Günün geçmediği gün, zamanın akmadığı an var mı? Ağlayanlar devamlı ağlamıyor, gülenler hep gülmüyor; bir döngüdür dönüyor devri âlem.
Değişim gün gün, mevsim mevsim, asır asır, an an akıyor… Renkler seremonisi, sesler çeşnisi; yerinde duran nedir; mekân mı, zaman mı, insan mı?
Ay nereye akıyor, güneş nereye dönüyor, yıldızlar nereye kayıyor; kalbin ibresi, ruhun yörüngesi neresi ki? Gonca gonca açan an, çiçek çiçek solan zaman ve yine çiçek çiçek nerede açıyor?
Değişmeyip de yerinde duran bir ırmak var mı ve onda yıkanan biri? Dünya kaç ırmak yol aldı uzayın derinliklerinde; yolculuk nereye, nereden gelirsin?
Misafirlerin nereden geldi, nereye uğurladın onları? İnsan çok mu ağır gelir sana, yoksa insandaki “emanet” mi yorar seni; sormalı dünyaya!
Neye batsın ki bu dünya; doğdu ki elbet bir gün ölecek. Erken değil, geç de değil doğum ve ölüm; insan, dünya, kâinat, an için…
Ağlamak ağlamaya, gülmek gülmeye değer mi? Ucunda hakikat varsa evet değer; bir damla gönül yaşı kâinatı kucaklar, yıldızları titretir, zerreleri ürkütür…
Neye seviniyorsun, neye üzülüyorsun! Oyuncaklara sevinip, oyuna üzülüyorsan vah esefa; Giden zamana ağla, kaybolan “an” a hayıflan.
Şimdi değişim zamanı; gün batıdan doğmuyor hala. Güneş doğudan ümit dağıtmaya devam ediyor, kapı kapanmış değil.
Zaman hücreleri yenilebilir, an kovanları hikmet balla doldurabilir devirdeyiz; yıldızlar bu muştuyla bakıyor gecede.
Kalbimizi pisliklerden, zihnimizi kirlerden temizleyebilirsek yeryüzü de zulüm pisliklerinden, zalim kirlerden temizlenecektir; geçen asırların hadiseleri bunu söylüyor durmadan ve değişmemecesine.
Hakikat değişir mi ki?
Gün geçmiyor, an akmıyor, yıldız ışıldamıyor, mekân kıpırdamıyor; onun gerçeğine, onu hikmetine, onun hakikatine erişmeyince.
Sevinmenin ve üzülmenin salınımda sarkan hayat; mihverini buluncaya kadar “an” da dalgalanmaya devam edecek; Zerreden evrene değişim bunu söylüyor.