Allah’ın binbir ismi var, esmaül hüsnası var, altı da esma-i sitte var. Bir çok isimleri içinde barındıran altı isim. Bir de ismi azam var. İmanın şartı ve İslamın şartı onbir sayısına ulaşıyor. Bunlar ezberlenir ama içi çok da doldurulmadan kabul edilir. Kur’an’ı binbir ismi ortaya koyacak bir şekilde tarayıp ortaya bir binbir isim haritası çıkarmak ve içlerini doldurmak, eşyaya, olaylara, nesnelere ve tabiata yansımalarını anlayacak, anlatacak şekilde uygulamalı bir binbir esma dersi yok. Sonra daha özel Esmaül Hüsna’sını da içlerini doldurup birbirleriyle ilişkili anlatmak da Kur’an ve ehadis-i şerifeyi taramak bu güzel isimleri yansımalarıyla anlamak o da özel bir iş ve tetkike bağlı. Altı ismi, esma-yı sitteyi ayrıntılı olarak anlamak da başka bir zorluk, bunların en son halkası ismi azamı bulmak ve anlamak ve anlatmak. Hepsi birden büyük meseleler.
Bediüzzaman’ın eserleri bütünüyle Allah’ı anlamak ve anlatmak denebilir. Allah, ahiret, peygamberler, melekler, kitaplar, kader tamamı Allah’ı anlamak ve tanımak ve tanıtmak çatısı altında toplanır. Mesela Haşir öldükten sonra dirilme hakikatini anlatırken, bahis öldükten sonra dirilmedir ama bu hakikate varılırken Allah’ın isimlerinden hareket ederek bahsin öznesine varılır.
Bediüzzaman‘ın Allah üzerinde en köklü tetkiki altı ismi anlattığı Otuzuncu Lem’a isimli eseridir. Orada Ferd, Hay, Kayyum, Adl, Hakem ve Kuddüs isimleri tafsilatlı anlatılır. Bahis tamamen altı ismin büyük penceresinden Allah’ı anlamak ve varlığını hissetmektir.
Altı isim
Allah’ın altı büyük ismi, esma-i sitte risalesi çok ağır hapishane şartlarında yazılmış. Bediüzzaman bu bahisleri anlatırken şöyle bir cümle kullanır. Kuddüs ismi için “Kuddüs isminin bir cilvesi Şaban-ı Şerif’in ahirinde Eskişehir Hapishanesinde bana göründü. Hem mevcudiyet-i ilahiyeyi kemal-i zuhurla hem vahdet-i Rabbaniyeyi kemal-i vuzuhla gösterdi.” O tarifsiz zulüm şartları içinde yazı yazmak gayri kabil iken Bediüzzaman’a ismin tezahürü gösterilmiş, “bana göründü” diyor. Allah’ın mevcudiyetini tam bir görüntüyle görünmüş kemal-i zuhur. Sonra Allah’ın birliğini veya evreni bir elden temizlemesi tam bir açıklıkla göstermiş. Kemal-i vuzuh. Kemal-i zuhur.
Adl ismi için de şöyle buyurur. “İsmi Azam’ın altı nurundan bir nuru olan Adl isminin bir cilvesi, birinci nükte gibi Eskişehir Hapishanesinde uzaktan uzağa göründü. Onu yakınlaştırmak için...” Adl ismi uzaktan uzağa görünmüş.
İsmi Hakem için “ismi Hakem‘in bir cilvesi Ramazan-ı Şerifte görüldü” der. Sadece bir cilvesi görülmüş.
Ferd ismi de yine Eskişehir hapishanesinde görünmüş. Ferd isminin bir özelliğine dikkat çeker: “Kulhuvallahu ehad” ayetinin bir nüktesi ve Vahid ve Ehad isimlerini tazammun eden bir ismi azam veya İsm-i azam’ın altı nurundan bir nuru olan Ferd isminin bir cilvesi. Vahid ve Ehad isimlerini tazammun eden bir ismi Azam.” Vahid ve Ehad isimlerini içine alan bir isim, Ferd ismi. Gel de bunu anla, anlat. Ehad ve Samed isimleri, ferd isminin içinde Ehad ve Samed isimlerini görmüş. Allah’ı anlamada ve anlatmada bir zirve.
İsmi Hayy’a gelince, “şevval-i şerifte Eskişehir Hapishanesinde uzaktan uzağa aklıma göründü. Vaktinde kaydedilmedi, çabuk o kuşu avlayamadık. Tebaud ettikten sonra hiç olmazsa bazı remizlerle o hakikat-ı ekberin ve nur-ı azamın bazı şualarını muhtasaran göstereceğiz” der. Şu ifadede onun muhayyilesinde cereyan eden olayın ne kadar zerafetle ifade edildiği görülmekte. Bir mana kuşu vaktinde kaydedilememiş, uzaklaştıktan sonra –tebaud etdikten- bazı şualarını muhtasar özet halinde gösteriyor. Ne muhayyile, ne ifade, ne tasarım, Allah’ı isimlerinden tanıtmak.
Kayyum ismi bu bahislerin en kapsamlısı. “Hem muntazaman değil belki ayrı ayrı Lemalar tarzında kalbe hutur” etmiş. Bu ismin keşfi ve anlatımında daha farklı fikirler söyler.
Bu kadar sıkıntılı ve zulüm ortamında yazılan bu eserler Allah’ı anlamak konusunda önemli çünkü, “Saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanın kuvvetleşmesi ehemmiyeti pek azimdir.” Kimin anahtarı kuvvetli ve sağlam ise o kapıyı açabilir, çürük ve önemsenmemiş bir anahtar ya açamaz ya da içinde kalır. Daha ne desin ki.
Bugün bütün ferdi, sosyal hastalıkların kaynağı Allah’ı anlamamak üzerindeki eksikliklerdir. Bütün arızaların, bozuklukların nedeni Allah’ı anlamamaktır, bu konuda tabiat tetkikleri olmamaktır. Bu konuyu gözlemler yığını halinde anlatan Bediüzzaman’dır. Bu gün her Müslüman veya nihilist, ateist ancak Bediüzzaman’ın bu izahları ile hakkıyla bir Allah inancı elde edebilir. Bediüzzaman hep teorik olarak inanılan Allah konusunu kainat ve tabiat gözlemleri ile anlatmıştır, adeta Allah’ı bir laboratuvar tetkiki şeklinde anlatmıştır. Bu, Allah’ı anlamada büyük bir yeniliktir, ihmal edilmemesi gerekir, fakat olaya başka açılardan bakmak yüzünden en mübrem ve zorunlu mesele dedikodu ve daha başka nedenlere kurban edilmiştir.
İslamı topluma anlatmada Bediüzzaman bir terminoloji ortaya çıkarmış ve ona göre konuyu müşahhaslaştırmıştır. “Kulhuvallahu ehad, Allahüssamed, lemyelid, velemyuled, ve lemyekünlehu küfüven ehad“ suresinin içinde terminoloji vardır, onlar bilinmeden bu surenin hakikatına tam varılamaz. Ne demek ehad, ondan doğan ehadiyet, ne demek samed ve onun devamı samediyet, doğmamak doğurmamak. Bütün bunların terminolojik izahları yapılmalı sonra bunlar bir araya getirilince Allah inancının bu Allah’ın kendini tarif ettiği sure anlaşılabilir. Ne demek kayyum ve kayyumiyet, ne demek ferd ve ferdiyet, ne demek bütün bunların izahlarından sonra kafada bir bütünlüklü Allah inancı.
Bediüzzaman’ın Allah inancına getirdiği gözlemler ve şerhler çok büyük bir yeniliktir ve insanları tam inanan ve gören ve kabul eden hale getirir. Ancak Allah’ı anlamayı gayeyi aksa yapan insanlar bu hedefe varabilir, yoksa üzerine boca edilen, saman yığınları, asılsız dedikodular insanların Allah’ı anlamada çok büyük kaybına sebep olur. Bir ilaç varken onu temin de mümkünken onu kulaktan haberlerle ertelemek ahirette büyük kayıplara neden olur değil mi? Bir şehirde harika bir yemek yapan insana insanlar koşar, nihayeti yemektir. “Neden beni gerektiği şekilde tanımadın” hitabına muhatab olan insan o zaman ne yapacaktır? O ilacı “falan eczahanede olduğu halde neden almadın” denirse, bizim kulaktan dolma kıskançlıktan kaynaklanan bahanelerimiz bizi kurtarabilir mi?
Bediüzzaman, Allah konusunda en geniş tetkikatını altı ismi anlatırken yapmıştır. Bu altı ismin izahı ve gözlemlere dayalı anlatımı elli sahifeyi aşkındır. Bunların hepsi Eskişehir hapishanesinde yazılmış.
“Eskişehir medrese-i Yusufiyesinin gayet kuvvetli bir ders-i azamı da İsm-i Azamı taşıyan altı ismin altı nüktesini beyan eden Otuzuncu Lemadır.“
İnsanlık tarihinde büyük yazarlar büyük zulümlere maruz kalınca büyük eserler vermişlerdir, iyi kötü farketmez. “Zulüm dehaların ekmeğidir” diyen Napolyon doğru söylemiş. Dostoyevski, Sibirya’ya sürgün edilince “başlangıçta isyan ettim ama sonra anladım ki Allah beni romancı yapmak için buraya sürgün etmiş, eserlerimin, romanlarımın bütün tiplerini o sürgünde tanıdım” demiştir.
Bediüzzaman da bütün büyük eserlerini hapislerde, sürgünlerde yazmıştır. Barla’da işinin bitiğini zanneder, hatta dünyadan gitmeyi düşünür ama kader öyle söylemez. Oradan sonra Eskişehir, Afyon, Denizli, Kastamonu hapishaneleri başlar. O sabırla hapishanede eserlerini yazar. İnsanlık, din için en harika eserleri yazmıştır, ona eşdeğer eserler yoktur. Kur’an onun eserlerinde asrın idrakine cevap vermiştir. Anlamak büyük bir nimettir, herkese nasip değildir.
Eskişehir hapishanesi yılları anlatılır. Risale-i Nur’un gittikçe inkişaf ettiğini, iman ve İslamiyetin kuvvetlenmeye başladığını anlayan gizli din düşmanları “Bediüzzaman gizli cemiyet kuruyor, rejim aleyhinedir, rejimin temel nizamlarını yıkıyor“ gibi uydurma ve hükümeti aldatıcı tertip ve ittihamlarla 1935 senesinde Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde idam kastıyla ve muhakkak surette mahkum edilmesi direktifiyle hakkında dava açtırıyor. Bunun üzerine dahiliye vekili ve Jandarma umum kumandanı, teçhiz edilmiş bir kıta asker ile birlikte Isparta’ya geliyorlar. Isparta-Afyon yolu boyunca süvari askerleri yerleştiriliyor. Isparta vilayeti ve civarı askeri birliklerle birlikte kontrol altında bulunduruluyor. Bir sabah vakti masum ve mazlum Bediüzzaman, inzivagahından çıkarılarak talebeleriyle beraber, elleri kelepçeli olarak kamyonlarla Eskişehir’e sevkediliyor. Yolda Bediüzzaman ve talebelerine yakın bir alaka duyan müfreze kumandanı Ruhi Bey kelepçeleri çözdürüyor. Bu suretle namazlar kazaya bırakılmadan yola devam ediliyor. Hakikati ve Bediüzzaman’ın masumiyetini idrak eden müfreze kumandanı, Bediüzzaman ve talebelerinin bir dostu olmuştur.
“Yüz yirmi talebesiyle Eskişehir hapishanesine getirilen Said Nursi tam bir tecrid-i mutlak içerisine alınarak kendisine ve talebelerine dehşetli işkenceler tatbikine başlanıyor. Bediüzzaman Said Nursi kendisine yapılan bu işkence ve azaplara rağmen Otuzuncu Lema ve Birinci ve İkinci Şualar’ı telif ediyor. Hapisteki birçok kimse Üstad Bediüzzaman hapse girdikten sonra ıslah-ı nefs ederek mütedeyyin bir hale geliyorlar.
Gizli dinsizler, Isparta havalisinde "Bediüzzaman ve talebeleri îdam edilecek" diye propagandalar yaptırarak, korku ve dehşet saçıyorlar. HAŞİYE Diğer taraftan Bediüzzaman’ın hapse konulmasından mütevellid muhtemel bir isyan hareketinin vukùundan korkan istibdat ve ceberût devrinin hükûmet reisi, Şark vilayetlerine seyahate çıkıyor.
Halbuki Bediüzzaman, ömrü boyunca müsbet hareket etmeyi düstur edinmiş, "Birkaç adamın hatasıyla yüzer adamların zarar görmesine sebep olunamaz" demiştir. Bunun içindir ki, yapılan o kadar gaddarane zulümler esnasında birtek hadise meydana gelmemiş ve Bediüzzaman Said Nursî, talebelerine daima sabır ve tahammül ve yalnız îman ve İslamiyete çalışmayı tavsiye etmiştir. Ve bu gibi evhamların dinsizlik hesabına, maksad-ı mahsusla husûle getirildiğini herkes anlamıştır.
Bediüzzaman, yüz yirmi talebesiyle beraber 1934’te Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesine sevk ediliyor. Ani yapılan araştırmalarla elde edilen bütün risale ve mektuplar meydanda olduğu halde, mahkûmiyetlerini intac edecek bir delile rast gelinememiş ve neticede kanaat-i vicdaniye ile keyfì bir sûrette Said Nursî’ye on bir ay ve on beş arkadaşına da altışar ay ceza vererek, mütebakî kalan yüz beş kişiyi beraet ettirmiştir. Halbuki isnad edilen suç sabit olsaydı, Bediüzzaman Said Nursî’nin îdamına ve arkadaşlarının da hiç olmazsa ağır hapsine hükmedilecekti. Nitekim, bu yersiz karara Bediüzzaman îtiraz etmiş ve bu cezanın bir beygir hırsızına veya bir kız kaçırıcısına layık olduğunu belirterek, kendisinin ya beraetine veya îdamına veyahut yüz bir sene hapse mahkûmiyetine hükmedilmesini ısrarla istemiştir.
Burada, harika bir hadiseyi nakletmeden geçemeyeceğiz. Şöyle ki:
Bediüzzaman hapiste iken, birgün o zamanın Eskişehir müdde-i umûmisi Üstadı çarşıda görür. Hayret ve taaccüble ve vazifesine son vereceği ihtarıyla, hapishane müdürüne:
"Ne için Bediüzzaman’ı çarşıya çıkardınız? Şimdi çarşıda gördüm." Müdür de:
"Hayır, efendim. Bediüzzaman hapishanede, hatta tecriddedir; bakınız" diye cevap verir.
Bakarlar ki Üstad yerindedir. Bu harika vaka adliyede şayi olur. Hakimler “bu hale akıl erdiremiyoruz“ diye birbirlerine naklederler.
HAŞİYE: Evet, zulmün sonu, zalimin mahvına olarak öyle tecellî eder ve etmiştir ki; o planları yapanlar, şimdi ölümün îdam-ı ebedîsine mahkûm bir vaziyette Cehennemin esfel-i safilînine yuvarlanmakta, tam mağlûbiyet ve Cehennem azabından daha şedid azaplar içerisinde şevketi sönmüş olarak zelîlane bir ömür geçirmektedirler.
Bediüzzaman ise, îman ve İslamiyetin bahadır ve kahraman bir hadimi olarak, İslamî bir izzet ve îmanî bir şehametle hala yaşamakta, Kur’an ve îman hizmetini devam ettirmekte ve İslamî zaferleriyle Müslüman Türk milletine ve alem-i İslama manevî bayramlar idrak ettirmektedir.”
İşte otuzuncu lema böyle şartlarda yazılır Eskişehir hapishanesinde.
Devam edecek