Lisede Risale-i Nur'da yolculuğa başladığımda, arkadaşların tavsiyesi üzerine bir okuma metodu geliştirmiştim. Halen de bunu sürdürüyoruz. Lahikalar da dahil bütün eserleri sıraya koyarak, hiçbirini atlamadan okumak. İstifade, meslek ve meşrebi muhafaza açısından, çok önemli bu okuyuş tarzı bu. Yoksa iman derslerini nurlardan alıp savrulan, himmet ve gayretini şuristana akıtan, keyfiyet ve kemmiyet dengesini kuramayıp kaybolan ya da çıkmaz yollara sapıp hakkı, doğruyu arama adına garip yolculuklara çıkan, boğulan birçok arkadaş gibi oluruz. Sadakat, sebat, ağır şartlara mukavemet, İhlas ve samimiyet dersleri veren, meslek ve meşrep istikameti kazandıran lahikalarla; özellikle sosyal hayatı da ilgilendiren siyaset, idare, rejim ve yakın tarih konularında fikri berraklaştıran "Eski Dönem Eserlerini" mütalaa, her bakımdan önemlidir.
Bu yazıda lahikaların mahiyetinden uzunca bahis açmayacağım. Ama ta ilk okuyuşumda altını çizdiğim ve sonrasında nurlarda işaret ve örneklerini aradığım "Kastamonu Lahikasinda" geçen: "Hüsn-ü niyet öyle bir kimyadır ki şişeleri elmasa çevirir; toprağı altın yapar." cümlesini sizlerle birlikte anlamaya çalışacağım. Bu ve emsali cümleler, aslında lahikalarda; başka yerlerde bulamayacağımız esas, ölçü, öz ve pusula niteliğindeki kısımların da olduğunun bir delili ve güzel bir misalidir.
Şişeye elmasa, toprağı altına çeviren bir dünyevî icat olsaydı, ona kayıtsız kalır mıydık? Hemen elde etme gereği için, seferber olurduk değil mi? Hatta bu maddeyi elde etmek için, önce merakımız ve mesaimiz son noktasına fırlar; tüm gözlerin çevrildiği bu icada kavuşmak için her türlü meşakkati göze alırdık. işte "hüsn-ü niyet" tabirinin özellikle niyet kısmının dünya ve ahiret hayatımızın saadetleri yönüyle emsalsiz bir önemi vardır.
Başta "hüsün" kısmı da elbette önemli. Hayata güzel yönleri ile bakmak, daha doğrusu: "Güzel bakan, güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır." tavsiyesi üzerine düşünmek lazım. Eski dönemin hapishane, tecrit, takip döneminde üstad: "Kadere iman eden, kederden emin olur." ve "Allah'ın seçtiğinde hayır vardır." düsturları ile "Sizin şer gördüğünüzde hayır, hayır gördüğünüzde şer olabilir.' ve "Rabbinin hükmüne sabret." İlâhî tavsiyeleri ışığında, hayata hep güzel yönleriyle bakmış; zahirî şerlerde hep hayrı aramış ve talebelerine ve nefsine sabrı tavsiye etmiştir. Bu telkin ve tavsiyeler, zindanı saraya çevirdiği gibi, onu ve talebelerini "küfür dışında her hâle şükür" noktasına götürmüştür. İşte bu, hüsn-ü niyetin zirve noktasıdır.
Peki bu bakış, şişeyi elmasa, toprağı altına çevirmiş midir? Evet çevirmiştir. Bu sayede bu dâva, ilân imkanı bulmuş ve gönüllerde sevdaya dönüşmüştür. Bundan daha iyi, elmas ve altın olur mu? Şahsî olarak da hapishane medreseye, orada bulunanlar ise tâlime muhtaç talebe derecesine yükselmiştir. Hapishanenin medrese olması, toprağın altın olmasından daha iyidir. Ayrıca orada geçen her bir saat de bir gün ibadet hükmüne geçmiş, sanki ömürlerine yeni bir ömür daha ilave olmuştur.
Evet niyet kısmı ise, daha önemlidir. Niyetle de âdîyat ibadete, cüz'i amel kulliyete döner. Bu sayede ömür sevapdâr ve meyvedâr olduğu gibi, çok küçük cüz'i ibadetimiz, kâinat ve salihatın ibadeti ile bütünleşip kullîleşerek, Dergâh-ı İlâhiye ulaşır.
İmam-ı Nevevi'nin Riyazus Salihin'in ilk "Mü'minin niyeti, amelinden hayırlıdır." hadîsi, işte buna işaret ediyor. Niyet amelden değerli... Ne muazzam bir hakikat. Hem de kolayca ulaşabileceğimiz bir hazineyi önümüze seriyor.
Cüz'i ameli küllîleştirdiği ve amelin ruhu olduğundan amelden de değerli ve kalbin "kastı" olan niyetin, bulanıklaşmaması, müşevveş olup şeffaflığını, kesinlik ve derinliğini yitirmemesi çok önemli. Sadece bize ait olduğundan az, mahdut, sınırlı yani cüz'i olan namaz ibadetimizin tahiyyatında "ettehiyyatülillah" kelimesinin mânâsına bir uyanık niyetimizi katarsak; bu niyet ve itikadımızın o cüz'i ibadetimizi nasıl bir geniş şükr-ü küllî ve ibadet şekline çevirdiğini, o cüz'i ibadeti genişletip sahibini bütün mahlukatın zabiti, kumandanı ve vekili makamına yükselttiğini ve bu sayede bütün ibadetleri mevcudat namına Dergâh-ı İlâhiye sunduğunu anlarız.
Üstad'ın Mesnevi Katrede "Benim kırk senelik bir ömrümün mahsulüdür." dediği; "acip bir iksir ve bir mâyedir" şeklinde vasıflandırdığı niyetin, başka çok mühim hususiyetleri de var. Öncelikle niyetin, amelin çekirdeği olduğunu, çekirdek bozuk olduğunda onun üzerine bir ağaç veya filizin yükselmediği gibi, bozuk olan bir niyet üzerine de bir amel inşasının olamayacağını idrak etmemiz gerekiyor. Bozuk çekirdek filiz vermez. Onun üzerinde bir ağaç yükselmez. Öyle de niyet, yani yaptığın işte "kalbin kastı" bozuksa yani çekirdek çürükse; mesela riya, şan şeref hevesi, teveccüh sevdası, enaniyeti okşamak, nefsine bir hisse çıkarmak meyli hulâsa hastalıklı bir ruh hâli varsa, böyle bir kalbin tasdiki altında yaptıklarının bir anlamı yoktur. Çabaların yorgunluktan öteye geçmez. Onlar mizanda tartıya girmez. Yani senin hayatında yapıp ettiklerinin, "halis niyet' mayasıyla mayalanmamışsa, o amele "sağlam niyet" iksiri, ilacı hayat vermemişse, yine üstad'ın ifadesiyle "Senin hasenat (sevap) zannettiklerin seyyiata (günaha) dönmüştür. Kurtulma yolunda, kaybetmişsindir demektir. Öyleyse amelin kıymet katsayısı, onun "yapılma kastıdır" yani niyetindeki halisiyetidir. O amel yapılış niyetindeki derecesi nispetinde tartıya girer, dikkate alınır. Niyetin de ruhu ihlastır. Yani rıza-yı İlâhîdir. Onun için "helekennas" ile başlayan hadîsin izahını üstad "Medar-ı necat ve halas yalnız ihlastır." şeklinde yapıyor. Yani ilmin, amelin, abdiyetin derecesinde değil; ihlasın, kastın, niyetin ve bunların da rıza-yı İlâhîye yakınlığı derecesinde varsın. O nispette değer kazanıyorsun. Bunun da elbette bir ömür boyu sürmesi gerekiyor. Bu noktada "Bir zerre ihlaslı amel, batmanlarla halis olmayana mureccahtır." tespiti işin can alıcı noktası.
Adam öldürmek büyük günahtır fakat bu işi, cihat meydanında yaparsan sevap; muzır bir gazeteyi okumak günah ama cevap vermek amacıyla okursan ne güzel! Bir çocuğa eziyet için sille vurmak günah ama aynı işte terbiye kastı varsa, sevap! Niyet amelin rengini, dengini, değerini nasıl değiştirdi değil mi? Anne ve babanı bir maksat için arıyor ya da ziyaret ediyorsun, normal âdiyattan bir hareket. Ama "sıla-i rahim" kastını bu amele katınca, bu niyet bu ameli, âdiyattan ibadete dönüştürüyor. Her sabah evinden çıkıp işine, aşına koşuyorsun. Yani âdiyattan sayılan rutin bir iş yapıyorsun. Ama helalinden rızık peşinde koşuyorum, rızkın hakiki sahibinin "rahmet kapısını çalıyorum kastını" bu işe kattığında gün boyu ibadettesin demektir. Âdi, ölü hâller, nasıl diriliyor değil mi? Ne sayesinde? Kalbin kastı, yani niyetin sayesinde. Bu şekilde "sünnet ya da farz' niyetiyle yaptığın her yöneliş, her kıpırdanış sevaplı birer ibadet haline dönüyor. Bu da yine niyetle mümkün.
Hülâsa sen niyetin derecesinde varsın. Ya da o nispette var olacaksın, kıymet kazanacaksın. Yine aynı bahsin devamında "Niyet ile insan dâimî bir şakir olur, şükür sevabını kazanır." cümlesi var ki düşünmesi dahi firdevsi bir hâldir. Dâimî bir şakir ve âbid olmak ve "az bir ömürde bütün lezaiz ve mehasiniyle cenneti kazanmak" da bu dünya hayatındaki niyetimize bağlı ve takılı. Az yaşadık ama ibadetimizle, şükrümüzle ve halis niyetimizle yaşadık. O zaman milyon sene yaşamış ve o halis niyetle ibadet ve şükür etmiş olarak kabul ediliyor, o niyetle karşılanıyorsun.
Evet dostlar, çok zor ama mümkün. Niyet iksirini bulandırıp müşevveş hâle sokmayalım. Kalbimizin kastına dünyevî ve şahsî, bekasız istekleri bulaştırmayalım. Kabir kapısına sönecek hedeflerle amellerimizi kısmen de olsa yakmayalım.
Selam ve dua ile.