Anayasa tartışmaları (1)

Abdulkadir MENEK

Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden 89 sene geçti. Türkiye bu süre zarfında 1924, 1961 ve 1982 yıllarında Anayasa yaptı. Bu yapılan Anayasalar defalarca değişti ve adeta yamalı bohçalara döndü. Fakat bir türlü dikiş tutturamadı.

Çünkü bu Anayasaların üçü de olağanüstü dönemlerin ürünüydü. 1924 Anayasası için pek fazla bir şey söylemeye gerek yok. Tek adam dönemlerinde Anayasaların aslında çok fazla kıymeti de yok. Çünkü bir adamın ağzından çıkan her sözün Anayasa’nın üstünde sayıldığı ve yapılan hukuksuzlukların hesabının sorulmasının mümkün olmadığı diktatorya dönemlerinde, maalesef hukuk çok fazla bir anlam ifade etmez. Böyle zamanlarda kanunlar, mazlumların ve zayıfların daha fazla ezilmesi için kullanılır.

Zaten bu tek parti döneminde yapılan hak ve hukuk ihlallerinin haddi ve hesabı yoktur. Bunun için çok sayıda çalışmalar yapılmış ve ciltlerce eser yazılmıştır. Belki daha demokratik bir ortama geçildiği zaman, çok daha fazla hukuki değeri olan objektif çalışmalar da yapılacaktır. Ne de olsa Türkiye, bir şahsın, bir koruma kanunu ile korunma altına alındığı dünyadaki 2-3 devletten birisidir. Bu dahi bir demokrasi ayıbı olarak, bence yeterli bir sebeptir.

1960 İhtilalinden sonra yeni bir Anayasa yapıldı. Bu Anayasa özellikle o dönemin yönetimi tarafından seçilmiş hukukçu ve birtakım bürokratların oluşturduğu bir komisyon tarafından hazırlandı. Fakat hiçbir zaman yeterli bir hüsn-ü kabule mazhar olamadı.

Olağanüstü dönemlerde yapılan bir halk oylamasında bile, bütün baskı ve yanıltmalara rağmen, ancak halkın %65’i tarafından evet oyu verilerek kabul edildi. Sonraki dönemlerde ise, özellikle 12 Mart Muhtırasının ardından büyük değişiklikler yapıldı. Çok sayıda maddesi değişti. Adeta kevgire döndü.
Daha sonraki yıllarda ülke yönetimi için adeta bir bariyer olan, millete ve milletin seçtiği yönetimlere karşı devleti korumakla görevlendirilen bazı Anayasal kurumlar işte 1961 Anayasası ile ülke yönetiminde çok önemli ve adeta TBMM’nin üzerinde bir konuma kavuşturuldu.

Ülke çok zor ve çileli yıllar yaşadı. 12 Eylül öncesi dönemde, binlerce gencimiz, bu siyasi kaosun ve tezgahın kurbanı edildi. Uluslararası dehşetli komiteler ile yurt içinde yapılandırılmış ve bir kısmının da kökleri devletin derinliklerinden nemalanan dehşetli komiteler el ele vererek, koca ülkeyi bir kan gölünün ortasına kadar getirdi. Bu dönemde çok karanlık cinayetler işlendi ve kanlı hesaplar yapıldı. Siyasi iktidarlar yalnız bırakıldı ve adeta terör karşısında bir çaresizliğe ve başarısızlığa mahkûm edildi.

Bunu yapanlar, bu dehşetli tezgahın semerelerini 12 Eylül sabahından itibaren toplamaya başladılar. Ülkenin her tarafına, tüm kilit noktalara ve hatta basit gibi görünen görevlere bile adamlarını yerleştirdiler.  Kendi dizayn ettikleri bir senaryonun ardından devleti güzel bir şekilde idare etmeye başladılar.

11 Eylül günü ortalığı kan gölü haline getiren terör, aynı asker ve aynı emniyet güçleri tarafından bir anda önlendi. Maalesef, bu huzur ve sükunet ortamında yapılan büyük zulüm ve haksızlıklar, sonraki yıllarda, çok daha büyük problemler halinde ülkeyi meşgul etmeye başlayacaktı.

Bu ihtilalin ardından yeni bir Anayasa yapıldı. Bu adeta bir tepki Anayasası şeklinde hazırlandı. Bu sefer yapılan Anayasa daha ustaca tuzaklarla dolduruldu. Tabiri caizse, milletin seçtiği ve hür iradesi ile iktidara getirdiği yöneticiler, yapacakları icraatların büyük bir çoğunluğu için, atanmış bürokratların iki dudağı arasından çıkacak kararlara mahkum hale getirildiler.

Ülke kadınlarının büyük bir çoğunluğunun dini inançları gereği örtmek zorunda oldukları bir başörtüsü yasağı ile ilgili düzenlemeler dahi, defalarca bu bürokratik anlayışın egemen olduğu kurumların kapısından geri döndü ve uygulama sahası bulamadı.

Bütün bunlara rağmen 1982 Anayasası ile ilgili olarak çok sayıda ve önemli değişiklikler yapıldı. Rahmetli Özal, 1985 yılında çok önemli bir Anayasa değişikliğini halkoyuna sundu. Siyasi yasakların kaldırılması için yapılan bu değişiklik önerisi, çok az bir oy farkı ile kabul edildi ve ülke büyük bir ayıptan kurtulmuş oldu.
Rahmetli Özal, bu oylamayı halkoyuna sunmakla çok büyük bir hizmet etmekle birlikte, referandumda ‘’Hayır’’ için büyük gayret gösterdi ve hayatının en büyük hatalarından birisine imza attı.

2010 Referandumu için de ‘’Hayır’’ oyu vererek çok büyük ve demokratik bir ayıba imza atanlar, zaman zaman bunun demokratik bir hak olduğunu ifade ediyorlar. Elbette bundan bir şüphemiz yoktur. O zaman mecburi olarak bizim de, birkaç siyasetçinin siyasi yasağının kalkmaması için ‘’Hayır’’ oyu vermenin de Özal için demokratik bir hak olduğunu kabul etmemiz gerekir.

1982 Anayasası, % 92’lik bir evet oyu ile kabul edildi. Fakat demokratik olarak bu büyük çoğunluğun aslında çok büyük bir değerinin olmadığını herkes bilir. Tek taraflı propagandanın devlet eliyle ve devletin bütün imkânları alet edilerek, aleni olarak yapıldığı bir dönemim ardından alınan bu oran, ancak sahiplenenler için bir utanç vesilesi olabilir.

Hayır demenin yasak olduğu ve bunu ihsas edenlerin dahi hapislere atıldığı bu propaganda dönemi, demokrasi tarihimizde büyük bir ayıp olarak yerini aldı. Birçok yerde ve özellikle kırsal kesimde, askerlerin denetiminde yapılan oy verme işlemi ile vatandaşlar adeta ‘’hayır’’ demeye mecbur edildi. Zarflar bile, içindeki mavi oy olan ‘’Hayırı’’ gösterecek şekilde ince bir kâğıda basıldı.

Her ne gerekçe ile olursa olsun bu ayıplı Anayasaya hayır oyu verenlerin, haklı bir sebebe dayanabilmeleri mümkün değildir. Elbette herkes yaptığı yanlışı, bir gerekçenin arkasına saklanarak izah etmeye çalışır.Fakat yapılan işler neticeleri ile değerlendirilir ve 1982 Anayasasının, Türkiye için büyük bir kayıp olduğu, zamanın şehadeti ile ortaya çıkmıştır.

1982 Anayasasında, hemen hemen her hükümet döneminde çok önemli değişiklikler yapıldı. Bunların bir kısmı AB sürecinin getirdiği yükümlülükler ve bir kısmı da diğer konjonktürel şartların zorlaması ile gerçekleştirildi. Fakat hangi sebeple olursa olsun, bunların her biri önemli birer demokratik adım olarak yerini aldı.

1982 Anayasası üzerinde yapılan en önemli, en hayati ve en tarihi değişiklik, hiç şüphesiz ki, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandum ile kabul edilen değişiklik paketidir. Bu Anayasa değişikliği, Demokrasi Tarihimizin en kapsamlı ve neticeleri itibariyle en önemli değişikliklerin başında gelmektedir.

12 Eylül 2010 tarihli referandumda kabul edilen değişiklikler ile devlet, milletin devleti olma yolunda çok önemli ve çok büyük bir adım atmıştır. Bürokratik oligarşi büyük oranda mevzi kaybetmiş, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve HSYK gibi, TBBM ve hükümetin icraatlarına karşı yapılan çalışmaların üssü konumu halinde çalışan kurumlar, yavaş yavaş demokrasinin ve milletin emrine girmeye başlamıştır.

(Devam edecek)

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.