Seneca demiş; "Omnis stultitia laborat fastidio sui - Aptallık kendi kendisinden bıkmaktan mustariptir."
İnsanlar karmaşıktır.
Aptallık yeni değil.
Tarih saçma sapan şeyler yapan aptal insanlarla dolu.
Kendini akıllı sanan herkes aptaldır.
Bizler bilgimiz ve dehamızla dünyaya hükmeden akıllı türleriz.
Piramitler ve gökdelenler inşa ettik, aya gittik ve Pokémon GO'yu icat ettik.
Yazgı mahvetmek istediği kişiyi aptal yapar.
Bilgili bir aptal, bilgisiz bir aptaldan daha aptaldır.
Her aptal onu beğenen başka bir aptalı rahatlıkla bulur.
İnsan aptallığı defalarca zafer kazandı.
Kendimize veya başkalarına gereksiz zarar vermekten asla vazgeçmeyiz.
Belirli bir kişinin aptal olma olasılığı, o kişinin diğer özelliklerinden bağımsızdır.
Aptal bir kişi, kendisi hiçbir kazanç elde etmeyen ve hatta muhtemelen zarara uğrayan bir başka kişiye veya bir grup kişiye zarar veren kişidir.
Aptalla ilgili tek tutarlı şey tutarlı aptallıktır. Aptal insanları bu kadar tehlikeli yapan da budur.
Bu arada; bu kavram, Arapça أَبْدَلُ (ʾebdelü) sözcüğünden türemiş.
Zekâsı pek gelişmemiş, zekâdan mahrum anlamındadır.
Özetle akıl ve zekâ kavramlarını izah edip mevzuya geçmeli;
Akıl yalanla gerçeği, doğru ile yanlışı ayırabilme, bir konuda düşünce yürütebilme ve görüş bildirme yeteneğidir. İnsan olgunlaştıkça aklı gelişir.
Zekâ ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama ve açıklayarak çözme yeteneğidir.
Aptal sözcüğüne ait eş anlamlı kelimeler ahmak, alık, budala, geçmiş, geri, son ve şapşal sözcükleridir. Bu kelimeler birbiri yerine kullanılabilir.
***
Tarih boyunca bilgeler aptallığa karşı hiçbir savunma olmadığını belirtmişlerdir.
Geldikleri ortak nokta şöyle özetlenebilir: Bir toplumun aptalların yükü altında ezilmekten kurtulmasının tek yolu, aptal olmayanların kendi aptallarının kayıplarını dengelemek için daha fazla çalışmasıdır.
Aptallık bireysel düzeyde de geçerlidir.
Düzinelerce bilişsel önyargımız var, kendi yalanlarımıza inanıyoruz ve bu konuda iyi hissediyoruz.
Ama insan aptallığı hakkında daha sistematik bir şey var mı?
İtalyan ekonomi tarihçisi Carlo M. Cipolla buna inanıyor. 'İnsan Aptallığının Temel Yasaları' adlı kitabında Cipolla dört farklı insan türü tanımlar -aptal insanlar, çaresiz insanlar, zeki insanlar ve haydutlar.
Bir grup olarak, aptal insanlar Mafya ve Askeri-Endüstriyel Kompleksten çok daha güçlüdür çünkü aslında sosyal sonuçları yönlendirir ve etkilerler.
Cipolla, Nobel ödüllüler, profesörler ve hatta mavi yakalı işçilerden oluşan grupta dahi, herhangi bir gruptaki aynı oranda insanın aptal olma eğiliminde olduğunu buldu ve ispat etti.
Gerçek şu ki, nereye gidersek gidelim veya seyahat edelim, aynı oranda aptal insanlarla yüzleşmek zorundayız.
Aynaya baktığımızda bile zaman zaman.
Aptal insanların eylemdeki etkilerini herkes küçümsüyor çünkü apaçık ortada değil.
Aptal olmayan insanlar aptal insanların zarar verici gücünü hafife alırlar.
Akıllı insanlar kendilerine ve topluma fayda sağlar; haydutlar kendilerine fayda sağlamak için başkalarından çalar; Çaresiz insanlar topluma olumlu katkıda bulunmalarına rağmen naiflikleri için sömürülürler. Ancak, aptal insanlar hem kendi bireysel hem de toplumun genel çıkarlarına zarar verir.
Cipolla, aptal bir insanın çok daha tehlikeli olduğunu söylüyor, özellikle de birey elit sınıfta doğmuşsa.
Bürokratlar, generaller ve hatta politikacılar olarak potansiyel konumları dâhilinde toplam hasar kapasiteleri sayısızdır.
Yazar, Yuval Harari'nin belirttiği gibi, tarih bize insanların insanlık tarihinde aptallığın rolünü asla küçümsememeleri gerektiğini öğretir. Dünyadaki en güçlü güçlerden biridir.
Belki de en güçlüsüdür.
Yığın ve helvadan putları olanlar gibi…
***
Aptal olmayan insanlar, aptal bireylerin zarar verici gücünü her zaman hafife alırlar. Özellikle aptal olmayan insanlar, her zaman, her yerde ve her koşulda aptal insanlarla uğraşmanın ve/veya ilişki kurmanın her zaman maliyetli bir hata olduğunu unuturlar.
Aptal bir insan en tehlikeli insan türüdür.
Aptal bir insan bir hayduttan daha tehlikelidir.
Aptal hakkında bire-bir hiçbir şey yapamayız.
Aptal insanların ağırlığı altında çöken toplumlar ile onları aşan toplumlar arasındaki fark, aptal olmayanların makyajıdır.
Aptallıklarına rağmen ilerleyenler, akıllıca hareket eden, aptalların kayıplarını kendileri ve hemcinsleri için kazançlar sağlayarak dengeleyenlerin büyük bir oranına sahiptir.
Gerileyen toplumlarda, başarılı olanlarla aynı oranda aptal insan vardır. Ama aynı zamanda yüksek oranda çaresiz insan var ve yine Cipolla, "aptallık imalarıyla haydutların endişe verici bir şekilde çoğaldığını" yazmıştır.
***
Müslüman filozoflar insanın zihnî/entelektüel donanımını onu yetkinliğe, dolayısıyla gerçek anlamda mutluluğa ulaştıracak en önemli imkân olarak değerlendirmiştir.
İslâm düşüncesinde bu tür konular üzerinde yoğunlaşan Farabi’ye göre insanın mutluluk idealine ulaşması iyiyi kötüden ayırt etmesi, böylece duygu ve davranışlarının iyilik istikametinde yönlendirilmesiyle mümkündür.
İyiyi kötüden ayıracak olan ise insana doğuştan verilen zihin gücüdür.
Buradaki “güç” kavramı zihnin güçlü olması, yani asıl işlevini görmesini engelleyecek aptallık türünden herhangi bir zaafı taşımaması anlamını da içerir.
İyi duygu ve davranışların sürekliliği insanda ahlâk denilen yapının bu yönde gelişmesini sağlarken zihin gücünün sağlıklı işleyecek biçimde geliştirilmesi bu yapıyı bütünler. Her şeyin erdemi yetkinlik ve iyi nitelik kazanmasına bağlı olduğuna göre insana özgü erdemi ancak iyi ahlâkla zihin gücü birlikte meydana getirebilir. Böylece Farabi ahlâkî gelişimle zihinsel gelişimi erdemli ve mutlu bir hayatın şartı saymıştır (Risâletü’t-Tenbîh, s. 184-189).
Taşköprizâde Ahmed Efendi, hikmet kelimesinin ahlâk ilmindeki anlamını da şu şekilde aktarmaktadır: “İnsan aklının kemali olan hikmet, aptallık denilen tefrit noktasındaki rezîletle cerbeze denilen ifrat noktasındaki rezîletin orta noktasıdır” (Miftâḥu’s-saʿâde, I, 311-312, 314-316, 318, 320, 405-406).
Tasavvuf edebinde, ‘nefse her istediğini vermek insanı aptallaştırır; onu bazı nimetlerden mahrum bırakmak kişi üzerindeki baskısını önlediği gibi bazılarından yararlandırmak da onu aptallıktan korur’ denilmiştir.
***
Meryem oğlu İsa sanki kendisini bir Arslan kovalıyormuş gibi canhıraş bir şekilde kaçıyordu. Adamın biri bu hale hayret ederek ardından koştu ve şöyle seslendi: “Hayrola, ürkütülmüş bir kuş gibi çırpına çırpına niçin ve nereye kaçıyorsun? Arkanda kimse yok!”
Hz. İsa -aleyhisselâm- o kadar hızlı koşuyordu ki, acelesinden adamın sualine cevap veremedi. Onun bu şekilde kaçışını merak eden adam, nihayet ona yaklaştı ve: “Ey İsa! Ne olur Allah için bir an dur da söyle: Senin bu kaçışın benim için bir muamma oldu! Kimden kaçıyorsun? Arkanda ne arslan, ne düşman, ne de korkulacak bir şey var” dedi.
Bunun üzerine Hz. İsa aleyhisselâm, “Ahmaktan kaçıyorum ahmaktan! Git bana mani olma ki, kendimi kurtarayım!..” diye karşılık verdi. Bu sefer adam:
“Nefesi ile körlerin ve sağırların şifa bulduğu “Mesih” sen değil misin? Diye sordu.
Hz. İsa -aleyhisselâm, “Evet, benim” diye cevap verdi.
Adam devamla: “Manevi sırlara mazhar olan ve bu yüzden “Ruhullah” sıfatını alan şahs-ı manevi sen değil misin? Sen ki, ölmüş birine o duayı okuduğunda, o kimse, av bulmuş Arslan gibi kabrinden sıçrayıp kalkıyordu” dedi.
Bunun üzerine Hz. İsa -aleyhisselâm- “Evet ölüye okuyan benim” cevabını verdi.
Adam sordu: Ey güzel yüzlü İsa! Çamurdan kuş yapıp uçuran sen değil misin?
Hz. İsa “Evet…” dedi.
Sonra adam: “Ey temiz Ruh! İstediğin her şeyi yapabildiğin halde kimden korkuyorsun?”
Hz. İsa -aleyhisselâm- : “Evvela ruhu, sonra cesedi yaratan Cenabı Hakk’a ve O’nun sıfatlarına yemin ederim ki, o duayı yani İsm-i Âzam’ı sağır ve köre okudum; onlar iyileştiler. Yine o duayı okudum, ortasından kayalık bir dağa çatladı; ölü bir cesede okudum, dirildi; hiç bir şeyi olmayan fakire okudum, zengin oldu. Fakat o duayı bir ahmağın kalbine şefkat ve merhametle binlerce defa okuduğum halde fayda vermedi. O ahmak, katı bir taş kesildi; lakin ahmaklığından vazgeçmedi. Çorak bir kum oldu da, ondan bir ot bile bitmedi” dedi.
Bu sözleri duyan adamın hayreti daha da arttı ve merakla Hz. İsa’ya -aleyhisselâm- sordu: “İsm-i Âzam” bu kadar şeye tesir edip şifa verdiği halden için ahmaklığa tesir edememiştir? Hâlbuki diğerleri de bir hastalıktır; onlara deva olup da buna olamayışının sebeb-i hikmeti ne olabilir?
Hz. İsa -aleyhisselâm- cevap verdi: “Ahmaklık, kahr-ı ilahî olan bir hastalıktır. Diğerleri ise körlük gibi kahr-ı ilahî’ye uğramayan ibtilalardır. İbitla da bir hastalıktır; ancak sadece mübtelasına acınır. Ahmaklığa gelince o da bir hastalıktır, lakin ekseriya başkasını yaralar ve zarar verir.
“Ahmaklık damgası Allah’ın bir mührüdür. Ona hiç kimse çare bulamaz.”
Mevlana ahmaklık hakkında şöyle buyuruyor: “Ahmaklardan kaç ki, İsa -aleyhisselâm- onlardan kaçtı. Ahmakla sohbet nice kanlar dökmüştür.”
***
Sanayi çağı kalite, süreç ve verimlilikle ilgiliydi. Bununla birlikte, dijital çağ artık tamamen yenilik, yaratıcılık ve keşfedilmemişi keşfetmek için hesaplanmış riskler almakla ilgilidir.
Aptallık daha fazla aptallığı doğurur.
Yükseltilmiş Aptallık, kayıtlı tarih kadar eskidir.
Yüksek aptallığın yükselişi altın devrini yaşıyor.
İnsanlık için en iyisini yapmak için insan ahlakına ve sözde iyi insan liderliğine güvenemeyiz.
Sadece durumun böyle olmasını umabiliriz, ancak günün sonunda aptal insanlar kazanabilir.
Aptallık salgınını sona erdirmek veya orijinal alanlına geri itebilmek için, mütevazı bir şekilde eksikliklerimizi kabul etmeli ve her şeyi bilemeyeceğimiz ve bilmememiz gerektiği konusunda hep birlikte hemfikir olmalıyız.
Ya cehaletimizi kabul edebiliriz ya da ona mahkûm olabiliriz.
Sahte “gerçekleri”, cehaleti ve aptallığı yayma çabaları hiçbir zaman şimdiki kadar kolay olmamıştı.
“Hakikat sonrası” çağımızın potansiyeli, George Orwell'in kendi zamanında hayal edebileceğinin çok ötesinde. 1984'te öngörücü ve distopik bir geniş görüşlülük sundu, ancak bugün gördüğümüz agnozu o bile tasavvur edemezdi.
Agnosis (duyusal bilgiyi işleme yetersizliğidir) çağımız, tarihsel standartların ve kayıtlı hafızanın ötesinde yollarla giderek daha fazla temasa geçiyor. Duyarsızlığa değil, empatiye her zamankinden daha fazla ihtiyaç var.
Dehanın sınırları olabilir, ancak aptallığın böyle bir engeli yoktur. İlmin cehalete gücü yeter ve alt edebilir onu fakat ahmaklığa gücü yetmez.
Eğitim, aptallığı almaz…
Akletmeyenlerin üzerine pislik dökülür.
'Aptallık Denizinde Bir Akıl Adası' yahut ‘ Bir Hira’ ve yahut ‘ Bir Yunus Balığı’ bulmalı…
Ya da çokça çaresiz kalınca ‘ ben mağlup oldum’ deyip bir gemi yapmalı…
Yedi arkadaş gibi bir ‘Kehf’e sığınmalı…
Hiçbiri olmazsa; arkaya bakmadan köyü kuşanıp şehri terk etmeli…
Bereketli’ye dönmeli…