Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Mâide Sûresi 32.-36. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
32- Bundan dolayıdır ki, İsrâiloğullarına (Tevrâtta) şöyle yazmıştık: “Kim bir kimseyi, bir kimseye veya (o kimsenin) yeryüzünde bir fesad (çıkarmakta olmasın)a karşılık olmaksızın (ölüm cezâsını gerektiren bir suçu olmadığı hâlde) öldürürse, o takdirde bütün insanları öldürmüş gibidir.(1) Kim de onun (bir insanın) hayâtını kurtarırsa, o takdirde bütün insanların hayâtını kurtarmış gibidir.”
Hem celâlim hakkı için, peygamberlerimiz onlara apaçık delillerle geldiler. Sonra doğrusu onlardan birçoğu, bunların ardından yeryüzünde gerçekten haddi aşan kimselerdir.
33-Allah’a ve peygamberine karşı savaşan ve yeryüzünde fesad çıkarmaya çalışanların cezâsı, ancak (birini öldürmüşlerse, kendilerinin de) öldürülmeleri veya (malını da alarak öldürmüşlerse) asılmaları veya (sâdece mallarını zorla almışlarsa) elleri ile ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya (tehdidle insanları korkutmuşlarsa, bulundukları) yerden sürgün edilmeleridir! Bu, onlara dünyada bir rezilliktir, âhirette ise onlar için (pek) büyük bir azab vardır!
34-Ancak, (siz) kendilerini ele geçirmezden önce tevbe edenler müstesnâ. Artık bilin ki şübhesiz Allah, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.
35-Ey îmân edenler! Allah’dan sakının! O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın ve (O’nun) yolunda cihâd edin ki kurtuluşa eresiniz.
36-Şübhesiz o inkâr edenler, yeryüzünde ne varsa tamâmı ve bununla berâber bir o kadarı daha gerçekten kendilerinin olsa da, kıyâmet gününün azâbına karşı onu fedâ etseler, (yine) kendilerinden kabûl edilmez.(2) Onlar için (çok) elemli bir azab vardır!
---
(1)“Âyetin ma‘nâ-yı işârîsiyle, bir ma‘sûmun hakkı, bütün halk için dahi ibtâl edilmez. Bir ferd dahi, umûmun selâmeti için fedâ edilmez. Cenâb-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için ibtâl edilmez. Bir cemâatin selâmeti için, bir ferdin rızâsı bulunmadan hayâtı ve hakkı fedâ edilmez. Hamiyet (fedâkârlık) nâmına, rızâsı ile olsa, o başka mes’eledir.” (Mektûbât, 15. Mektûb, 42-43)
(2)“Herkesin îman mukābilinde (karşılığında) bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzeyyen (süslü) ve bâkī ve dâimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek da‘vâsı başına açılmış. Eğer îman vesîkasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk (maddecilik) tâûnuyla (vebâsıyla) çoklar o da‘vâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyâttan (ölümden) yalnız birkaç tânesi kazandığını sekerâtta (ölüm ânında) müşâhede etmiş (görmüş); ötekiler kaybetmişler!
Acabâ bu kaybettiği da‘vânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi? İşte o da‘vâyı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde doksanına o da‘vâyı kaybettirmeyen hârika bir da‘vâ vekîlini o işte çalıştıran vazîfeleri bırakıp, ebedî dünyada kalacak gibi âfâkī mâlâya‘niyât (boş şeyler) ile iştigâl etmek (meşgûl olmak) tam bir akılsızlık(tır.)” (Asâ-yı Mûsâ, 4. Mes’ele, 12)