RİSALEHABER
Nepal’de nadir bulunan bir kaplumbağa türü bulundu. DHA'nın haberine göre altın renkli kaplumbağayı bulan yerel halk, hayvanı 'Hindu tanrısı Vishnu'nun enkarnasyonu olarak’ kabul etti.
Renginin sebebi pigment eksikliği
Benzersiz altın rengiyle çok nadir görülen kaplumbağa, pigmentlerindeki eksiklikten dolayı sarı rengi taşıyan hücrelerin baskın hale gelmesi sebebiyle altın rengini alıyor.
Bir Allah'a inanmayınca sayısız ilahlar ediniyorlar
Risale-i Nur'un bir çok yerinde tek Allah'a inanmayı akıllarına sığıştıramayanların sayısız ilahlar edindiğine dikkat çekilir. Özellikle Hindistan ve çevresi bunun bir çok örneği ile doludur. İnek, maymun, fare gibi hayvanlar olmak üzere bir çok mahluku ilah kabul edenler altın renkli kaplumbağaya da tanrı muamelesi yaptı.
Risale-i Nur'dan...
Evet, bu herifler vahdet-i mutlakadan vazgeçtikleri için, hadsiz ve nihayetsiz bir kesret-i mutlakaya düşmüşler. Yani, birtek ilâhı kabul etmedikleri için, nihayetsiz ilâhları kabul etmeye mecbur oluyorlar. Yani, birtek Zât-ı Akdesin hassası ve lâzım-ı zâtîsi olan ezeliyeti ve hâlıkıyeti, bozulmuş akıllarına sığıştıramadıklarından, o hadsiz, nihayetsiz, câmid zerrelerin ezeliyetlerini, belki ulûhiyetlerini kabul etmeye, mesleklerince mecbur oluyorlar. İşte sen gel, eçheliyetin nihayetsiz derecesine bak! (Otuzuncu Lem'a)
Eğer herşey Cenâb-ı Hakka isnad edilmezse, bir ân-ı vahidde, gayr-ı mütenahî ilâhların ispatı lâzım gelir. Ve bütün zerrat-ı kâinattan daha çok olan şu ilâhların herbirisi, bütün ilâhlara hem zıd, hem misil olması lâzım geliyor. Ve aynı zamanda, herbirisi, bütün kâinata elini uzatmış, tasarrufatta bulunuyor gibi bir vaziyet alması lâzım gelir. Meselâ, balarısının bir ferdini yaratan bir kudretin hükmü, bütün kâinata cari ve nâfiz olması lâzımdır. Zîra, o balarısı kâinatın unsurlarına nümunedir, eczâsını kâinattan alıyor. Halbuki, vücut sahasında mahal ve makam, yalnız ve yalnız Vâcib-i Ehade mahsustur. Eğer eşya kendi nefislerine isnad edilirse, herbir zerreye bir ulûhiyet lâzımdır. Meselâ, Ayasofya'nın bânisi inkâr edildiği takdirde, herbir taşı bir Mimar Sinan olması lâzım geliyor. Öyleyse, kâinatın Sânie olan delâleti, kendi nefsine olan delâletinden daha vâzıh, daha zâhir, daha evlâdır. Öyleyse, kâinatın inkârı mümkün olsa bile, Sâniin inkârı mümkün değildir. (Mesnevi-i Nuriye)
Tabiatperest adam bir ilâh-ı vâhidi kabul etmediği için, gayr-ı mütenâhi ilâhları kabul etmeye mecburdur. O ilâhlar, herbirisi herşeye muktedir olmakla beraber, bütün ilâhlara hem zıt, hem misil olarak şu kâinatın intizamı içinde birleşsin. Halbuki, bir sineğin kanadından tut, tâ manzume-i şemsiyeye kadar hiçbir yerde bir sinek kanadı kadar şerike yer yoktur ki, parmak karıştırsın.
لَوْكَانَ فِيهِمَۤا الِٰهَةٌ اِلاَّ اللهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
("Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olup giderdi. Arşın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları şeylerden tamamen münezzehtir." Enbiyâ Sûresi, 21:22.)
ferman-ı kat'î, şirk ve iştirâkin esâsâtını kat'î bir burhanla keser. (Mektubat)