Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Talak Suresi 11-12. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
11 . Ve îmân edip sâlih ameller işleyenleri zulümâttan (küfür karanlıklarından) nûra (îmâna) çıkarmak için, Allah’ın apaçık beyan eden âyetlerini size okuyan bir peygamber (göndermiştir). (*) Artık kim Allah’a îmân edip sâlih amel işlerse, (Allah) onu altlarından ırmaklar akan Cennetlere koyar; (onlar) orada ebedî olarak kalıcıdırlar. Gerçekten Allah, ona güzel bir rızık ihsân etmiştir.
12 . Allah, yedi (kat) göğü (ve) yerden de onların mislini yaratandır. (**) (Allah’a âid) emir, bunlar arasında inip durmaktadır ki, şübhesiz Allah’ın herşeye hakkıyla gücü yeten olduğunu, yine şübhesiz Allah’ın herşeyi ilmen gerçekten kuşattığını bilesiniz.
(*) “Bak! Öyle bir ziyâ-yı hakîkat (hakîkat nûru) neşreder ki: Eğer onun o nûrânî dâire-i hakîkat-i irşâdından (teblîğ ettiği nûrlu hakîkat dâiresinden) hâriç bir sûrette kâinâta baksan; elbette kâinâtın şeklini bir mâtemhâne-i umûmî (umûmî bir mâtem yeri) hükmünde ve mevcûdâtı (varlıkları) birbirine ecnebî (yabancı), belki düşman ve câmidâtı (ruhsuz varlıkları) dehşetli cenâzeler ve bütün zevi’l-hayâtı (hayat sâhiblerini) zevâl ve firâkın (ayrılığın) sillesiyle (tokadıyla) ağlayan yetimler hükmünde görürsün.
Şimdi bak: Onun neşrettiği nûr ile o mâtemhâne-i umûmî, şevk ve cezbe içinde bir zikirhâneye (Allah’ın anıldığı yere) inkılâb etti (döndü). O ecnebî, düşman mevcûdât, birer dost ve kardeş şekline girdi. O câmidât-ı meyyite-i sâmite (ölü gibi donuk ve sessiz varlıklar); birer mûnis (dost) me’mur, birer musahhar (itâatkâr) hizmetkâr vaziyetini aldı ve o ağlayıcı ve şekvâ edici (şikâyetçi) kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir (zikredici) veya vazîfe paydosundan şâkir (şükredici) sûretine girdi.” (Zülfikār, 19. Mektûb, 95-96)
(**) Küre-i arz her ne kadar semâvâta nisbeten çok küçüktür; fakat hadsiz masnuat-ı İlâhiyenin meşheri, mazharı, mahşeri, merkezi hükmünde olduğundan, kalb cesede mukabil geldiği gibi, küre-i arz dahi koca, hadsiz semâvâta karşı bir kalb ve mânevî bir merkez hükmünde olarak mukabil gelir. Onun için,
· zeminin küçük mikyasta eskiden beri yedi iklimi,
· hem Avrupa, Afrika, Okyanusya, iki Asya, iki Amerika namlarıyla mâruf yedi kıt'ası,
· hem denizle beraber Şark, Garp, Şimal, Cenup, bu yüzdeki ve Yeni Dünya yüzündeki malûm yedi kıt'ası,
· hem merkezinden tâ kışr-ı zâhirîye kadar hikmeten, fennen sabit olan muttasıl ve mütenevvi yedi tabakası,
· hem zîhayat için medar-ı hayat olmuş yetmiş basit ve cüz'î unsurları tazammun edip ve "yedi kat" tabir edilen meşhur yedi nevi küllî unsuru,
· hem "dört unsur" denilen su, hava, nar, toprak (türab) ile beraber, "mevâlid-i selâse" denilen maâdin, nebâtat ve hayvânâtın yedi tabakaları ve yedi kat âlemleri,
· hem cin ve ifrit ve sair muhtelif zîşuur ve zîhayat mahlûkların âlemleri ve meskenleri olduğu, çok kesretli ehl-i keşif ve ashâb-ı şuhudun şehadetiyle sabit yedi kat arzın âlemleri,
· hem küre-i arzımıza benzeyen yedi küre-i uhrâ dahi bulunmasına, zîhayata makarr ve mesken olmasına işareten yedi tabaka, yani, yedi küre-i arziye bulunmasına işareten küre-i arz dahi, yedi tabaka, âyât-ı Kur'âniyeden fehmedilmiştir.
İşte, yedi nevi ile yedi tarzda arzın yedi tabakası mevcut olduğu tahakkuk ediyor. (On İkinci Lem'a)