‘2001 yılında, Ann Bancroft ve Liv Arnesen adlı gezginler, Antartika’yı bir uçtan diğer uca, 2700 km boyunca ayakla yürüdüler. Hem de kendi 100 kg.lık ağırlıklarını da taşıyan kızaklarla ve yükleri ile beraber. Tabii ki, bu ekstrem yerin yürünmesi, o kadar kolay bir marifet değildi.
Antartika’da sıcaklık, genellikle, insan teninin ve bedeninin hissedemeyeceği kadar soğuk bir sıcaklık olan eksi 40 derecededir. Bu kıta, yeryüzünün en soğuk derecesi olarak kaydedilmiş -89,2’lik bir dereceye sahiptir.
Yeryüzünün taze su ihtiyacının yüzde 70’ini bu kıta barındırmaktadır. Ve buna rağmen, dünyanın en geniş çöllerinden biri olarak dikkate değerdir. Antartika’nın bu kocaman taze su deposu, ortalama 2 kilometrenin üzerindeki yoğun bir buzda tutulmaktadır. Eğer buz tabakası erirse, denizler 60 metre kadar yükselecektir.
Bununla birlikte, dünya üzerindeki bütün diğer çöller gibi, Antartika da yılda 250 milimetreden daha az yağmur alır. Antartikanın 500 yıl önce, ılık bir iklime sahip olduğu ve yeşil bir bitki örtüsü ile kaplı olduğuna inanmak ne kadar da zor geliyor insana.
Kıtanın bu devasa büyüklüğüne rağmen, Antartika yarımadasında sadece birkaç omurgasız canlı hayatını sürdürebiliyor. Ki bu omurgasızlar, dünyada nadir bulunan hayvanlardandır. Omurgasız hayvanların bu en geniş grubu, böcekgillerden bir türdür. Bu böcekler, 12 milimetrelik bir uzunluğa kadar ulaşırlar. En şiddetli iklimlerde bile ayakta durabilen, deniz yosunu, kara yosunu ve diğer yosunlar, buradaki bitkileri oluştururlar.
Antartika kıtasının yüzeyi, canlılara karşı pek misafirperver değil iken, kıtayı çevreleyen su bol miktarda canlı mahluklarla doludur. Antartika sularında, besin zincirinin en alt katmanında, dayanıklı bir deniz yosunu türü vardır. Kış boyunca, deniz yosunu, donmuş su üzerindeki kar katmanlarının arasında yaşar, fakat baharda buzlar kırıldığında/eridiğinde deniz yosunları, okyanusa dökülür.
8cm.’den daha kısa ufacık karides benzeri deniz kabuklularından (krill) birçoğu, bu deniz yosunlarından beslenir. Bu karides benzeri deniz kabukluları, deniz kuşu, fok, balık, balina ve penguenler için münavebeli bir şekilde hayati bir besin kaynağıdır. (Yani bu deniz kabukluları olmazsa, başta balık olmak üzere, fok, balina, penguen ve diğer deniz kuşları hayatlarını devam ettiremeyeceklerdir.)
Hayvanlar, adada yaşayan tek canlılar değildir. (Kısmen de olsa, insanlar da bu kıtada yaşamaya başladı.) Antartika’nın uluslar arası özel bir alan olarak yönetilmesi ve bilimsel araştırmalar için kullanılması, 1959’da Antartika Antlaşması ile kararlaştırıldı. Bu anlaşmaya göre, ‘Antartika, bütün insanlığın ilgi alanındadır, sonsuza dek barışsal amaçlar için kullanılmaya devam edecektir ve uluslararası anlaşmazlıkların konusu ve alanı olmayacaktır.’
Bu gün Antartika’da, Arjantin, Avusturalya, Şili, Almanya, Büyük Britanya, İtalya, Japonya, Yeni Zelanda, Rusya ve ABD’nin 30’dan fazla istasyonu bulunmaktadır. Güneşin olduğu ekimden marta kadar olan sürede 24 saatlik periyotlarda, bir çok bilim adamı, bu istasyonlarda yaşayıp çalışmaktadır. Yılın ikinci yarısı ise, karanlık ve izole bir haldedir.(Yılın 6 ayı gündüz iken, 6 ayı da gece olmaktadır. Gündüz olan ilk bölümünde çalışma vardır. Ancak, yılın ikinci yarısında dünya ile irtibatları kesilmektedir.)Orada mahsur kalan az sayıda bilim adamı, dünyanın geri kalanına, aylarca sadece internet, telefon ve radyo ile bağlantı kurmaktadırlar. 6 veya 7 aydan sonra, bir uçak, içinde ihtiyaç maddeleri dolu olduğu halde oraya döner ve onları yalnızlıktan kurtarır.
Bilim adamları, bu kocaman buz sahasının, gezegen hakkında önemli bilgileri tuttuğunu düşünmektedirler. Araştırmalar gösteriyor ki Antartika, okyanuslarda suyun sirkülasyonu için de gerekli olan derindeki soğuk suyun üretiminde çok önemli bir rol oynamaktadır. Yer kürenin en büyük taze su ihtiyacını, Antartika karşılamaktadır.(Okyanusların altındaki soğuk su akıntıları, bu buzulların erimesi ile harekete geçmektedir. Ve diğer bütün su akıntılarını harekete geçirmektedir.)
Birçok araştırma, oksijenin bir formu olan ozon üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ozon tabakası, canlı şeyleri tehlikeli güneş ışınlarından korumaktadır. 1980’lerin ortasında, bilim adamları, ozon tabakasının Antartika’nın üzerindeki kısmının çok incelmiş olduğunu keşfettiler.
Ayrıca Antarika’da, 1970’lerden beri su ve hava sıcaklığının hafif hafif yükselmekte olduğu görülmektedir. Daha sıcak dereceler, kış ayları boyunca denizdeki buzulların daha da azalmasına yol açmaktadır. Ve bu, Antartika’daki besin zincirine etki edebilir. (Besin zinciri=deniz yosunu=balıklar=foklar=balinalar=….)
Ve yine bilinmektedir ki, Antartika’nın yakınındaki okyanuslarda, karides benzeri kabuklu canlıların(krill) sayısı, 1970’lerden beri yüzde seksen civarında azalmıştır. Bu tehlikenin en çarpıcı sonucu, denizdeki buzulların ve bunların üzerinde yaşayan deniz yosunlarının kış sezonu miktarındaki azalmadır. (Kışın, buzullar eriyince, onların üzerinde yaşayan yosunların miktarında azalma meydana geliyor. Deniz yosunları olmazsa, karides benzeri deniz canlılarının olmayacağını, bunlar da olmazsa, diğer bütün balıkların, balinaların, fokların vs.lerin olmayacağını tekrar hatırlayalım.)
Ayrıca, insanlar daha büyük daha büyük miktarlarda karides benzeri canlıları avlamaya başladıkları için, Antartika’daki besin zincirini olumsuz etkilemektedirler. Karides benzeri canlıların, birçok ürünün imalatında kullanıldığı da ortaya çıktı. Mesela, kosmetikte, kontak lenslerde, yapay deride ve özel amaçlı temizlik maddelerinde kullanılmaktadır. Antartika’daki diğer tabii kaynaklar da benzer bir şekilde, ticari amaçlarla sömürülmeye devam etmektedir.’
Özellikle kozmetik ticaretinin, en büyük sektörlerden birisi halinde geldiğini dikkate alalım. Bunun müslümanca kullanımının nasıl olduğu konusunda da ayrıca kafa yoralım.
Yukarıdaki metni, yabancı kaynaklı bir eserden tercüme ettim. Ve gördüm ki, dünyanın en umulmadık yerinde, dünyanın dengesinin ipuçlarını bulmak mümkündür.
Ve gördüm ki, yeryüzündeki buzulların, denizlerin soğuk su dengesinin bu denli korunmasına vesile olduğunu hiç tahmin edememiştim. Ve yine, denizlerdeki canlıların yaşamasının, bu buzulların arasında yaşayan yosunlara bağlı olabileceğini de tahmin edememiştim. ‘Vahşi batı’nın, kendi coğrafyasının çok uzaklarında, Afrikalarda, Asya’nın uzaklarındaki yerlerdeki insanları ve kıtaları sömürdüğünü biliyordum. Ama bu sömürünün Antartika kıtasına kadar uzayabileceğini de tahmin edememiştim.
Pürşer beşerin zulmü, kendi yaşadığı coğrafyayı aşmış, kutuplara, oradan da gökyüzündeki ozon tabakasına uzanmıştır. Sadece kendi dengesini bozmamış, yeryüzünün de dengesini bozmuştur.
Küresel ısınma sonucu, mevsimlerin dengesinin değişmesi, depremlerle ve sellerle insanın aklını başına alması için ikazlardır. Sürekli israf ve tüketim ekonomisi üzerine kurulu bir dünya hayatı, hem insanın fıtratını hem de dünyanın dengesini bozmaktadır.
‘Risale-i Nurda kat’i olarak ispat edildiği gibi,beşerin küfrü,kainatın ve ekser mahlukatın hukuklarına öyle bir tecavüzdür ki, semavatı ve arzı kızdırıyor ve anasırı hiddete getirip tufanlarla o zalimleri tokatlıyor.’ ‘Ve öyle bir ateşten sakınınız ki, geldiğinde sadece haksızlık edenlere erişmekle kalmaz!’