Kur’an’dan Risale-i Nur Perspektifinde Günümüze Mesajlar(43)
Düşündüklerimizin ne kadarı değişmezdir? Ya da yıllarca üzerinde titrediğimiz fikir ve düşüncelerimize ne kadar sahip çıkabiliriz? Doğrusu her konuda bilinmezlik içindeyiz. Kendimizde kalan öyle sır diyecek şeyimiz de yoktur. Kim demiş başımıza buyruğuz?
İrademiz var, bu doğrudur. Yaptıklarımızdan sorumluyuz elbette. Seçme özgürlüğümüz var diye yarın neler yapacağımıza kesinkes hükmedemeyiz. İrademizin dışında hayatımıza karışan o kadar faktörler var ki! Özene bezene tasarladığımız planımızı yarın uygulamaya koyacağımıza kimse garanti veremez. O halde başımıza buyruk değiliz. Bizden başkası bize karışanımız var. İrademiz yaratıcımızın iradesinin dışında değildir. Dünyaya geliş serüvenimiz tamamen bizim dışımızda cereyan etmiş. Bebekliğimiz ve hatta kişiliğimiz…
Ama biz işlerimizi, proje ve planlarımızı kendi irademize göre ayarlarız. İrademizi aşan gelişmelerden sorumlu değiliz. Anlık değişmelere her zaman hazır oluruz. Hayattan bunu beklemek, alternatiflere hazır olmak demektir. Alternatifsizlik bir hayat, tekdüzeliktir. Tekdüzelikse en büyük uyumsuzluktur.
Hayatta haz varsa acı da vardır. Karanlık yoksa ışığın, soğuk yoksa sıcağın, hastalık yoksa sağlığın, savaş yoksa barışın, kış yoksa baharın ve zıtlar olmazsa hayatın hiçbir önemi kalmaz.
Alternatife hazır olmayan varlık yok gibidir. Bir çiçek rüzgâra karşı kendini korumak için köklerini toprağa salar ve yapraklarını titreştirerek ayakta durmaya çalışır. Zorluklara karşı direnç hayata tutunmanın şartıdır. İnsan da kendini alternatif hayata hazırladığı sürece insandır. Çünkü o libidinal ve agresif yanından ibarettir; libidinalden hazza ve agresiflikten acıya girer. Yalnızca haz ve yalnızca acıyla hayat dolu dolu yaşanamaz. İnsan, hazzı istediği kadar acıya da tahammül ettiği sürece insandır. Mutlu olmanın sırrı da bu dengeyi korumaktadır.
Kur’an, Allah’ın ve Resulünün davet ettiği şeylere uyulmasının gereğine vurgu yapar; ve
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّـهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
yani “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Resulüne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz gerçekten O’na götürülüp toplanacaksınız.”[1] diye de kişi ile kalbinin arasında neler gelip geçtiğini en küçük ayrıntısına kadar Allah’ın bileceği ve insan buna göre kendine çeki düzen vermesi gerektiği belirtilmektedir.
Kişi ile kalbi arasındaki tutarsızlık ikiyüzlülüktür, dinde buna münafıklık denir; bir kişilik bozukluğudur. İç dünyası başka telden çalar ve davranışları başka. Özü sözü bir olmaksa bilinç düzeyinde bir tutarlılıktır; yani sağlıklı bir kişiliktir. İnsan iç dünyasında olup bitenleri ne kadar gizlerse gizlesin, onları hepsini bilen Allah vardır. Kaldı ki davranışları onu ele verir; çünkü davranışlar çoğunlukla duygularının gizlediğini açığa vurur. Gerisinde duygunun olmadığı hiçbir davranış yoktur.
Kur’an’ın وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه yani “Bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer.” ayeti Allah’ın, insanı gönlünde olan emellerinden mahrum edebileceğini, kararlarını, kanaatlerini, zevklerini değiştirebileceğini, kendiyle kalbinin arasını öyle açar ki insanın kendi kendine düşman kesilebileceğini ve hatta aklını başından alabileceğini ifade etmektedir.[2] Böyle olunca insan nesine güvenip alternatifsiz karar alıp hayatını sürdürebilir ki!
Kalbimizin ve duygularımızın gizlediğini belki insanlardan bazı manevralarla kaçırabiliriz; ama onları Allah’tan nasıl gizli tutabiliriz. Bizi gözetleyen bizden içeri Allah’tır işte. Hatta eğer bütünüyle yok olmamışsa bizi içimizde gözetleyen bizden olan sağduyumuz, vicdanımız da vardır. Az duyulsa da işlerin iyi gitmediğini bize ihtar eden bu sesler, kendi tutarlılığımız açısından yabana atılası değildir. İşte bu duyarlılık, ayetin bize ihtar ettiği imanın iki temel ilkesi olan Allah’ın ve Resulünün uyarılarına uymakla elde edilir.
Bizim bile farkında olmadan kendimiz aleyhinde işlediğimiz birçok eylemlerimiz var. Bebeklikten kaynaklanan kötü alışkanlıklarımız yok mu? Daha sonradan acılarını çok derinlerde hissettiğimiz eylemlerimizi isteyerek mi yapıyoruz? Ya yine bu çağlarda hatalı bir eğitim sonucu bize kazandırılan patolojilerimizin ördüğü kişiliğimizden az mı çekiyoruz? Bizden bile kopuk eylemlerin hayatımızı cehenneme döndürmesine fazla bir şey yapamıyoruz. Yalancı kişiliklerle toplumda gezen insanlar hiç de az değildir. Gülüşlerin içten olduğunu iddia edenlerin sayısı az.
Kişilik bozukluklarına sahip bir sürü insanın toplumda yaptığı şeylerin farkında olduğuna bin şahit gerekir. Gerçek kişiliklerinin sahte kişilikleriyle yer değiştiren insanlarımız az mı?