Cenab-ı Hak (c.c), Necm Sûresi 4-18. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
4-O (söyledikleri) bildirilen vahiyden başka bir şey değildir.
5, 6-Kendisine (o vahyi), kuvveleri şiddetli, mükemmel bir akla sâhib olan (Cebrâîl) öğretti. Bunun üzerine (göğe) doğruldu.
7-Ve o, (bu mi‘râcında) en yüksek ufukta idi.
8, 9-Sonra (çok perdeler geçerek Rabbine) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki, kab-ı kavseyn (iki yay) kadar veya daha da yakın oldu!
10-İşte (Allah) kuluna vahyettiğini, vahyetti.
11-(Gözleriyle) gördüğünü, kalb(i) yalanlamadı.
12-Onun görmekte olduğu şeyler hakkında, şimdi kendisi ile mücâdele mi ediyorsunuz?
13, 14-And olsun ki, onu (Cebrâîl’i aslî sûretinde) diğer bir inişte de (mi‘râc gecesi), Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında (iken) gördü.
15-Ki Cennetü’l-Me’vâ onun yanındadır.
16-O zaman Sidre’yi bürümekte olan, bürüyordu.
17-(O haşmetli makamda Muhammed’in) göz(ü) ne kaydı, ne de haddini aştı.
18-And olsun ki, Rabbisinin delillerinden en büyüğünü gördü. (1)
Cenab-ı Hak (c.c), İsra Sûresi 1. ayetinde meâlen şöyle buyuruyor:
1-Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Harâm’dan, etrâfını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya (İsrâ -gece yürüyüşü- ile) götüren (Allah, her türlü noksanlıktan) münezzehtir. Şübhesiz ki Semî‘ (herşeyi işiten), Basîr (hakkıyla gören), ancak O’dur.
---
(1) “Mâdem şu insanlar içinde, şu kâinât Sâni‘inin (kâinâtı san‘atla yaratan Allah’ın) makāsıdını (maksadlarını) en mükemmel bir sûrette bildiren ve şu kâinât tılsımını keşfeden (sırlarını ortaya çıkaran) ve hilkatin muammâsını (yaratılışın gizliliklerini) açan ve rubûbiyetin (Allah’ın terbiye ve idâre ediciliğinin) mehâsin-i saltanatına (saltanatının güzelliklerine) en mükemmel tarzda dellâllık eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. Elbette bütün efrâd-ı insâniye (insanların ferdleri) içinde öyle bir ma‘nevî seyr ü sülûkü (ma‘nevî mertebelerde seyâhati) olacaktır ki, cismânî (maddî) âlemde seyr ü seyâhat sûretinde bir Mi‘râcı (yükselmesi) olacaktır. ‘Yetmiş bin perde’ ta‘bîr olunan berzah-ı esmâ (isimlerin perdelerinin) ve tecellî-i sıfât ve ef‘âl (sıfatların ve fiillerin umûm kâinâttaki parıldamalarının) ve tabakāt-ı mevcûdâtın (varlık tabakalarının) arkasına kadar kat‘-ı merâtib edecektir (mertebeler geçecektir). İşte Mi‘râc budur.” (Sözler, 31. Söz)