Bu gece “Miraç Kandili”dir. Yıllar önce, gene bir “Kandil gecesi” öncesinde, İstanbul'da şehir içi belediye otobüslerinin birinin arka taraflarında oturan iki gençten birinin diğerine onu imtihan etmek için değil; kendisinin bunu öğrenmesi için olduğu intibaını verir şekilde “Kandil ne demek?” sorusunu sormasını çok yadırgamıştım.
Bilgiye ulaşmanın internet vasıtasıyla çok kolaylaştığı asrımızda, onun bu soruyu cevabını öğrenmek için bir arkadaşına sorması yerine, diğer konularda da olduğu gibi cep telefonundaki internet programına niye sormayışının garabetini düşünmüştüm. Çok kaynaklarda mufassal bilgiler bulunan bu mevzuda kısa bir yazıda o sorunun mufassal cevabını vermeye çalışmak yerine onun cevabını, varsa evimizdeki veya kolaylıkla erişebileceğimiz yerlerdeki bu mevzu ile kitaplara veya internet erişimlerine havale edebiliriz.
Çok kısa olarak söylemek gerekirse, “Miraç” lügattaki kelime manâsıyla “Yükseğe çıkmak” manâsına gelen “uruç”tan alınmış isimdir; “merdiven” demektir ve Peygamberimiz’in (asm) üzerinde yaşamakta olduğumuz yeryüzünden yüksek makamlara yükselme vasıtası olarak anlaşılması gereken bir kelimedir. Ekseriya onunla birlikte kullanılan ve Kur’an’daki bir sûrenin de ismi olan “İsrâ” kelimesi ise, lügatta “Gece yürüyüşü ve yolculuğu” manâsındadır; Peygamberimiz’in (asm) bir gece Mekke'den Kudüs'e, yaptığı yolculuğa denilmektedir.
Kur’an-ı Kerîm’de Her yılın Recep ayının 27. gecesi “İsrâ ve Mîraç Mûcizesi”nin yıldönümü olarak hatırlanmakta ve Müslümanların o geceyi çeşitli ibadetlerle ve aralarında karşılıklı tebrikleşmeler ile ihyaya çalışmalarına vesile olmaktadır.
"İsra ve Miraç" mucizesinden Kur'an-ı Kerim'de İsra ve Necm surelerinde kısaca, Peygamberimiz’in (asm) hadislerinde ise çok mufassal olarak bahsedilmektedir.
* * *
Peygamberimiz’in "İsra ve Miraç mucizesi" adı verilen bu çok mühim dinî ehemmiyeti haiz yolculuğu esnasında günde beş vakit namaz farz kılındı, Allah'a şirk koşmayanların Allah tarafından affedileceği müjdesi verildi ve yatsı namazlarını müteakip okunan "Amenerrasulü" diye başlayan Bakara Suresi'nin son iki ayetinin Peygamberimiz’e vahy edildikten başka; Peygamberimiz’in (asm) mazhar olduğu “Allah’ı doğrudan, vesilesiz olarak görmesi” (Rüyet-i Cemalullah) da vukubuldu ki, o zamana kadar (Peygamberler de dahil) hiç kimse bu en büyük mazhariyet ve saadete mazhar olamamış ve dünyanın kıyametine kadar da hiç kimse mazhar olamayacaktı.
* * *
Allah insanları “kendisini tanımaları” için yarattığını bildirmektedir. Fakat mahlûk (yaratılmış olan), Hâlık’ını (yaratanını) bu dünyada zatı ile tanıyamaz; O’nu bu varlık âlemindeki icâdatıyla (yaratma eserleriyle), isimlerinin ve sıfatlarının bu varlık âlemindeki tecellîleriyle (akisleriyle) ancak tanıyabilir ve tanımalıdır. O’nun zatını doğrudan görmenin (Rü’yet-i Cemalullah’ın), Risale-i Nur’da “Dünyanın bin sene mes’udane hayatının bir saatine mukabil gelmediği Cennet hayatının da bin senesinin bir saatine mukabil gelmediği âhiret hayatında bazen vukubulacağı” bildirilmektedir.
Dünyada Allah’ı görmek ise, varlık âlemine “Rabbimizi bize tanıtan üç küllî muarriften birincisi” olarak “Kâinat Kitabı”nı doğru okuyarak, "eserden müessire doğru yol bulabilmek"le, eserlere ve hadisâta doğru yorumlarla “manâ-yı harfî” ile bakmakla, bu dünya imtihanı için konulmuş “sebebler perdesi”ne takılıp kalmayarak “müsebbeb-ül esbâb”ı görüp kabul etmekle, bu konuda Peygamberimiz’in (asm) ve onun ilmî vârislerinin “hakikat rehberliği”nden lâyıkı ile istifade edebilmekle olur ki, bunun bir misali de batılı bir ilim adamının “DNA'DA ALLAH'I GÖRDÜM" başlığı altındaki şu çok mühim beyanatında görülmektedir: