâli, üzerinde biraz toprak bulunan bir kayanın hâli gibidir ki, ona şiddetli bir yağmur isâbet etmiş de, onu çıplak bir hâlde bırakmıştır. (Onlar) kazandıklarından bir şey elde edemezler. Allah ise, kâfirler topluluğunu (inkârlarındaki ısrarları sebebiyle)hidâyete erdirmez!"
Ayette Allah'ın kazandıklarından "bir şey" elde edemeyecek olanları bildiği açıkça ifade edilir. Rabbimiz "şey" elde edemeyecekleri bildiğine göre elbette "şey" elde edecekleri de ezeli ilmiyle bilir. Yani bizim için mechul olan bütün o "şeylerin" bilgisi onun ezeli ilmindedir.
"Ve gaybın anahtarları O'nun katındadır; onları ancak O bilir" (En'am 59)
Kur'an'a göre "gayb" kelimesi bizce madum olan gelecekle ilgili haberleri de kapsayan bir kelimedir. Demek ki, bizce ilmen madum olan gaybın bilgileri ancak Allah'ın katındadır. Gaybe iman ise mümin ve müslüman olmanın özelliklerindendir:
"Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar." (Bakara 3)
Kulların gelecekteki her türlü durumları da gaybe girmektedir. Allah bu gaybi bilgileri bildiğini ama imtihan sırrı için bildirmediğini şöyle buyurur:
"Allah, müminleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda murdarı temizden ayıracaktır. Bununla beraber Allah, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırdeder. O halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder, takva sahibi olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır. " (Al-i İmran 179)
Bakara suresi 259. ayette, Rabbimiz Uzeyr'in sorusuna cevap sadedinde onu 100 yıl ölü bırakmayı ve sonra da diriltmeyi dilemiş ve bu isteğini kudretiyle, yaratmalarıyla varlık sahnesine koymuştur. Şimdi Allah, o anda Uzeyr'in 100 yıl sonraki dirilişini sağlayacak bütün o süreçleri tesadüf ilahına mı bırakmıştır yoksa bizzat kendisi geleceği bilip, planlayıp, bütün o süreçleri bizzat kendisi mi yaratmıştır? Ayetin sonundaki Uzeyr'in ifadesi ise oldukça manidardır:
"(Artık) biliyorum ki şübhesiz Allah, herşeye hakkıyla gücü yetendir."
Burada bahsedilen "şey", Allah'ın o 100 yıl süre içindeki bütün imkanları bilip, gözetip olmasını istediği ve yaratıp "şey" haline getirdiği bütün "şeyleri" kapsar.
Bizzat Allah tarafından düşünülüp yaratılacak bütün şeylerin Allah için madum olduğu nasıl söylenebilir ki?
Bizce madum ve gayb olan kıyamet olayları Allah için oldukça malumdur:
"Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Kıyametin kopması ise, göz açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan ibarettir. Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir." (Nahl 77)
Allah'ın bildiği her şey içinde "gelecekte olacak gaybın bilgilerinin" de dahil olduğunu gösteren aşağıdaki ayeti de zikredelim:
"İnkarcılar: Kıyamet bize gelmeyecek, dediler. De ki: Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o, mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile O'ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz, apaçık kitaptadır (yazılıdır)." (Sebe 3)
Bu ayet kıyametten bahsettiği için açıktır ki gelecekle ilgilidir. Allah geleceği bildiğini ortaya koymak için "zerre" miktarı şeylerin bile olacağını bildiğini bizlere gösterir. Bütün bu şeyler yaratılmadan önce apaçık bir kitaptadır yani ilm-i ilâhidedir. Allah zerre miktarı her ne yaratılacaksa bilecek de, kullarının zerre miktarı da olsa amellerini bilmeyecek mi?
"Artık kim zerre kadar bir hayır yapıyorsa, onu görecek! Kim de zerre kadar bir şer işliyorsa, onu görecek!" (Zilzal 8)
Sebe suresindeki ayette şu zerre ağırlığındaki şey bilinecek, şu zerre ağırlığındaki şey bilinmeyecek diye bir ayrım olmadığına göre Allah kulların yapacağı "zerre ağırlığınca" her hayır ve şerri de elbette ezelde bilecektir. Çünkü "Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz, apaçık kitaptadır (yazılıdır)
Tohumu yaratanın meyveye gidecek bütün o süreçleri düşünmediğini iddia etmek, kainatı yoktan yaratanın hayat ve şuuru netice verecek bütün o safhaları bilinçle planlamadığını, bilmediğini tasavvur etmek imkansızdır.
Annelerin rahimlerine spermleri koyup yumurtalarla buluşturan Allah bu faaliyetin neticesinde ne olacağını hiç bilmez olur mu? Büyük patlama ile tüm kainatın tohumlarını yoktan yaratan Allah, bu şeylerin gelişme safhalarını, sonuçlarını hiç hesaplamamış olabilir mi? Böyle bir plan ve her an devam eden bir düzenleme kasdı olmasa her şey yokluğa gitmez miydi?
KEHF SURESİNDE ALLAH KORKMAMIŞ ve TAHMİN ETMEMİŞTİR
Kehf suresinde 65. ayetten 82. ayete kadar anlatılan Hz. Musa ve Hızır’ın kıssasında Hızır’ın gaybi bilmesi ve ona göre fiillerde bulunması, ayette geçtiği üzere Allah’ın verdiği ilm-i ledünle gerçekleşmiştir.
Allah bu ayetleriyle geleceği en ince ayrıntılarına kadar bildiğini açıkça göstermektedir. Bunun aksini iddia etmek, Allah’ın gelecekteki olayları tahminlerle tabiri caizse “zar atarak” ayarladığını iddia etmektir ki, bu düşüncesizce bir iftira olur.
Nitekim 80. ayetteki “korktuk” fiilini Allah’a hamletmek ise şirkin başka bir boyutu olacaktır. Çünkü Şems suresi 15. ayette Allah şöyle buyurmaktadır:
وَلَا يَخَافُ عُقْبَاهَا
“(Allah) bu işin sonundan korkacak değil ya!”
Çünkü Allah işini tahminlerle, zanlarla değil ezeli ilmiyle bilerek yapar. Her türlü imkanı ve seçeneği aynı anda gözetir. Üstelik Allah sonsuz Kudret sahibidir. Neyden, nasıl ve neden korkacaktır ki? Allah kendisinden “korkulmaya” layık olandır, (haşa) korkmaya değil!
O ayetlerde korktuğunu söyleyen Allah değil, Hızır (AS)’dır. Çünkü Allah ona her ne kadar gelecekle ilgili bir ilm verdiyse de, onun ilminde gelecek Allah’ın ilmindeki kadar net ve açık değildir. Hz. Hızır’ın “çoğul” formunda konuşması ise garipsenecek bir durum değildir. Muhtemeldir ki, Hızır (AS) gelecekteki olayları öğrenirken meleklerden yardım alıyordu.
Peygamberler bile Allah’la perdeli görüşürken, Hızır (AS)’ın bizzat Allah’ın zatından bu ilmi perdesiz aldığını kimse iddia edemez. İşte oradaki “biz” zamiriyle ilham ve haber verici kimi melekler kastediliyor olabilir. Kaldı ki Allah bile kendi icraatından bahsederken “Biz” derken, onunla devamlı manevi irtibat halinde olan bir kulun “biz” demesine şaşırmamak gerekir. Bugün dahi konuşmalarında “biz” zamirini kullanan o kadar insan vardır ki, onlar bu zamiri Allah’la birlikte gerçekleştirdikleri bir işi söylemek için kullanmazlar.
Kaldı ki sonraki ayet de “biz” zamiriyle kullanılmıştır ama Hızr (AS) “Allah’la birlikte istedik”, değil, “Allah’tan istedik” demiştir:
“Böylece Rablerinin kendilerine, (günahlardan) temiz olma cihetiyle ondan hayırlısını ve (onlara) merhametçe daha yakınını (o çocuğa) bedel olarak vermesini istedik!”
Görüldüğü gibi “biz” zamirinin sahipleri her kimse, onlar fiilleriyle bu değişimleri “Rab”den isteyenlerdir. Allah’ın verdiği bir ilim ve yardımla, Allah’ın onlardan istediklerini yapmışlardır. Tabii ki sonucu da yine Allah’tan beklemişlerdir. Bu yüzden acizlik ifade eden cümle ve kelimeleri varsa, bunlar o kul/kulların kendilerine aittir, Allah’a değil.
Aslında bu ayetlerde anlatılan çok açıktır. Kainatta cari pek çok olay vardır ki, biz onların hikmetlerini kavrayamasak da onlar çok hikmetlidirler. Bu kıssadan, ölümün, musibetin, iyiliğin anlamsız olmadığı ve her işte bir hikmet olduğu gerçeğini anlamak hiç de zor değildir.
İLİM VE KUDRET FARKLI SIFATLARDIR
İlim o vücud-u haricisi olmayan (henüz yaratılmamış) ilmi şeyleri bilir ama onları yaratmaz. Yaratan elbette Kudrettir ve Hallakiyettir. Bilinen bu şeyler yaratılmadıkları sürece O'nun sonsuz ilminde vardırlar. Yani harici manada birer şey olarak henüz yokturlar. Bu ilmi şeylerin var olabilmesi için irade de, o şeylerin olacağını bilmek de yeterli değildir. İlmiyle onları bilir Kudretiyle de zamanı keldiğinde, şartlar oluştuğunda yaratır.
O ilmi şeyin harici vücuda gelmesi ve harici şey olması için Kudretin "Kün" emriyle birlikte inşa, ibda, ihtira', halk gibi yaratma faaliyetleriyle devreye girmesi gerekir. Her an, her mikro salise (Külle yevm) devam eden bu yaratmalar, bir proje ve plana göre inşa edilen binalar gibi birer kalıptan çıkmışçasına varlık sahnesine çıkarlar.
Kar taneleri, insanların, hayvanların vücut ve simaları, nesnelerin ve bitkilerin şekilleri, doğadaki olayların düzenlice devam eden süreçleri hep kasdi bir planlamanın ardındaki Bilme fiilini gösterirler. İnsan ise cüz-i ihtiyarisiyle seçimlerinde özgürdür. Bu özgürlük yapılan imtihanda kulun sorumlu olabilmesi için gereklidir.
Ama Allah ezeli ilmiyle herşeyi bildiği gibi kulların neler yapacağını da bilir. Bu biliş bir zorunlu yaptırım değildir. Kulun kendi iradesiyle ne yapacağını bilmektir sadece. Fiili seçen ve ondan sorumlu olan yine kulun kendisidir. Mesela Allah Kur'ân-ı Kerim'de "İnsanların çoğu iman etmezler" (Yusuf 103) buyururken tahmini bir ifade kullanmamakta, gelecekteki bu akibeti gerçekten bildiği için söylemektedir. Ezeli ilmin taalluk edebilmesi için o fiilin kullarca seçilmesi ve yapılması gereklidir. Zaten o fiil gelecekte yapılıp seçilmeseydi, malum olmayacağı için bilinmezdi de.
Kur’ân-ı Kerim’in kimi ayetlerinde geçen "Allah'ın bilmesi için" beyanı Cebriyye ya da Fatalizm misali, insan iradesini yok sayan zorlayıcı Kadercilik anlayışlarını reddeder.
Bu ifadeyi şerh edecek olursak Allah "siz yaptığınız ya da seçtiğiniz için ezeli ilmimle bilirim, yoksa ben ilmimle zorladığım için siz yapmazsınız" buyurmakta, kullarını tembellikten, Fatalizm gibi anlayışlardan kurtarmaktadır.
Bu gibi beşeri anlayışlarda insanlar zaten Allah bildiği için yapacağımız her neyse yapmak zorundayız, o halde hiçbir şey yapmamıza gerek yok demişlerdir. Ama Kur'an'ın buyurduğu ilim ve kader anlayışı bu değildir. Kur'an'a göre ilim zorlayıcı değil, olacak olan her neyse onu bilici bir sıfattır.
Yani olacak şeyler ilme değil, ilim olacak olanlara tabidir. Bediüzzaman'ın da Kader Risalesinde söylediği işte budur. Bu nedenle kulların "zerre miktar" işledikleri ve işleyecekleri hayırlar da, şerler de "ezeli ilim" tarafından bilinir. Ezeli ilim onları zorla yapmaz, o fiiller ezeli ilmin bilmesi için istenerek yapılmışlardır zira.
Kullar seçimlerini "Allah'ın ezeli ilmiyle o seçimleri bilmesi" için yaparlar, ezeli ilim de kullar o fiilleri seçip yaptıkları için onları zamansız olarak bilir. O kulun yapacağı seçimi ilmiyle bilen zat, zamanı yaratan ve zamandan münezzeh, ezeli, ebedi, evvel, ahir yani geçmiş ve geleceği aynı anda kuşatan sonsuz bir zat olduğu için, onun sonsuz muhit ve ezeli ilminin sonsuz kuşatıcı aynasından hiçbir "şey" ve hiçbir "imkan" haric değildir.
Bu nedenle Allah'ın ezelde bilmesi demek "geçmişte" bilmesi demek değildir. Ezel bu manada "geçmiş" anlamına gelmez, sonsuzluk, zamansızlık, bütün mümkinat dairelerini aynı anda kuşatma anlamına gelir. Kur'an'ı inzal buyuran Allah'ın geçmiş, şimdi ve geleceği aynı anda bildiğine, geçmişin, şimdinin ve geleceğin bütün detaylarından şu anda olmuş gibi bahseden bütün Kur'an ayetleri şehadet eder.
İhlas suresi Allah'ın geçmiş olarak algılanabilecek bir "başlangıcının" olmadığını çok açık bir şekilde ortaya koyar. Bu yüzden Allah'ı büyük patlamaya kadar uzanan bize göre geçmişin başlangıç noktasına koymak yanlıştır. Çünkü bu kainat sistemini zaman şartlarından tutun da mekan imkanlarına Allah yaratmıştır ve Allah bu yarattığı sistemin içine dahil değildir. Allah'ın şu anda yaptıklarımızı, seçimlerimizi bilmesi bize göre şu anda olur ama gerçekte öyle ezeli, sonsuz ve zamandan münezzeh bir zatın bilmesi "ezelde" yani zamansız gerçekleşir.
Biz ezeli ilmi geçmişte bilmek olarak algılasak da gerçekte "ezelde bilmek" ezeli, sonsuz, zamandan ve mekandan münezzeh Allah'ın her şeyi zamandan münezzeh olarak bilmesidir.
Görüldüğü gibi Allah'ın ilmi konusunda hiçbir şüpheye mahal yoktur. Allah'ın ilmi de kendisi ve bütün diğer sıfatları gibi sonsuzdur, ezelidir, ebedidir, zamandan münezzehdir.
Allah hiçbir şekilde uyumaz ama arasıra uyur, Allah sonsuz kudret sahibidir ama bazı şeyleri yaratmaya gücü yetmez, Allah sonsuz hayat sahibidir ama bazen hastalanabilir demek imkansız olduğu gibi Allah sonsuz ilim sahibidir ama bazı şeyleri bilmez demek de imkansızdır.
Allah olmuş ve olacak olan her şeyi sonsuz, zamansız, ezeli ilmiyle bilir, kuşatır, ihata eder. Çünkü bütün o şeylerin yaratılma cihetindeki bütün planları, düşünceleri, iradeleri ortaksız aracısız kendisine aittir ve yine olacak o şeyleri ortaksız aracısız olarak zamanı geldiğinde bizzat kendisi yaratır. Kulların ihtiyarıyla seçecekleri fiillerin harici vücutları da elbette Allah tarafından yaratılır. Mutezile'nin dediği gibi kul kendi fiillerinin halıkı değildir.
Sebep olan yapmış gibidir hakikati sırrınca, kul o yapmayı seçtiği fiilleri yapabilmesi için Allah tarafından yaratılmış yürüme, konuşma, düşünme, günah işleme, sevap işleme vb. fiilleri seçtiği için kendisi gerçekten yapmış gibi sorumlu olur.
Bu meselenin hülâsası:
"Bizler seçimlerimizi Allah'ın bilmesi için seçer ve Allah'ın Kudretiyle de seçtiklerimizi yaparız. Allah da bizim seçtiklerimizi ve yaptıklarımızı ezeli, sonsuz, zamansız ilmiyle bilir. Biz ne yapacağımızı Allah bildiği için yapmak zorunda değiliz. Allah yaptıklarımız her neyse onları kendi zamansız, sonsuz, ezeli ilmiyle bilir, görür, kuşatır.” (OD)