Allah'ın ahlakıyla ahlâklanmaya çalışanlar

Cenab-ı Hak, kullarına pek çok nimetler vermiş ve karşılıksız olarak vermeye de devam etmektedir.

Hazırlayan: Ali Demirel

Nitekim Cenab-ı Hak, soluduğumuz havadan yediğimiz gıdalara kadar kullarına pek çok nimetler vermiş ve karşılıksız olarak vermeye de devam etmektedir. Allah ahlakıyla ahlâklanmak ise her zaman ve her yerde, ayağın daima sağlam zemine basması demektir.

İnsanın, devamlı verici olması ve ihtiyacı olsa bile mü’min kardeşini kendi nefsine tercih ederek ona vermesi, toplum içinde saygınlığının artmasına vesiledir. Allah’a yaklaşmanın bir vesilesi de sayılan böyle bir hareketle mü’min, kendisi farkında olmasa bile Rabbi katındaki yerinin ağırlığını adeta kullar arasında hissettirmektedir. İşte size yaşanmış bir misal:

Hz. Ömer (ra) dönemidir ve ganimetler, devlet hazinesine adeta Nil ve Fırat gibi akmaktadır. Hz. Ömer’in, Hz. Ebû Ubeyde, Hz. Muaz İbn Cebel ve Hz. Huzeyfe gibi sahabi efendilerimize yakınlık gösterdiği bilinmektedir. Bu yakınlığı anlayamayıp “Niçin Ebu Ubeyde’ye Ömer, kardeşim diyor? Niçin gidip altında incecik bir hasır bulunan bu insanlarla daha çok konuşuyor? Niçin çiçeği burnunda bir delikanlı Muaz İbn Cebel, Ensar ve Muhacirin önde gelenleri arasında yer alıyor? Huzeyfe niye mümtaz ve müstesnadır?” diyenlere karşı Hz. Ömer (ra), işin gerçek mahiyetini anlatacak bir ders hazırlamıştı.

Her birine içinde altın olan keselerle bir elçi gönderdi. Daha gelen elçiler ayrılmadan, gönderilen altınların oracıkta dağıtılıverdiğine şahit oldular. Adeta birbirleriyle anlaşmışlar gibi üçü de aynı hareketi yapıyor ve Hz. Ömer’in kendilerine olan teveccühlerinde ne kadar haklı olduğunu gösteriyorlardı.

BUNLAR, BİZE YETİYOR

Hâlbuki kendileri fakr u zaruret içinde yaşıyorlardı. Mesela Suriye önlerinde Hiraklius’a karşı savaşan Hz. Ebu Ubeyde, ancak iki günlük ihtiyaçlarını giderecek bir mala sahip olabiliyordu. Şam önlerine gelen Hz. Ömer, komutanlarına, “Kardeşim Ebu Ubeyde nerede?” diye sorar. “Şimdi gelir” derler. Biraz sonra, iplerle bağlı bir devenin üzerinde Ebu Ubeyde gelir, selam verir ve etrafıyla ilgilenmeden doğruca evine gider.

Üzerinde sadece kılıç, kalkan ve bir de azığı vardır. O’nun bu halini gören Hz. Ömer, gördükleri karşısında gözyaşlarını tutamaz, peşinden gider ve, “Ne olurdu biraz da kendine baksaydın, belli bir mala sahip olsaydın” der. Aldığı cevap, Hz. Ömer’i gördüklerinden daha çok hayrette bırakacaktır; “Ey mü’minlerin emiri! Durum gayet açık. İşte bunlar, bize yetiyor da artıyor!”

VEREN EL OLMAYA ÇALIŞ!

O’nun bu istiğna dolu hayatı karşısında koca Ömer, şu tarihi hükmünü verecek ve insanlık tarihinin kulaklarına küpe diye asacaktır: “Hepimizi değiştiren şu dünya, seni asla değiştiremedi.” (İbn Esîr, Üsdü'l-Gâbe, 5/206)

Nasıl değiştirsin ki onlar, birbirlerine benzeyen öyle kardeşlerdir ve onlar için almak, en nefret ettikleri şeydir. İşte bunlar, İslam’ın ortaya koyduğu dengenin semereleriydi ve mü’min, vermek için coşarken almadan olabildiğince kaçıyordu.

Evet yardım yapanla yapılan arasında sevgi ve ülfet doğar. Yardım yapılarak topluma kazandırılan kişiler kin, haset, düşmanlık gibi kötü duygulardan kurtulur; zenginlerin mallarında gözü olmaz. Çünkü onların, fakirin hakkını verdiklerini, dinin emirlerine uyarak en geniş ölçüde yardım ellerini çevrelerindeki insanlara uzattıklarını bilirler.

Bugün

İslam Haberleri