Prof. Dr. Ömer Arifağaoğlu'nun yazısı:
Alyuvarlardaki Mu'cizevî Sanat
Tıp fakültesine kayıtların yapıldığı bir zaman diliminde, Afrika'dan fakültemizi kazanan bir öğrenciyi hasta olarak getirdiler. Uzun boylu, yakışıklı bir siyahî delikanlı idi. Babası oradaki Türk okulundaki öğretmenine emanet ederek Türkiye'ye tıp tahsili yapması için yollamış. Ancak delikanlının orak hücre anemisi hastalığı var ve ailesi tarafından yakın takip edilmesi gerekiyor. Delikanlı, konuşmalarımızda ısrarla Türkiye'de iyi bir tıp eğitimi almak istediğini söylüyordu. Memleketinde bu hastalıktan muzdarip çok sayıda hasta bulunduğunu ve gâyesinin kendi hastalığına çare üreterek insanlara faydalı olmak olduğunu söyleyince gözlerim doldu, ağlamamak için kendimi zor tuttum. Bir tıp fakültesi hocası olarak öğrencilerimize bu hastalığı eskiden beri anlatıyordum; ancak Türkiye'de nadir görüldüğünden ve şimdiye kadar ilk defa böyle bir hasta ile karşılaştığımdan olsa gerek, epeyce şaşırdım ve etkilendim. Alyuvarlarımıza Rahmân-ı Râhîm'in verdiği elastikiyet ve şekil değiştirebilme kabiliyetinin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha derinden hissettim.
Erişkin insan vücudunda yaklaşık 100 trilyon hücre vardır. Bunların dörtte biri yani 25 trilyonu alyuvar hücresidir. Bu hücrelerin en önemli vazifesi, akciğerden aldıkları oksijeni bütün hücrelerin hizmetine sunmaktır. Bu taşıma işini yapabilmek için yapıları, şekilleri ve muhteviyatı diğer vücut hücrelerinden oldukça farklıdır. Hattâ alyuvarlara hücre demek yanlış bile olabilir; çünkü onlar, normal hücredeki birçok organele ve bunlara bağlı özelliklere sahip değildir.
Bir milimetreküp kanda yaklaşık 5 milyon alyuvar ve 7 bin akyuvar vardır. Bu kıyasla kandaki hemen hemen bütün hücreler alyuvarlardır, denilse yanlış olmaz. Kanın yaklaşık yüzde 40'ı alyuvarlarla doludur. Yüzde 60'ı ise kanın sıvı kısmı olan plâzmadan ibarettir. Kanın yarıya yakın kısmının hücrelerden oluşması, onun akışkanlığının azalmasına sebep olmasına rağmen, kanın damarlar içinde akışında bir problem olmaz ve diğer hücrelerimize yeterince besin maddesi ve oksijen zamanında yetiştirilir.
Alyuvarlar sanki vücudumuzda en fedakâr, en adanmış hücrelerdir. Kendilerini diğer hücrelere oksijen taşımaya adamışlar ve bu uğurda organellerini kaybetmeyi göze almış gibi davranırlar. Nitekim alyuvarlarda diğer vücut hücrelerinde olan çekirdek, endoplazmik retikulum, mitokondri, lizozom gibi organeller yoktur. Bu mânâda hücre olma kriterlerini bile yerine getiremez. İçi sadece hemoglobinle dolu bir torba gibidirler. Alyuvarlar kemik iliğinde ilk yaratılışlarında diğer hücreler gibi her organele sahip iken, kan içinde kolay akabilmek ve diğer hücrelerin imdadına yetişebilmek için olgunlaşmaları esnasında onların organelleri uzaklaştırılır. Bu kaybediş, âdeta onlara sırlı bir emrin verilişini hatırlatır. Emri alınca hiç itiraz etmeden kemik iliğinden damara doğru göç edip, burada ölünceye kadar hizmet ederler. Zîrâ organelleri olmamasından dolayı, tamir ve enerji kullanma mekanizmaları tükendiğinden, diğer vücut hücrelerinin ortalama ömürlerine kıyasla daha az yaşarlar. Yaklaşık 120 gün yaşadıktan sonra hayata veda eden yaşlı hücrelerin yerine kemik iliğinden yeni alyuvarlar devamlı olarak kana geçer.
Alyuvarların şekilleri çok farklı ve orijinaldir. Burada kusursuz bir yapı-fonksiyon münasebetinden söz edebiliriz. Alyuvarların her bir özelliğinin ayrı bir hikmeti vardır. Alyuvarların şekli; ortası ince, kenarları kalın yuvarlak ramazan pidesine benzer. Bu şekle Lâtincede bikonkav disk denilmektedir. Bu şekil, hücre içi muhteviyatına göre, çok geniş bir hücre zarı alanına sahip olduğu mânâsına gelir. Bu sayede alyuvarlar dolaşımın dar yerleri olan kılcal damarlarda şekil değiştirerek zedelenmeden kolaylıkla geçebilirler. Alyuvarların çapı yaklaşık 8 mikrondur. Buna karşılık alyuvarların geçmesi gereken kılcal damarların çapı daha küçüktür.
Kalın damarlarda kanın yoğunluğundan kaynaklanan akma direnci (viskozitesi) düşük, yani akışkanlığı yüksektir. Bu sebeple damar içinde kolaylıkla akar. Ancak damarlar daraldıkça ve hususiyetle kılcal damarlara varıldığında, kanın akım hızı azalır ve kan durgun hâle gelir. Dolayısıyla bu ince damarlarda akışkanlığı artırmak için ilâve tedbirler yaratılışta alınmıştır. Bunların birincisi: Kalın damarlarda alyuvarlar damarın orta kısmından akar. Duvara yakın bölgelerde sıvı kısım (plâzma) akar. Kalın bir damardan ayrılan bir kılcal damara, kalın damarın duvarına yakın olan sıvı (plâzma) akımı daha fazladır. Netice olarak kılcal damarlarda alyuvar hücresi yoğunluğu yüzde 20–25 nispetinde daha azdır. Kanın damar içinde akışkanlığını azaltan en önemli faktör, alyuvar yoğunluğu olduğundan, kılcal damarlarda alyuvar yoğunluğunun azalması bir rahmet eseridir.
İkincisi: Alyuvarlar kendilerinden daha küçük çaplara sahip kılcal damarlarda akabilmek için kolayca şekil değişikliğine uğratılır. Yazın sıcağında çeşitli mekânlara konulan su sebillerini hatırlayalım. Tek kullanımlık plâstik bardaklar sebillerin yanına konur. İnsanlar bunları alırlar, sularını içip sebilin yanında bulunan çöp kutusuna atarlar. Bardaklar temiz hâldeyken birbirlerine iç içe geçmiş vaziyette bırakılmıştır ve çok az yer kaplar. Aynen onun gibi alyuvarlar da kılcal damarlara doğru kan akımı yavaşladığında plâzmada bulunan fibrinojen gibi bazı proteinlerin tesiriyle âdeta koni şeklini alır ve tek sıra hâlinde birbirlerinin içine girer. Bu şekilde çapları azalır, bir iplik üzerine dizilmiş tespih taneleri gibi olurlar ve kılcal damarın içinden, ince bir iplik gibi geçerler. Hattâ kılcal damarın içinden geçerken birbirlerini iterek, akımın daha da hızlanmasına vesile olurlar.
Kirli bardakların atıldığı kovayı tekrar hayal edelim. Bardaklar iç içe geçmediğinden daha fazla yer kaplayacaktır. Aynen onun gibi büyük damarlarda alyuvarlar tekrar birbirlerinden ayrılır ve kan içinde dağınık vaziyette bulunur. Burada bir durumu da özellikle hatırlatmakta fayda var: Kılcal damarlarda şekil değiştirerek birbirlerine tutunup ip gibi dizilen alyuvarlar, normalde kan içinde birbirlerinden uzakta durur. Bunun sebebi çeperlerinin negatif elektrik yükleriyle kaplı olması ve aslında birbirlerini itmeleridir. Bu onların dibe çökmelerini ve kanın çamurlaşmasını önlemek için gereklidir. Kılcal damarlarda kan akımı incelendiğinde açıkça görülür ki, her şey yerli yerindedir ve bütün mekanizma insanı hayrete sevk edecek mu'cizelerle doludur.
Alyuvar şekli ve bazı hastalıklar
Bazı genetik hastalıklarda alyuvarların şekilleri normal değildir ve bu alyuvarlar kılcal damarlardan geçerken takılır, damarları tıkar ve kolayca parçalanarak daha erken ölür. Girişte bahsettiğimiz Afrikalı öğrencide olduğu gibi "Orak hücre anemisi" hastalığı bir harf değişikliğine bağlı genetik bir rahatsızlıktır. Bu nokta mutasyonu hemoglobin molekülünün globin kısmında bulunan aminoasitlerden sadece bir tür aminoasidin (glutamik asit) yerini başka bir aminoasitin (valin) gelmesine sebep olur. Neticede hatalı aminoasit yerleşimi sebebiyle hemoglobinin oksijen bağlama kapasitesi düşer. Oksijenin yetersiz olduğu şartlarda bu hastalığın tesiri kişide kolayca ortaya çıkar. Bu hastalıkta kandaki alyuvarlar, ortası iki taraftan çukur disk şeklinde değil de, hususiyetle oksijen az olduğu durumlarda hilâl ve orak şeklini alır. Bu yüzden orak hücreli anemi diye adlandırılır. Alyuvarlar orak şeklini aldıklarında hemoglobin de kristal bir yapı kazanır ve bu sert kristaller hususiyetle kılcal damarlardan geçerken alyuvarların ölmelerine sebep olur. Burada önemli bir tehlike de, alyuvarlar kan içinde fazla miktarda ölürlerse, damar içinde birikerek damarların tıkanmasına sebep olabilirler. Hususiyetle beyin damarları tıkanıp, felçlere ve âni ölümlere yol açabilir. Bu tür hastaların bazı kalın toplardamarlarına ameliyatla müdahale edilerek süzgeçler (filtre) yerleştirilir ve pıhtıların beyin damarlarına gitmesi engellenmeye çalışılır.
Bir başka alyuvar şekil bozukluğu da herediter sferositoz denen genetik hastalıktır. Bu hastalıkta da doğuştan alyuvarlar küre şeklindedir. Bu alyuvarlar kılcal damarlardan geçerken şekil değiştiremez ve dar kılcal damarların içinde patlayarak ölür. Bu hastalıkta da orak hücre anemisine benzer şekilde alyuvarların parçalanması ve damarların tıkanması söz konusu olabilmektedir.
Orak hücreli anemi ve herediter sferositoz isimli kan hastalıkları, her bir hücrenin ince hesaplarla ölçülüp tartılarak yaratıldığını ve vücudumuzda her mekanizmanın ne kadar hassas ayarlandığını göstermektedir. Bu hassas ayarların kendi kendine ve tesadüfen ortaya çıkması ise asla mümkün değildir. Aslında her şey gibi alyuvarlar da, Rahmeti Sonsuz'un eseridir.