Dil bi’ tanedir…
Adamın birinin bir şaşı çırağı vardır. Biri iki gördüğünü kabul etmez. Usta ne kadar dil dökse nafile. Bir gün, usta çırağından evdeki su testisini getirmesini ister. Çırak eve gider ama eli boş döner: “Evde iki testi var usta; hangisini istedin?” “Evladım,” der usta, ders verme zamanının geldiğini düşünerek, “sen birini kır, diğerini getir.” Denileni yapar çırak ve tabii ki yine eli boş gelir: “Diğer testiyi bulamadım ustacığım!”
Testinin birini kırılabilir gören için, diğer testi de kıyılabilirdir. Sorun testinin iki olması değil; bir testiyi iki görmektir. Şaşının gözünde her testi kıyılabilirdir.
“İki dil”den birini resmileştirirken diğerini susturanların diğer dile saygılı olmadığı belli. Kürtçeyi susturarak Türkçeyi egemenlik aracı haline getirenlerin de, Kürtçeyi resmileştirmeyi bir iktidar aracı görenlerin de sorunu aynı: Biri iki görmek. Şaşılık. Ama bu göz şaşılığı değil akıl şaşılığı.
Geçin kelimeleri ve sesler. Bir kenara atın lügatleri ve tercümeleri. Yeryüzünde sadece bir dil vardır. O da “anadil”dir. Bejan Matur’un hayati vurgusuyla “anadil insanın cennetidir.” Anadilin tınılarında çocukluğun sevinçleri ve hüzünleri bekleşir. Anadilin akışında ana kucağı mutlulukların, baba ocağı korkuların sesleri çağıldar. Bebek yüzlü seslenişler, serin teselliler anadilin kelimelerine sarılıdır. Ninnidir anadil; türlü kaygıların uçurumlarında yaşayan insanı bir kenara çeker, göğsünü okşar, terini siler. Sakinleştirir. Ananın ak sütüdür anadil, hiç kuşkusuz helaldir, sonsuz yakınlık kokusudur, sınırsız huzur buhurdanlığıdır.
Anadilin heceleri, sesleri, vurguları hayatın her anına hükmeden derin çocuksu yaşanmışlığın anayurdudur. İnsanın her türlü yaşama kırıntısı çocukluğun o tatlı çöreğinden bölünür de yenir yutulur. Yolculukların hepsi çocukluktan başlar, çocukluğa döner. Anadil o çocukluk vatanını bekler. Masumiyet göğünün serin yağmuru olur. Cennettir; çocukça kaygısızlığın yuvasıdır.
Sözün özü, anadil, her insana özel bir tecrübedir. Parmak izi gibi biriciktir. Yinelenemez ve başka dillere aktarılamaz. İkamesi ve taklidi mümkün değildir. Tarihi eser değeri taşır. Yıkılamaz. Yenisiyle değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez.
Mesela, “ana” kelimesini değişik dillere çevirebilirsiniz. Ancak anadili Türkçe olan bir çocuğun “Anne!” kelimesinin yankılanmasında duyduğu sıcaklığı İngilizce “Mom!” sesiyle uyandıramazsınız. Tersi de geçerlidir. Dili, kelime dağarından etnik kökenden, coğrafi dağılımdan ibaret sanırsanız, insanlığın biricik dilini, insan olmanın evrensel temelini görmezden gelirsiniz. Türkçe de olsa, Kürtçe de olsa “anadil” bi’tanedir. İnsan kendi çocukluk cennetine anadiliyle bağlanır. Orada rahat hisseder kendini. O kelimelerle yatar uykuya; o seslerden kurulur rüyaları. Hayallerini anadilin sesleri üzerinde yükseltir. Aşkını anadiliyle seslendirir. Anadiliyle sevişir insan. Anadiliyle okşanmak ister. Kendi köklerine yolculuğunu anadil üzerinden yapar. Bu yolculuklar, ister Rumca üzerinden ister Rusça üzerinden olsun fark etmez. Çok farklı sesler üzerinden yürütülüyor da olsa, dilin insana ettiği aynıdır. Öyleyse dil birdir, bi’tanedir, biriciktir.
Anadil yasağı, insanın kendi cennetini insana yasaklamaktır. Anadile kastetmek, insanın yaşama hakkını elinden almaktır.
İnsanlar acıkır ve doyar. Neye acıkılacağı ve neyle doyulacağı çeşit çeşittir. Bizden farklı şeylere acıkıyorlar, sevmediğimiz meyvelerle doyuyorlar diye bir takım insanlara beslenmeyi yasak edebilir miyiz? “İki doyma”dan söz edebilir miyiz? Yediğini yemesek de, yediğimizden yedirmesek bile, bir insana kendince doymayı çok göremeyiz.
İnsan, anadiliyle doyar, anadiline acıkır. Kürtçe ya da Türkçe konuşmayı tercih etmekten öte bir ihtiyaçtır bu. Türkçe konuşanlar, Kürtçe konuşanların anadillerinin cennetine gidip gelmelerini yasaklayamaz. Kürtçe seslerle büyüyenlerin kendi cennetlerine giden yolu kimse Türkçe seslerle döşeyemez.
“Resmî dil Türkçedir, başkası düşünülemez” diyerek insana anadilini çok gören bir kafa, Türkiye’yi seviyor değil, Türklere saygı duyuyor değil, Türkçeye sahip çıkıyor da değil. Türkiye’nin de Türklerin de Türkçenin de ana maddesine, yani insana kastediyor. İnsanlara kendi cennetlerini yasaklıyor. İnsana kendi çocukluğunun rüya seslerini, ana yurdunun aşina yankılarını çok görecek kabalıktaki biri Türkçeden yana diye ben de mi onun yanında durayım? Başka bir anadili yok sayarak var edilmiş bir anadili seslendirmek ağırına gitmez mi insanın? Başkalarının anadilleri bastırılarak seslendirilmiş bir anadili konuşmaktan utanmaz mı insan? Bir doğallığı solduracak resmilik içinde korunan bir anadil kendi varlığından utandırılmaz mı? Bir dilin inkâr edilmez varlığını “bilinmeyen dil” diye inkâr ediyorsa birinin “resmi” olan diğer dilin varlığına saygısı sahici midir? Demek ki, eline fırsat geçseydi, ırkı “bu taraf”tan değil de “o taraf”tan olsaydı, siyasal şartlar onu Türkiye değil de Kürdiye diye adlandırılmış bir ülkede yaşamaya sevk etseydi, bu defa Türkçe konuşan insanlara kendi cennetlerini yasaklayacaktı. Türkçeye değil, insana karşı suç işleyecekti.
“Resmî söylem” sahipleri şimdi Kürtlere değil, Kürtçeye değil, Kürtçe kelimelere değil, insana kastediyorlar. İnsanın temel yaşama hakkını yok sayıyorlar. Bir insana yapılabilir görülen kötülük ise her insanı tehdit eder. Kürtlere yaptığını Türklere niye yapmasın ki?
Peki ben bir insan olarak, insan olduğu unutulan Kürtlere reva görülen eylemin öznesi olmak zorunda mıyım? Varlığa saygı ekseninde yaşama duyarlılığını üstlenmiş bir mümin olarak Kürtçe konuşanların insanlığını tehdit eden suçun yanında niye durayım?
Ben iki değil bir dil görüyorum. Herkesin hak ettiği anadili bir ve biricik biliyorum. Benim Türkçe kelimeler olmaksızın gidemeyeceğim o cennete herkesin gidebilmesi için Kürtçeden yanayım, Rumcadan yanayım, Arapçadan yanayım, Lazcadan yanayım, Almancadan, Rusçadan, Felemenkçeden, Sırpçadan, Arnavutçadan, Japoncadan (…) yanayım. İtirazı olan varsa beri gelsin.
Ben içinde yaşadığım ülkenin yasalarının vatandaşlarını hizaya sokmaya değil mutlu etmeye ayarlı olduğunu sanıyordum. Ancak Cumhuriyet elitlerinin vatandaşını sıraya sokma hevesiyle, insanı kendilerince kalıplar içinde tutma ihtirasıyla, anadilin her türünü kırptığına tanığım.
Umudum onlar değil, vicdanlar… Umudum, devleti vicdanı yapan duygusuzlar değil, devlete de vicdan yükleyecek insaflılar…
Şaşı değilim.
“İki dil”i tartışmasında taraf olanlar anadilin biricikliğini görmeyen şaşılardır. Bir dili diğer dile siyasi rakip görenler, anadil cennetini görmüyorlar. İnsanın sahih seslerine sağırlar. Onlara göre kırılabilir bir dil vardır her zaman. Kolladıkları dili kollamaları da sahici değil o zaman.
Siz ey “taraf olanlar” çekilin aradan. Anamızın dilini koparmayın ağzımızdan.