“Yoksa siz, aranızdan Allah yolunda cihad edenleri ve bu yolda her türlü sıkıntıya göğüs geren ve sabredenleri Allah böylece ayırd etmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız?”
(Âl-i İmrân, 3/142)
Bu dünya pazarında, imtihan ve tecrübe meydanında çile çekmeden, cânânın cemâline erişmek, O’nun rızasına kavuşmak ne mümkün ?
Tâ Hz. Âdem’den (as), son insana kadar Hak ile bâtılın cengi devam ediyor ve edecektir.
Allah’a giden yol, O’nun gönderdiği İlâhî çağrıya koşarken; çileli, tehlikeli, meşakkatli ve o kadar da zevkli, coşkulu, bereketli ve feyizli bir sırat-ı müstakimdir.
Çile; göz yaşı dökerek, Rahmana bel bükerek, dâvet ve tebliğ yolunda ter dökerek çekilir!
Çile; malını, nefsini, nefesini tüketerek çekilir!
Çile; yorganda değil, urganda boynunu feda ederek, Hak için Hakka yürüyerek çekilir
Çile; Bedir’de,Uhud’da, Hendek’te, Tebük’te,Taifte, Filistin’de,Keşmir’de, zindanlardaki tecritlerde çekilir.
Çile; başındaki sarığı zorbalıkla çıkarmak isteyenlere karşı Hakkı haykırarak çekilir.
Çile; Zehirlenmelere, sürgünlere, işkence ve baskılara göğüs gererek, başını zındıkaya eğmeyerek çekilir.
Çile; Frenk mukallitliğine direnip sehpayı göze alarak çekilir.
Bu uğurda çile mukaddestir ve sahibini cennete kavuşturur.
Bu yola baş koyanların derdi olmaz. Derdi ve endişesi milletin ve ümmetin selâmet ve saâdetidir. Başta peygamberler olmak üzere, Allah dostları, bu çile nöbetini yerine getirmişlerdir. Bin başları da olsa, Hakka ve hakikate feda etmeye hazırdırlar.
Çünkü sevgilinin toprağına canla beraber başta gider. Milletin imanını selâmette görmek için çırpınan mücahidler, cehennemin alevleri içinde yanmaya razı olmuşlardır.
Bu kutlu ve mutlu kervanın bahtiyar yolcularından niceleri çile köprüsünden geçerek şehidlik mertebesine eriştiler. Kur’ânın yer yüzünde cemâatsiz kalmaması, Sünnetin ihyası ve hayata hayat olması adına, rıza-yı İlâhî’yi kazanma adına…Kur’ân yolunda, iman yolunda, hizmet yolunda ayakları tozlanarak çile çektiler.
Hazret-i Ömer (r.a) gibi bir adâlet sultanı hançerlenerek şehid edildi.
Haya ve edep incisi Hazret-i Osman (r.a) âsîler tarafndan, dudağına sürecek bir damla suya hasret bırakılarak kılıçların merhâmetsiz darbelerine mâruz kalarak şehâdet şerbetini içti.
İlim şehrinin kapısı, evliyalar sultanı Hazret-i Ali (Kerremallahu Vechehu) de sabah namazına giderken başına zehirli kılıç vurularak şehitler ve çilekeşler kervanında yerini aldı.
Şehitler kervanında kimler yok ki…Bu caddeden kimler gelip geçmemiş ki…
Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin Efendilerimizin de bu defterde makamları çok yüce! Kerbelayı cehenneme çevirenler, onlara bir bardak suyu, alacakları bir nefes havayı bile çok gördüler.
Dedelerin en mümtazı seçkin Nebî’nin koklamaya doyamadığı cennet çiçeği, Hz. Ali (r.a) ve Hz. Fâtımatü’z-Zehrâ’nın inci tanesi, biricik meyvesi dalından koparıldı.
Dünya fâni, ahiret yurdu bâkîdir. Gayb perdesi açılsa, bu çilelerin arkasında ne büyük müjdeler, yerle gök arası cennetler va’dedilmiş olduğu görülür.
Âlemin biricik Sultanı Fahr-i kâinat, insanlığı sahil-i selâmete çıkarma yolunda ilerlerken hangi eza ve cefalara mâruz kalmadı ki…
•Şâir, kâhin, mecnun dediler,
•Mübarek başına toprak v.b saçtılar,
•Evinin kapısına canavar pençesi şeklinde kandan izler çektiler.
Ve daha neler neler…Ciltlere, kitaplara sığmayacak çileler, çileler, çileler…(1) Ve daha sonra O’nun (asm) dâvasını sırtlanan cefakâr Nebî’nin mübarek vârisleri, aynı ızdırabın ve çilenin kazanında mevcudiyetlerini eritme ve fena olma yolunda aydınlık bir ufka koyuldular…İmam-ı Âzamlar, Ahmed bin Hanbeller, Bediüzzamanlar, Mehmed Akifler, İskilipli Âtıf Hocalar, Süleyman Tunahanlar ve burada ismini zikredemediğimiz nice çilekeş insanlar, gizli kahramanlar…
Ya bizler? Gerçekten çileden nasibi olmayan bizler, hayat - memat dâvâsının (kendi payıma söylüyorum) neresinde yer alabilmişiz gerçekten ?
Kahraman Özbek Nur kardeşlerimiz, bu çilenin son örneğini başarı ile vermişlerdir.
Ahir zaman Müceddidi Bediüzzaman Üstadımızın bütün hayatı çile ve işkencenin derin izleriyle tarihe geçmiştir.
Diyor ki: “Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennetasa bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.” (2)
Şu engin şefkat, merhâmet ve fedkârlık dünyaya ibret olacak derinliktedir :
“Madem ki nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said fedâ olsun. Yirmi sekiz sene çektiğim ezâ ve cefalar ve mâruz kaldığım işkenceler ve katlandığım musibetler hep helâl olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helâl ettim.”(3)
Ve talebelerine bulunduğu tavsiye, af ve ıslah, silm ve musalaha cehdinin orijinal ve Nebevî birer örneğini teşkil etmektedir :
“Bize ezâ ve cefa edenlere karşı hiçbir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risale-i Nur'a sadakat ve sebatla çalışmalarını tavsiye ederim.” (4) a.g.e
Ne mutlu zahmette Rahmeti arayanlara, ne mutlu mukaddes çilenin bahtiyar yolcularına!
Dipnotlar :
1-Geniş bilgi için bkz.Bidâye, III/43; Heysemî, Mecma’, VIII/227; Muhammed Yusuf Kandehlevî, Hayatü’s-Sahâbe; v.d
2-Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat, Birinci Kısım : İlk Hayatı
3-Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası, Konuşan Yalnız Hakikattir
4-a.g.e