Kur’an-ı Kerimde Cenab-ı Hakk'ın birçok isimlerinin bulunduğuna işaret edilmektedir. Araf Suresinde "En güzel isimler Allah'ındır. Allah'a bu isimlerle çağırınız, dua ediniz." buyrulmaktadır. (Araf, 7/180) Ulvî mânâlar ihtiva eden bu güzel isimlere "güzel isimler" mânâsına gelen "Esmâ-i Hüsnâ" ile ifade edilmektedir.
Allah’ın bu isim ve sıfatları her insanın üzerinde ve mahiyetinde parlak ve kuvvetli bir şekilde görülmektedir, yani tecelli etmektedir. İnsana düşen, üzerinde bulunmakta olan bu İlahi isimlerin tecellilerini kuvvetli bir imanla gaflet ve dalalet perdelerini aralayarak okuyabilmektir.
İşte insan, bu İlahi isim ve sıfatların bir fihristesidir. Bu isimler, bütün varlıklarda yansımakta ve tecelli etmektedir. Fakat insanda bir fihriste gibi tamamı tecelli etmekte ve yansımaktadır. Yaratmak, şekil ve sûret vermek, hayat vermek, nice duygularla donatmak ve ruhlara uygun bedenler yaratmak, organlar takmak gibi bütün bunlar, birer İlâhî fiil olup Allah’a mahsus olan isimlerin tecellileriyle ortaya çıkmaktadır. Varlık âlemine serpilen bu tecellilerden her birinden bir numunesi insana da verilmiştir. Mesela; insanın yoktan var edilmesi, hayatın bulunması, rızıklanması, ruh, beden, duygu ve organlarla, donatılması gibi… Bunları biraz daha açmaya çalışalım:
İnsanda bulunmakta olan ilim, irade, kudret gibi sıfatları, bir ölçü birimi gibi değerlendirip, Allah’ın sıfatlarını tanımak için, ruhuna takılan merhamet, sevmek, şefkat, gazap, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek isteği gibi hisler de Allah’ın şuunatını bir derece anlamak için verilmiştir. Bir derece diyoruz, çünkü insanın ruhu mahlûk olduğu gibi, ruhuna takılan bütün özellik ve arzuları da mahlûktur. Allah’ın zâtı hiçbir mahlûkuna benzemediği gibi, onun sıfatları ve şuunatı yani mukaddes olan sevmesi şefkat etmesi ve gazabı da yarattığı mahlûkatına benzemez. İşte insan, bu önemli noktaları göz önünde bulundurarak, Yüce Allah’ı sıfat ve şuunatıyla tanıma imkânına sahip olabilir.
İnsan; kâinattaki âlemlerin hikmetlerini tartan bir ölçü olması açısından değerlendirilecek olursa, renkler ve şekiller âlemini gözüyle tartıp hangisinin diğerinden daha büyük, daha parlak, daha güzel veya hangi renklere sahip olduğunu anladığı gibi, tatlar âlemini diliyle, kokular âlemini burnuyla tartabilmekte, aklıyla da bütün bu âlemlerdeki hikmetleri tartacak ölçücükler verilmiştir.
İnsan, aynı zamanda kâinat âlemlerinin bir listesi olarak da yaratılmış bir varlıktır. Bediüzzaman bu hususu;“Âlemde ne varsa bir numunesi mahiyet-i insaniyede vardır.” (Mesnev-i NuriyeZerre 174-2) cümlesiyle açıklamaktadır. Yine Risale-i Nurda, insanın kemikleri taşlardan, eti topraktan, vücudundaki muhtelif akıntıların nehirlerden haber verdiği ifade edilmektedir. Büyük âlem olan kâinattaki elementlerden küçük ölçekte insan bedeninde yer aldığı gibi, Levh-i Mahfuzun küçük bir örneği olan insan hafızası büyük âlemdeki Levh-i Mahfuzdan, hayal duygusu, misal âleminin varlığından, kâinatın meleklerle dolup taşması da, insan bedeninde misafir olan ruhun varlığından haber vermektedir. Bu misaller çoğaltılabilir.
İnsan, kâinatın bir haritası ve özeti durumundadır. İnsan ve kâinat ilişkisini farklı teşbihlerle açıklamak gerekirse; kâinat bir ülke ise, insanın mahiyeti o ülkenin bir haritası gibidir. Bilindiği gibi harita, bir ülkenin küçültülmüş şeklidir. Bir ülkede olan her şey, küçük ölçüde, o haritada da temsil edilir. Yine kâinatı büyük bir kitaba benzetecek olursak, insan onun bir özeti gibidir. Yeri gelmişken bu konuda: “NASA'da bir grup bilim adamı uzun çalışmalardan sonra kâinatın haritasını çıkarmayı başarmışlar. Sonra bu haritayı milyonlarca defa küçülterek NASA'nın giriş salonundaki duvara asmışlar.
Bir gün çeşitli üniversitelerden değişik alanlardan oluşan bilim adamlarından bir heyet NASA'yı ziyarete gelmiş. Heyetteki uzmanlardan tıp alanında çalışan bir profesör haritayı görür görmez "Aman Allahım!" diye çığlık atmış. Misafirlere mihmandarlık yapan NASA uzmanı ve diğer misafirler hep bir ağızdan "Ne oldu?" diye sormuşlar. Tıp profesörü "Olamaz, olamaz" diye sayıklıyormuş.
Biraz sakinleşince haritayı hazırlayan ekibin başkanıyla görüşmek istemiş. Tıp profesörünü ekibin başkanı olan astronomun odasına götürmüşler. Profesör odaya girer girmez: "Üstad, anlatmakla olmaz. Gözlerinizle görmelisiniz" diyerek adamın kolundan tuttuğu gibi kendi üniversitesine götürmüş.
Üniversitenin giriş holündeki büyük resmi görünce bu kez astronom gözlerine inanamamış. Çünkü duvardaki resim NASA'nın uzun çalışmalar sonucu elde ettiği kâinat haritasının aynısıymış. Astronom, profesöre "Bu... bu nasıl olur? Siz doktorlar kâinat haritasını nasıl çıkardınız?" diye feryat edince, Profesör "Bu kâinat haritası değil. İnsan beyin zarının büyütülmüş resmi"dir demiş.“ (Kaynak: Bilinmeyenler forumu) Hâlbuki Kur’an-ı Kerim insanın kâinatın en güzel bir takvimi ve özeti olduğunu bin dört yüz sene önceden haber vermiş.
Evet,” insan; İlahi Kudretin gizli definelerini açan bir anahtar külçesidir.” (11. Söz) Burada kâinat; “Kudret kalemiyle yazılmış bir kitaba” benzetilerek fen ilimleri daha bir ağırlık kazanmakta ve o kitaptaki yazıların taşıdığı gizli manalar, fen ilimleriyle ortaya çıkarılmaktadır. İnsan, kendisine verilen kabiliyetleri yerinde kullanmakla, yer altı kaynaklarından, elektriğe, ışınlar âlemine kadar nice gizli hazineleri ortaya çıkarmış ve çıkarmaktadır. Böylece sanki “bir anahtar külçesi” gibi her bir anahtarla ayrı bir hazineyi açmış ve açmaktadır. Bu anahtarlar, insan mahiyetine konmuş olan farklı kabiliyetler ve özelliklerdir.
“İnsan; varlıklar üzerine serpilen ve zaman süreciyle birlikte akan, İlahi mükemmelliklerin bir göstergesi ve harika bir sanatıdır." (11. Söz) Farklı ölçülerde, dozlarda, renklerde, şekillerde ve zamanlarda yaratılan varlıklardaki bütün mükemmellikler, en güzel varlık olan insan denen mucizeyi netice vermiştir.
On birinci Sözde geçmekte olan ‘Mevcudata Serpilme’ ifadesi; kainatın çekirdeği olan insanda bulunan özelliklerin, aynı oranda büyük insan denen kainat ağacının her tarafına yayılması ve serpilmesi, anlamında kullanılmıştır. Ağaca yeşil rengi veren çekirdekteki küçücük bir nokta, ağacın yeşil rengini temsil ettiğinden ağacın üzerine serpilmiştir, denilebilir. Bu tesadüfi bir serpilme değildir; çok anlamlı, orantılı ve ölçülü bir serpilmedir.
Mesela; “insanda en mükemmel manada bulunmakta olan muhabbet duygusu, hayat, güzellik, hikmet, altın Oran, bütün varlıklara farklı ölçülerde ve şekillerde dağıtılmış ve serpilmiştir, denebilir.” (Sorularla Risale,Sinan Yılmaz) Bunlar gibi, âlemde ne kadar mükemmellikler ve güzellikler varsa aynısı insana da verilmiştir. Çünkü insan, kâinattaki İlahi isimlere mazhar olan bir aynadır. Sonuç olarak; ‘”İnsan kâinatın küçültülmüş bir örneğidir; insan büyültülse bir kâinat, kâinat küçültülse bir insan olur.”