Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Ahkaf Sûresi 29-32. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
29-Ve bir zaman, cinlerden birtakımını Kur’ân’ı dinlemeleri üzere sana yöneltmiştik. Nihâyet ona (ulaşarak) hazır olduklarında (birbirlerine): “Susun (dinleyin)!” dediler. (O Kur’ân kırâeti) bitirilince de (artık îmân etmiş kimseler ve Allah’ın azâbı ile) korkutucular olarak kavimlerine döndüler.(*)
30-Dediler ki: “Ey kavmimiz! Doğrusu biz, Mûsâ’dan sonra indirilen, kendinden öncekileri tasdîk eden, hakka ve dosdoğru bir yola hidâyet eden bir kitab dinledik!”
31-“Ey kavmimiz! Allah’ın da‘vetçisine icâbet edin ve ona îmân edin ki (Allah) sizin için günahlarınızdan (bir kısmını) bağışlasın ve sizi (pek) elemli bir azabdan kurtarsın!”
32-“Artık kim Allah’ın da‘vetçisine icâbet etmezse, bu yüzden yeryüzünde (Allah’ı) âciz bırakıcı değildir ve kendisi için, O’ndan (Allah’dan) başka (azâbı def‘ edecek) dostlar yoktur. İşte onlar, apaçık bir dalâlet içindedirler!”
(*) Bunlar, Yemen’deki Nusaybin cinleri olup, yedi veya dokuz kişi idiler. Buhârî ve Müslim’in rivâyetine göre bu cinler, Resûl-i Ekrem (asm), Tâif Seferine çıktıklarında Nahl vâdisinde sabah namazını kıldırırken okuduğu Kur’ân’ı dinlemişlerdi. (İbn-i Kesîr, c. 3, 324)
“Muhaddisler (hadis âlimleri) nakl-i sahih (doğru haber) ile İbn-i Mes‘ûd’dan beyân ediyorlar ki; İbn-i Mes‘ûd dedi: ‘Batn-ı Nahl denilen nâm mevki‘de, Nusaybin ecinnîleri ihtidâ (İslâmiyet’e girmek) için Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a geldikleri vakit, bir ağaç o ecinnîlerin geldiklerini haber verdi.’ Hem İmâm-ı Mücâhid, o hadîste İbn-i Mes‘ûd (ra)’dan nakleder ki: ‘O cinnîler bir delil istediler. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bir ağaca emretti; yerinden çıkıp geldi, sonra yine yerine gitti.’ İşte cin tâifesine bir tek mu‘cize kâfî geldi. Acabâ bu mu‘cize gibi bin mu‘cizât işiten bir insan îmâna gelmezse, cinnîlerin: يَقُولُ سَف۪يهُناَ عَلَي اللهِ شَطَطًا [Bizim sefih olanımız (İblis), Allah hakkında saçma şeyler söylüyor] ta‘bîr ettikleri şeytanlarından daha şeytan olmaz mı?” (Zülfikār, 19. Mektûb, 36)