Anlatıcı Bülbül

Himmet UÇ

İskender Pala, bu biyografik ve belgesel romanında yeni bir anlatıcı kullanmıştır. Romanlaştırmada, dramatik yapı kurmada orjinal bir tekniktir. Hazreti İbrahim zamanından başlayarak Peygamberimizi (asm) etrafına oluşan vaka örgüsünün müşahididir bülbül. Zaman ve mekan kaydı yoktur, her zaman ve mekanda olayları görür, dramatize eder, seyreder, üzülür, ağlar, şarkılarını söyler, olaylarla sürekli empati halindedir. Aşağıdaki metin onun heryerde hazır olan gören ve nakleden misyonunun bir örneğidir.

"İnsanların gülümden bahsetmek yerine fil hikayeleri anlatıp durmalarına dayanamıyordum. Şehri  boşlayıp Amine'nin damında bir yuva edindim. Gül goncasının kokusunu duymak dimağıma lezzet veriyordu. Üstelik Amine'yi daha iyi tanımaya başlamıştım. Ben onu ilk kez Kabe'nin önünde, Abdullah'ın kurası çekilirken görmüştüm. Henüz on dördündeydi. Fal okları develeri gösterdiğinde "Çok şükür, ilahlar şu parlak yüzlü genci mübarek kıldı, çok şükür!" demesi dikkatimi çekmişti. İki ay sonra onunla evleneceğini ne o, ne ben biliyorduk."

Peygamberimizin (asm) annesinden bahseder, tarihin yalın ve soğuk lisanını, romancı olayların sıcaklığlını hissederek anlatır ve anlatma ihtilali yapmıştır.

"Amine şiirden hoşlanıyor, bazı bazı gazeller okuyordu. Ondan duyduğum beyitleri terennüm etmeye başladım. Doğum öncesinin hassas ve duyarlı mısralarıydı hep. İbrahim'in dinine göre ibadet ederek -bu ibadet şeklini ona Abdullah öğretmişti- bebeğinin kolay doğması için durmadan yalvarıyor ve durmadan Abdullah'ın ölümüne ağıtlar yakıyordu:”

Şaht olduğu ve anlatığı Peygamberimizin (asm) babası Abdullah’ın ölümüdür.

“Mekke'nin Batha tarafı Haşimoğulları'ndan boşaldı. Yesrib'de, ölümün davetine uyarak evinden kefenler ve örtülerle kabre gitmiş. Hayat, Abdullah gibi bir yiğit daha bulup onun boşluğunu dolduramaz. Ecel onu hiç beklenmedik bir zamanda alıp götürmüş. Oysa ne cömert, ne merhametli yiğit idi."

Peygamberimizin (asm) dünyaya teşrif anındaki tatlı paniği anlatır.

"Bebeği doğdu doğacaktı ve babasının bir kez olsun onu göremeyecek, koklayamayacak olması Amine'nin yüreğine bir hançer gibi saplanıyordu. Üstelik kabri ta Yesrib'de idi. Doğumdan sonra bebeği kucağına veremeyecekti ama kabrine olsun götürüp doğumunu bildirmek isterdi. Ona benzeyeceğinden adı gibi emindi. Zaten tekmelemelerine bakılırsa erkekti. Garip olan ise, hamile kadınlara mahsus ne bir sancı, ne bir ağrı veya zahmet hissediyor olmasıydı. Dün ve evvelki gün aynı rüyayı görmüştü. İçinden bir ışık çıkıyor, yayılıyor, yayılıyor, Roma'nın Kudüs ve Dımaşk, Sasanilerin de Medayin sarayları dahil her yanı aydınlatıyordu. Bunu doğacak çocuğun hayırlı bir evlat olmasına yormuş, hatta bu rüyayı bir kez daha göstermesi için Allah'a yalvarmıştı. Bu gece daha fazlasını, ışığın bütün dünyayı aydınlattığını gördü. Üstelik uyanmadan evvel birisinin kulağına fısıldadığını hissetti: "Karnında halkının önderi olacak bir çocuk taşıyorsun, adını Muhammed koy, halini kimseye anlatma." İrkilerek uyanmıştı. İçinde bir can taşımanın tatlı telaşıyla ve ona bir zarar gelir korkusuyla. Ve bir gerçeğin farkına vardı; her kadının taşıdığından farklı bir can taşıyordu."

Bülbül, anlatıcı olarak hüzünlü bir vakaya şahit olur. Çok fantastik bir anlatıcıdır bülbül. Önce olayları gözlemlediği yeri belirlemiştir.

"Mescidin önündeki ağacı kendime yurt edindim. Burası dünyanın kalbi, gülümün bahçesi, hep hayalini kurduğum mekandı. Buradan uzaklaşmak, yalnızca gülümün peşinden giderken bana sevimli geliyor. Geri zamanlarda kah sevindiren, kah hayrette bırakan, bazen de üzüntü getiren hadiselerin yurdu... Bugün önce sevinci gölgeleyen bir hüzne, sonra da hüzünler içinde bir sevince şahit oldum mesela.

Akabinde Peygamberimizin (asm) kızı Zeyneb’in müslümanlar tarafından esir alınmasında fidye istenir. Habibullah eşi Hatice’nin kızına hediye ettiği gerdanlığın verilmesine üzülür ama hukuka saygılı ümmetin kalbi bunu kabul eder, ancak ashab Efendiler Efendisi Efendimizi bu ızdıtaptan halas ederler.

"Rukayye'yi kaybeden gülüm Mekke'deki Zeyneb'i daha çok merak etmeye başlamıştı. Müminler Bedir zaferine sevinirken ona hüzünler; herkes başarmanın şetaretini yaşarken ona kederler düşmüştü. Müşrik damadı Bedir'de Müslümanlara esir olmuş, fidye için tutuluyordu. Ve beklenen fidye geldi. Zeyneb, annesinin hatırası olarak sakladığı gerdanlığı göndermişti. Gülüm, büyükler büyüğü Hatice'nin gerdanlığını görünce burkuldu. Gözleri dolu doluydu. Bu gerdanlık nice güzel hatıralarla birlikte ona Hatice'nin büyüklüğünü ve şefkatini de hatırlatıyordu. Ölüm döşeğindeyken onu kızına uzatmış ve "Zeyneb'im" demişti, "benim güzel ve asil kızım, sana bu gerdanlıktan daha kıymetlisini bırakıyorum, babanı bırakıyorum, Allah'ın elçisini bırakıyorum! Değer bilirsin diye!" Zeyneb şirk içindeki kocasına fidye olsun diye şimdi o gerdanlığı gönderiyordu. Bu nasıl bir tecelli idi böyle? Allah, kullarına vereceği kederleri önce habibine gösteriyordu besbelli. Nitekim Muhacirler arasında da bu tür acılara uğrayanlar az değildi. Gerdanlığı gördüklerinde yüreklerine pek dokunması, hatta bazılarının ağlaması bundandı. Bedir'de zaferi kazananlarla kaybedenler arasındaki akrabalıklar ve dostluklar benzer trajedilere kapı  aralıyordu. Hak ile batılın ayrışması böyle böyle tamamlanacaktı. Hicretle başlayan maddi ayrılık, şimdi gönüllerde ve ruhlarda inanç esasıyla yeniden inşa olunuyor, sevgiler, sevgililer, evlatlar ve analar her biri bir yapının temel taşı oluyordu. Vatanla gurbet belirginleşiyor, gurbet vatanlaşıyordu.

Zeyneb, Hicret'ten sonra gülümün her zaman özlediği topraklarda, uzaklarda bir yerde kalmıştı. Kaç zamandır Muhacirler, Mekke'den gelen biri olduğunda çevresine toplanıp geride kalanları soruyor, herkes kendi hasretine dertleniyordu. Gülüm ise herkesin hasreti kadar dertleniyor, üstüne bir de Zeyneb'i düşünüyordu. Rukayye'yi kaybetmenin kederine şimdi büyük Hatice'nin gerdanlığı eklenmiş, gülümün yüreğini titretmişti. Kızı, canparesi, nazlı ceylanı oralarda zor durumda olmasaydı diyet için annesinin yadigarını göndermezdi. Aç mıydı, açıkta mıydı; ne yer, ne içerdi? Kureyş, acaba kendisine yapamadıklarını ona yapmaya kalkışıyor muydu? Kocası ona nasıl davranıyordu? Peygamberin kızı diye onu horluyor, hakaret ediyor muydu? Zeyneb'in kalbindeki hak ve hakikat nurundan rahatsız oluyor muydu? Belki de ona kötü davranıyor, hatta eziyet ediyordu.

Ashab, gerdanlığı almadan Zeyneb'in kocasını fidyesiz serbest bırakması için gülüme ısrar ettiler. O bundan memnunluk duydu. Müşrik damadını serbest bırakırken artık Zeyneb'in Medine'ye göçme zamanının geldiğini düşünüyordu.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.