Ama’sız /ilkeli demokrasi

Hilmi ÖDEMİŞ

Uludere olayında dindarlar iyi bir sınav veremediler. Bunun en önemli sebebi aşırı politize/taraf olmalarıdır. Tarafgir olan kişi taraf olduğu/ şiddetli muhabbet duyduğu kişinin/kişilerin kusurunu göremez/görmek istemez. Dindarlar da tarafgirlikten bir türlü kurtulamadı.

Tarafgirlikten dolayı siyasi konulardaki değerlendirmelerde yaptığımız en büyük yanlış, icraatın kimden geldiğine/kimin söylediğine bakıp “yanlış veya doğru” olduğuna karar vermemizdir. Bizim için doğrular/yanlışlar ilkelere/prensiplere göre değil, kişilere göre değerlendirilir. Mesela CHP iktidarında Uludere olayı meydana gelmiş olsaydı iktidar olanlar şöyle bir açıklama yapardı: "Allah'ın verdiği canı Allah'tan başka kimse alamaz velevki kaçakçı da olsalar! İktidar bu cinayeti derhal aydınlatmalıdır."

Uludere faciasında dindarlardan bazıları dahi “ama onlar kaçakçıydı” demişlerdi. Böyle vicdansızca bir ifade olaylara tarafgirlikle bakmanın bir sonucu. Bunu söyleyen bir kişinin Karadeniz’de, İstanbul’da, gümrüklerde kaçakçılık yapan kişilerin kurşuna dizilmediğini bilmemesi mümkün müdür? Ancak tarafgirlik kişinin doğruları görmesine engel oluyor maalesef.

Uludere olayında vicdanının sesini duymayan veya vicdanının sesini susturmaya çalışanların tek argümanı “hükümete oyun kurulduğu” düşüncesidir. Ben de burada bir oyunun olduğunu ve amacın hükümete zarar vermek olduğunu kabul ediyorum. Ancak hükümete zarar gelmesin/birilerine alet olmayalım diyerek olayları görmezden gelmek/saklamaya çalışmak da vicdana aykırı bir davranıştır. Olayları değerlendirirken siyasetçilerin “siyasi kayıplarını/zararlarını” düşünerek hüküm vermemiz doğru değildir.

Filistin’deki katliamlara karşı gösterilen hassasiyetin Uludere için gösterilmemesi ümmet olma bilincimizi kontrol etmemiz gerektiğini gösterir. Çünkü Kürtler de Türkler de Filistinliler de İslamiyet vücudunun birer azasıdır. Bir azasını diğer azasına üstün tutamayız. Birbirlerine üstün tuttuğumuz takdirde İslamiyet milliyetine/vücuduna zarar vermiş oluyoruz.

Siyasette bireyin devlete feda edilmesi kuralı geçerlidir.  Kur’an-ı Kerim’de geçen “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez” ve “Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir” ayetleri bizi bu zalimane kuraldan men eder.

Bediüzzaman Münazaratta “Zerrâtı günahkârlardan mürekkep bir hükûmet tamamıyla mâsum olamaz” der. Bizler de siyasetçilerin hatasız olamayacaklarını bilmeli, ona göre değerlendirmeliyiz. Hem Üstad “Selef-i Salihinden başka, siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakiki dindar, müttaki olanlar, siyasetçi olmazlar. Yani, maksad-ı asli siyasetini yapanlarda din, ikinci derecede kalır, tebei hükmüne geçer” der. Bizler de siyaset kurallarını benimsersek bizim için din ikinci derecede kalır.

Sonuç olarak; Olaylara siyaset gözlüğü ve prensipleri ile değil, Risale-i Nur prensipleri ile bakmalıyız. Siyasetçilere “sadık” kalalım derken Risale-i Nurlara ihanet etmemeliyiz. Bu toplumun manevi temeli olan dindarların (özellikle de Risale-i Nur talebeleri) bu tür durumlarda günlük siyasi atmosferden etkilenmeden/siyasetçileri incitme kaygısı taşımadan tamamen Risale-i Nur ölçüleri ve prensipleri ile sağlam bir duruş sergilemeleri gerekir.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.