Neyin amaç ve neyin araç olduğunu bilip ona göre bir tutumun içine girmek, belki de bilinçliliğin, öteye beriye vurmadan dosdoğru yoldan gitmenin başat ölçüsü.
Nedir amaç ve nedir araç? Amaç, çok yalın ifadeyle, yaratılma sebebimiz olan ya da yapmak istediğimiz şeyin asıl nihai hedefidir. Araç da bu hedefe bizi götüren yol ve yollardır. Birkaç örnekle anlaşılmasına yardım edelim. Dünya, ahirete göre araçtır; dünya olmadan ahiret yurduna ulaşmak mümkün değil. Din, insanı ebedî mutluluğa ulaştıran bir kurallar tomarıdır, bir araçtır. Bir şeyh, müridine rehber olma açısından bir araçtır; önemi rehberliği kadardır. Eğitim ve öğretim, bütünüyle bireylere belli bir düzey sağlayan işlemdir; bir araçtır. Bir öğrenci için, sınav amaç değil, bir araçtır.
Amaç ve araç, yerli yerinde kullanıldıkları takdirde, bize son derece sağlam bir ölçü olurlar. Yok, bu iki kavram karıştırıldıklarında, yani birbirinin yerine konulduklarında ise, işin içinden çıkılmaz karışıklıklara sebep olurlar. Amacı araç yerine ya da aracı amaç yerine koyarak olaylara baktığımızda tamamen olumsuz sonuçlara varabiliriz. Özellikle araca araç kadar değer vermeliyiz.
Araca işlevinden daha çok anlam yüklersek ne olur? O zaman, yaratılışımızın asıl hedefi olan amaç savsaklanmış ya da niyet ettiğimiz şeye ulaşılmamış olur. Amacımızın gereğini yapamadan, amacımıza ulaşamadan araçlarda, yollarda boğuluruz. Hayatımıza, yani dünya hayatına bir amaç olarak baktığımızda, yoğunlaştığımız şey hayatımız ve dünya hayatı olacağından, ebedî hayat olan ahiret hayatımızı unutmuş oluruz. Her şeyi kendi hayat ölçülerine göre değerlendiren insanlar, bu kısır döngüden kendilerini kurtaramazlar. Dünya onların her şeyi olacağından, alacakları haz da geçicilikle sınırlı kalır, doyuma ulaşamazlar. Kendi hayatlarını tehdit eden en küçük bir şey, artık onların sonları demektir. Bu bakış açısıyla, temas ettikleri her şeye yabancı olmanın ötesinde kendilerine de yabancıdırlar. Dünyayı amaç edinen herkes küçük dünyasında boğulur; adı sanı da duyulmaz. Böylesi bir insan hakkında amaçsız dememiz yanlış olmaz.
Bu ölçüyü hayatımızın her karesine uygulayabilirsek, özgür davranışlarımıza hız ve netlik kazandırırız.
Tarihten ilginç bir olayı örnek olarak alalım. Kadisiye savaşında, İran Ordusunun başkomutanı Rüstem’in, kendi zenginliklerini İslam Ordusunun elçilerine göstermekle gözlerini yıldırmaktı amacı. Rüstem ve askerlerince bu dünya zenginliği bir amaç olarak algılandığından, bütün ümitlerini dünyanın bu süslerine bağlamış ve bu gücü de zaferlerinin güvencesi olarak görmüşlerdi. Oysa Müslüman elçiler için İran’ın o zengin ve görkemli hayatı sıradan bir şeydi, asla bu ihtişama imrenmemişler ve bu debdebenin karşısında gözleri kamaşmamıştı. İpekli halıları ve süslü yastıkları ellerindeki mızrak ve kılıçlarla delmeleri ise, amaçlarının bu tür zenginliğin olmadığını kanıtlamak içindi. Müslümanlar, dünyayı ve dünyanın bütün zenginliklerini bir amaç değil bir araç olarak kabul ediyorlardı. Amaçlarını yitiren milletler ise sonunda yıkılmaya mahkûmdu. Kadisiye, bu anlayış ve bakış açısının en önemli olayıdır.
Bir ilginç örnek daha verelim. Asr-ı Saadet’te Ramazan ayında bir gün güneş bulutların arkasında tam gizlenmişti. Hz. Ömer, battığına kani olarak orucunu bozmuştu. Ancak bir zaman sonra güneş çıktığında, halk telaşlanmıştı. “Basit” dedi Hz. Ömer; “Biz içtihat ettik; güneşin battığına kanaat ederek orucumuzu açtık.” Hz. Ömer için oruç bir araçtı Allah’ın rızasını kazanmak için. İçtihadî kanaatleriyle bu rızaya ulaşmak için gayret sarf etmişlerdi zaten.
Araçlara amaç muamelesi yapmak, bize asıl davamızı unutturur. Bediüzzaman’ın da orucunu yanındaki takvimle açtığı bilinmektedir. Bundan yıllar önce “Rü’yet-i Hilal” etrafında çıkarılan anlamsız ihtilaf, tartışma ve gürültüleri ben, o zaman önemsemediğim gibi şimdi de bu çerçevede değerlendiriyorum.
Araçların da meşru sınırlarda olması elbette önemlidir. Amaca gayr-ı meşru yollarla asla ulaşılamayacağını burada vurgulamak gerekir. Zaten üzerinde durduğumuz konu da bu değil.
Günlük bir olayla da konuyu pekiştirelim. Tesettür sınırlarını aşmayan giysilerin tümü bir araçtır. Tesettürü belli sınır ve şekillerde tutup davanın diğer unsurlarını buna bağlamak, amacı araç haline getirmenin tipik örneğidir. Elbette gelenek ve göreneklerin, iklim ve kültürlerin giysiler üzerinde, az ya da çok, etkisi vardır.
Büyükler olarak bazı alışkanlıklarımıza aracın ötesinde bir ilke boyutu kazandırdığımız da olmuyor değil. İşin en kötüsü, kendimize has alışkanlıklarımızı çocuklarımıza da kabul ettirmeye çalışmak. Araç çoktur, ama amaç tektir. Herkes aracı seçmede iradesini kullanmaya özgürdür. Aracı amaç gibi dayatmakla çevremize en büyük kötülüğü yapmış oluruz farkında olmadan.
Siyaset de bir araçtır. Davayı siyasî kurallara göre yaşamayı denemek, genelin hakkı olması açısından cinayettir. Yine davayı kişisel mizacımız noktasında yorumlamak ve üstelik bu yorumu, hakikatin kendisi imiş gibi lanse etmek de amacı savsaklamaktan başka bir şey değil.
Günlük birçok iş ve eylemlerimizi amaç ve araç açısından değerlendirdiğimizde çok rahatlayacağımızı sanıyorum. Temel amaçlarımız değişmez. Ama günlük işlerimizde amaç ve araçlar göreceli olarak değişebilir. Bunların farkında olmak da bit düzey ister.