Anayasa Mahkemesi’nin askere sivil yargının yolunu açan değişikliği iptal etmesi, tam bir mahalle oyunu... En sık, en gönülsüzce bir asra yakındır seyre mecbur bırakıldığımız oyunlardan. İleri demokrasi ülkelerinde benzeri olmayan ucube bir yapının müsaadesi nisbetinde, el yordamıyla yol almaya çalışıyoruz. Ama ne el kaldı ne yol...
Anayasa Mahkemesi’inin kararı çok yadırgatıcı, çok mu garip? Ne münasebet... Vazifesi Anayasa’yı korumak, yeni kanunların bu mevkuteye uygunluğunu kontrol ve temin etmek olan mahkemenin yapabileceği başka bir şey mi vardı?.. Mecburi istikamet bu değişikliğin reddini gösteriyordu zâten.
Kısacası, tenkide şâyân olan Anayasa Mahkemesi değil, anayasanın kendisi... Milletin hayat ve hukukuna tecavüz eden darbeci askerlerin hazırladığı bu yasaklar manzumesi, en basit sivil teşebbüslerin önünü keserken, kendilerini yargılamanıza rıza mı gösterecekdi? Otuz yıldan bere millete nefes aldırtmayan bu cendereye muvafık hareket etmekten başka şansı olmayan Anayasa Mahkemesinin suçu anayasanın kendisi kadar mı kötü?
Efendim, değişen dünya şartlarına göre davranabilir, içtihad geliştirebilirlerdi... Kimler? Onbir kişilik mahkeme azaları... Elbet de böylesi bir arayış ve teşebbüs, bahis mevzuu beyler için bir fazilet olurdu. Elbet de böylesi bir içtihad ve arayış akıl, iz’an ve hürriyetperverliğin de gereğidir. Ama haksızlık etmeyelim, anayasaya bağlılık yeminyle çıktıkları makamda mevcut anayasaya ihanet etmelerini de bekleyemeyiz. Bu kadarı onlara bile yakışmayabilir...
Peki içleri kan mı ağlıyor? Ne gezer!.. Güle oynaya aldılar kararı; duruşlarından belli, “küçük dağları biz yarattık” edalarından belli... Yargının resmî ideoloji ile bu çarpık sistemin kuvvetli bir payandası olduğunu bir daha gösterdiler. Hepsi o kadar...
Cadde-i kübrânın keşfi ne dehâ gerektiriyor, ne de ender rastlanır bir siyâsî taktik kabiliyeti. Türkiye Cumhuriyeti devleti, târihin çok hususî, çok karışık ve büyük bir dönüm noktasında savaştığı hasımlarının telkin ve tehditleri altında kurulmuş, resmi bir düşünce ile zapt-ü rapt altına alınmış, devamı da askerin silâhına emanet edilmiş; milleti tehlikeli ve düşman addeden garip bir devlettir.
Bir asrı eteklerinden yakalayan ömrüne rağmen milleti kendi çizgisine çekememiş olan bu heyûlâ varlık, millete rağmen yaşamakta ısrar ediyor. Onun için de hamle üstüne hamle geliştiriyor; on yılda bir milletin hayat, hukuk ve haysiyetine kasteden darbeler yapıyor, yetmeyince arada bir muhtıralarla tetikte olduğunu ihsas ediyor, bir o kadar dadarbe plân ve teşebbüsleriyle de korku salmaya devam ediyor...
Millet ve millete âit her ne varsa sürekli bir tâkible çiğneniyor, boy atma istidadı gösteren bütün faziletler ayrık otları gibi kökünden sökülüp atılıyor. Bu topraklarda yaşama hakkı tanınanlar, devletin bu zorba ve a’da yapısına gönüllü veya gönülsüz teslim olanlardır. Gerisi bütünüyle hasım, bütünüyle tehlikeli ve zararlıdır...
Milletin hayat suyu mesabesindeki din ve târihinin bu kadar şiddetle ve hayasızca tahrib edilmesinin sebebi de korkularını yenip karşı durmasını engellemek içindir. Yeryüzünde milletinin din, târih ve değerlerine bu kadar düşmanlık yapan kaç devlet var? Üç tanesini sayabilenin alnını karışlarım...
Başörtülü eşini koluna takıp gönül rahatlığıyla gezdiremeyen bir cumhurbaşkanı ile başbakanın ülkesinde yaşadığımızı unutamayız. İkisini de her hatırlayışımda haysiyetim payimal edilmiş gibi ızdırab duyuyorum, niçin saklayayım...
Uzatmayalım... Bu köhnemiş ve milleti düşman gören heyulâ yapı bütünüyle değişip yerini gerçek mânâda demokrasiye bırakmadan hürriyet içinde olamayız... Ümid ve hayallerimiz hep ertelenecek, güzel baharları hep hayâl etmekle kalacağız. Baharlarımız, yaklaştıkça uzaklaşan serâblar olarak kalmaya devam edecek ve vuslat hasretiyle ölüp gideceğiz, bizden önce bu topraklarda ölen bedbahtlar gibi...
Korkunun ecele faydası yok... Kendilerini milletin ve devletin aslî sahibi görüp ve bu saçma zanlarını silâh zoruyla götürmeye çalışanları durdurmaya mecburuz, bedeli ne olursa olsun... Mevcut iktidar siyasî hayatına kasteden bu köhne yapı ile anlaşarak yürüyemeyeceğini görmeli. Birinci kapatma teşebbüsü gözünü açmadıysa, bilsin ki ikinci teşebbüs hayatını söndürecektir.
Anayasa Mahkemesi ve 367 Sabih Efendi’ye lâf yetiştireceklerine bir an önce isminden başka anayasalarla benzerliği olmayan darbe anayasasını kararlılıkla ve cesurca değiştirmeye başlasınlar. Kaybedilen her saniye, her gecikme sadece iktidarı değil, bütün bir milleti soluksuz bırakıyor. Nereden fırlatıldığı belli olmayan bir “balyoz” mevte mahkûm etmeden uyanınız!..