Irkçılığı men eden ve insanların aynı asıldan geldiğini ders veren âyet-i kerimede “Muhakkak ki, Allah indinde en kerim olanınız, takvada en ileri olanınızdır.” buyuruluyor.
Allah’tan korkma kavramı içinde, ırkçılıktan sakınma da dahil. Allah indinde en makbul olanlar, şu veya bu ırka mensup olanlar değil, hangi ırktan olursa olsun takvada en ileri gidenlerdir.
Takva, Allah’tan korkmak, Onun yasaklarından şiddetle kaçınmak, hassasiyetiyle uzak durmak mânâsına geliyor... Ama, takva sahiplerinin sıfatlarıyla ilgili âyetlere baktığımızda; takvanın, İslâm’ı bütünüyle yaşamanın âdetâ simgesi, alâmeti olduğunu görürüz.
Âl-i İmran Sûresinde; Rabbimiz bizi, mağfiretine, cennetine çağırıyor; çağırmaktan da öte, “Koşunuz!” diyor. Ve âyetin sonunda, bu cennetin, muttakiler (takva sahipleri) için hazırlandığı beyan ediliyor.
Bu ayet-i kerimede takva sahiplerinin sıfatları şöyle sıralanır:
“Onlar darda ve genişlikte infak ederler.” (Nafaka verirler, muhtaçların yardımına koşarlar.)
“Kızdıkları zaman, gayzlarını, öfkelerini yutarlar.”
“İnsanlardan gelen kötülüklere karşı affedici olurlar.”
“Onlar bir kötülük yaptıklarında, yahut nefislerine zulmettiklerinde hemen Allah’ı hatırlarlar da günahları için istiğfar ederler...”
“Yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.”
İşte Allah’ın sevdiği kullar bu sıfatları taşıyanlardır. Hangi milletten, hangi tabakadan, hangi makamda ve hangi gelir seviyesinde olursa olsun. Allah’ın kulu olmanın şuuruna eren ve bunun zevkini tadan her mümin de, Allah’ın sevdiklerini sevmekle sorumlu değil mi?. Allah bu kullarını severken bir mümin nasıl olur da, bu sıfatlardan uzak bir ırkdaşını sevebilir?..
Fatihayı hemen takip eden sûrede de “Kur’an-ı Kerîm’in muttakiler için bir hidayet olduğu” nun beyan edilmesi ve takvaya dikkat çekilmesi ne kadar mânidardır!.. Bu sûrede muttakinin sıfatları: “Gayba iman etmek”, “namaz kılmak”, “Allah’ın ihsan ettiklerinden infak etmek”, “Kur’an’a ve daha önce inen kitaplara iman etmek”, “Âhirete şüphesiz inanmak” şeklinde sıralanır.
Bu sûrede de, ırktan, kabileden, amirden, memurdan, köleden, efendiden söz edilmez... Bu âyetler sadece iki misal... Bu nazarla baktığımızda Kur’anın bütün âyetlerinin ırk ayırımını reddettiğini açık açık görürüz.
Bütün emirler ya top yekûn insanlara, yahut müminleredir. Hidayete çağıran âyetlerde hitap bütün insanlığa yapılır; ne ırk, ne kabile, ne makam, ne de rütbe gözetilir. Bir Arab’ın hidayete ermesi, bir İngiliz’in hidayete ermesinden daha önemli değildir.
İbadete, itaate dair emirlerde ise hitap müminleredir. Bu hususta müminler arasında hiçbir ayırım yapılmaz... “Allah’a ibadet edin.”, “Ona secde edin.”, “Zekâtlarınızı verin.” gibi emirler ve “Faiz yemeyin.”, “Zinaya yaklaşmayın.”, “Gıybet etmeyin.” gibi yasaklar müminlerin tamamınadır. Bu emirlere uymanın ve bu yasaklardan kaçınmanın fazileti bütün kavimler için aynıdır.
Bir de azap âyetleri var; geçmiş kavimlerin başına gelen azaplarla ilgili ikaz âyetleri... Bu âyetlerde; kavimlerin işledikleri cürümlere, isyanlara, tekziplere, azgınlıklara ve Peygamberlerine karşı yaptıkları eza ve cefalara dikkat çekilir. Azap, bu cürümleri için gelmiştir. Yoksa şu veya bu kavimden oldukları için değil.
Irkçılığın akılla, ilimle, insafla hiçbir alâkası olmadığını Resulûllah Efendimizin (asm.) ırkçılık hakkındaki şu kelâmı güzelce ortaya koyar: “Asabiyyet-i cahiliyye”
İnsan, ırkından dolayı ne iyi olabilir, ne de kötü. İyinin ve kötünün tarifleri içinde böyle bir unsur yok. Bunu her akıl tasdik ettiği gibi, her vicdan da yakînen bilir. Bir insanın iyiliğinden söz ederken; onun güzel ahlâkını, takvasını, salih amelini, dürüstlüğünü, çalışkanlığını anlatırız. Bunların tamamı onun iradesiyle ilgilidir. Kimse kendi ırkını kendi iradesiyle seçmediğine göre, biz falan adam iyidir, çünkü filân ırka mensuptur desek cehlimizi ilân etmiş oluruz.
Neresinden bakarsanız bakınız ırkçılık dâvâsı cahiliyetten başka bir şey değil.
Peygamber Efendimiz, Arap milliyetiyle ortaya atılmadı. O, sadece Araplara değil, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmişti. O, tevhit dâvâsıyla ortaya çıktı. Karşısında, her nev’iyle şirk vardı. İnsanları putların köleliğinden, nefsin esaretinden, bâtıl inançların tahakkümünden kurtarıp Allah’a kul etmek, Onun dergâhında boyun büktürmek istiyordu. Zulmün yerine adaleti ikame edecek, her türlü yanlış anlayışı vahiy nuruyla ortadan kaldıracaktı. Kötü ahlâkın her çeşidini, Kur’an ahlâkıyla değiştirecekti. Onun bu dâvâsı kabileler ötesi, ırklar ötesi, hatta kâinat ötesiydi. Yaratıcısına inanmayan kul nasıl üstün olabilirdi?. Öyleyse O, işe imandan başlayacaktı. Nitekim öyle yaptı.
Rabbine isyan eden kul nasıl faziletli olabilirdi? O halde O, insanları ibadet etrafında toplayacaktı. Nitekim öyle yaptı.
Ona kendi kavmi karşı çıktı. Kendi akrabaları karşı çıktı. Öz amcası karşı çıktı.
Asr-ı Saadette, sahabelerin, inanmayan yakınları ile harp etmeleri ne kadar anlamlıdır!.. O harplerde, ashap, hiçbir akrabalığı, yakınlığı olmayan mümin kardeşleriyle omuz omuza veriyor ve kendi babalarını, kardeşlerini öldürüyorlardı. O dökülen kanla şirk ve ırkçılık birlikte akıp maziye karışıyordu. (Sorularla İslamiyet)