Bismillahirrahmanirrahim
Evet, her kim fikren tarihe binip mâzi cihetine gitse, şu zaman-ı hazırda gördüğümüz menzil-i dünya, meydan-ı ibtilâ, meşher-i eşya gibi, seneler adedince vefât etmiş menziller, meydanlar, meşherler, âlemler görecek.
Sûretçe, keyfiyetçe birbirinden ayrı oldukları halde, intizamca, acâibçe, Sâniin kudret ve hikmetini göstermekçe birbirine benzer.
Hem görecek ki,o sebatsız menzillerde, o devamsız meydanlarda, o bekâsız meşherlerde o kadar bâhir bir hikmetin intizamâtını, o derece zâhir bir inâyetin işârâtını, o mertebe kâhir bir adâletin emârâtını, o derece vâsi bir merhametin semerâtını görecek.
Basîretsiz olmamak şartıyla, yakînen bilecek ki;
O hikmetten daha ekmel bir hikmet olamaz ve
O âsârı görünen inâyetten daha ecmel bir inâyet kâbil değil ve
O emârâtı görünen adâletten daha ecell bir adâlet yoktur ve
O semerâtı görünen merhametten daha eşmel bir merhamet tasavvur edilmez.
Eğer, farz-ı muhâl olarak şu işleri çeviren, şu misafirleri ve misafirhâneleri değiştiren Sultan-ı Sermedînin daire-i memleketinde dâimî menziller, âlî mekânlar, sabit makamlar, bâkî meskenler, mukîm ahali, mes'ud ibâdı bulunmazsa, ziyâ, hava, su toprak gibi kuvvetli ve şümûllü dört anâsır-ı mâneviye olan hikmet, adâlet, inâyet, merhametin hakikatlerini nefyetmek ve o anâsır-ı zâhiriye gibi görünen vücudlarını inkâr etmek lâzım gelir.
Çünkü, şu bekâsız dünya ve mâfihâ, onların tam hakikatlerine mazhar olamadığı mâlûmdur. Eğer, başka yerde dahi onlara tam mazhar olacak mekân bulunmazsa, o vakit, gündüzü dolduran ziyâyı gördüğü halde, güneşin vücudunu inkâr etmek derecesinde bir divânelikle, şu her şeyde bulunan gözümüz önündeki hikmeti inkâr etmek, şu nefsimizde ve ekser eşyada her vakit müşâhede ettiğimiz inâyeti inkâr etmek ve şu pek kuvvetli emârâtı görünen adâleti inkâr etmek ve şu her yerde gördüğümüz merhameti inkâr etmek lâzım geldiği gibi, şu kâinatta gördüğümüz icraat-ı hakîmâne ve ef'âl-i kerîmâne ve ihsanât-ı rahîmânenin sahibini-hâşâ, sümme hâşâ-sefih bir oyuncu, gaddar bir zâlim olduğunu kabul etmek lâzım gelir ki; nihayetsiz muhâl bir inkılâb-ı hakâiktir. Hattâ her şeyin vücudunu ve kendi nefsinin vücudunu inkâr eden ahmak Sofestâîler dahi bunun tasavvuruna kolay kolay yanaşamazlar. (Sözler 10. Söz)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
MÂZİ : Geçmiş zaman; geçen, geçmiş olan.
ZAMAN-I HÂZIR : Şimdiki zaman.
MENZİL-İ DÜNYA : Dünya denen yer.
MEYDAN-I İPTİLÂ : İmtihan meydanı.
MEŞHER-İ EŞYA : Eşyaların sergilendiği alan.
MENZİL : Ev, oda, yer, mekân, durak.
MEŞHER : Sergi, fuar.
ÂLEM : Dünya, kâinat,evren.
KEYFİYET : Durum, esas, içyüz, bir şeyin nasıl olduğu ciheti, kalite.
İNTİZAM : Tertib, düzen, nizam üzere olmak.
ACAİB : (Acib. C.) Şaşırtacak ve hayret verici şeyler.
SÂNİ : Herşeyi sanatla yaratan Allah.
SEBAT : Dayanmak, kararlı olmak.
BEKA : Varlığı devam ettirme; devamlılık, sonsuzluk.
BÂHİR : Aşikâr. Açık. Belirli. Apaçık.
İNTİZÂMÂT : İntizamlar, tertipler, düzenler.
İNÂYET : Yardım, lütuf.
ZÂHİR : Görünen, açık, dış yüz.
KAHİR : (A, uzun okunur) Üstün gelen. Yenen. Galip gelen. * Zorlayan. Mecbur eden.
EMÂRÂT : İşaretler, belirtiler.
VÂSİ : Geniş, bol, enli.
MERHAMET : Acımak, şefkat göstermek; korumak, iyilik etmek; esirgemek.
SEMERÂT : Meyveler, faydalar, kârlar, menfaatler.
BASÎRET : Gerçeği hissedip kalble anlama.
EKMEL : Kusursuz, en mükemmel, olgun, tam
ECMEL : Çok güzel, en yakışıklı, en güzel.
ECELL : (Celil. den.) Çok güzel. çok büyük. En üstün. Çok celil.
EŞMEL : Daha şâmil. Çok şeyleri içine alan. Daha çok kaplamış.
TASAVVUR : Birşeyi zihinde şekillendirme; düşünce, tasarı; tasarlama
FARZ-I MUHÂL : Olması imkânsız olup, var gibi kabul etmek; olmayacak şeyi olmuş gibi düşünmek.
SULTÂN-I SERMEDÎ : Saltanatı zaman ve mekanla sınırlı olmayan ve daima devam eden Cenab-ı Hak.
MUKÎM : İkamet eden.
İBÂD : Kullar.
ŞÜMÛL : Kaplamak, içine almak.
ANÂSIR : Unsurlar, elemanlar, öğeler.
NEFİY : yok sayma, inkâr,
MÂFİHÂ : İçindekiler, o şeyin içinde olanlar.
MAZHAR : Nâil olma, şereflenme, kavuşma, ortaya çıkma ve görünme yeri.
MÜŞÂHEDE : Görme, seyretme, şâhit olma.
İCRAAT-I HAKÎMÂNE : Maksadlı ve faydalı işler, faaliyetler.
EF'ÂL : Fiiller, hareketler.
KERÎMÂNE : Cömertçe, bol ihsan ile
İHSANÂT-I RAHMÂNİYE : Çok merhametli olan Cenab-ı Hakk'ın iyilikleri, bağışları.
SEFİH : Helâl olmayan zevk ve eğlencelere düşkün, sefâhete düşmüş kimse
MUHÂL : İmkânsız; olması mümkün olmayan.
İNKILÂB-I HAKAİK : Hakikatlerin tam zıddına dönmesi
SOFESTAİ : Allah'ı kabul etmemek için kâinatı ve kendi varlığını da inkâr eden. Hakikat namına hiçbirşeyi tanımayan ve daima şüphe içinde kalmayı esas alan felsefi düşünce.