‘Ara Dönem’ kanaat önderleri, hikayecileri, masalcıları, uzmanları, bilirkişileri...
Kainat insan, hayvan ve bitkilerden mürekkep bir alem. O alemde her varlık bazı şeylerle sınırlandırılmış. Ama insan eşref-i mahlukat olması hasebiyle diğer iki varlık çeşidine göre daha az sınırlandırılmış. Maddi ve manevi unsurları vasıtasıyla çok değişik şartlarda yaşayabilir bir varlık olarak yaratılmış. Bu bakımdan insan kadar bulunduğu ortama kolay ayak uydurabilen başka bir varlık göstermek zordur. Kutuplarda yaşayan bir hayvan çölde yaşayamıyor. Çölde açan bir bitki kutuplarda soluyor. İnsan ise hem kutuplarda yaşayabiliyor, hem de çölde.
İnsan, maddi olarak böyle çeşitli şartlara kısa sürede uyum sağlayabildiği gibi, manevi olarak da uyum sağlayabiliyor.Alemde imana da, küfre de yakın. Güzele de, çirkine de, hayra da, şerre de kısa zamanda ayak uydurabiliyor. Fıtratının emirlerine kendini teslim etmiş olduğu zaman zaten sorun yok. Hemen her zaman imanın, güzelin ve hayrın yanında tercihini kullanıyor. Ama renklerin safını yitirdiği, ara renklerin hüküm ferma olduğu bir zamanda zıtlar arasında tercih sorunları yaşayabiliyor. O zaman insan bu duruma iki halle tepki veriyor: “Akledenler” veya “Akıntıya kapılanlar”.
Akıntıya kapılanlar hemen her zaman bizim teyakkuzda bulunmamız gerektiğini halleriyle bize ihtarlar ederler. Onların o durumlarından kendimize ibret dersleri çıkarırız. Kırgınlık ile kızgınlık arası bir ruh durumu ile onları izleriz.
Bu gün akıntıya kapılanların akıntıya kapılması için şiddetli bir tazyik altında olduklarını görüyoruz.
Zira hiçbir zaman bu gün olduğu kadar onları akıntıya kapılmaya sürükleyen nedenler olmamıştı.
Hiçbir zaman bu günkü gibi bu kadar bilirkişi, bu kadar uzman, bu kadar psikolog, bu kadar pedagog, bu kadar toplum mühendisi, bu kadar değişim mühendisi olmamıştı.
Hiçbir zaman malumat hikmeti bu kadar perdelememişti.
Hiçbir zaman insanlar bu kadar kendi hayatlarını değiştirmek için başkalarının hayatlarını değiştirmeye çalışmamışlardı.
Hiçbir zaman bu çağdaki kadar insanlar Yaratıcı ile boy ölçüşme cüretini göstermemişlerdi.
Hiçbir zaman bu kadar Allah’ı kendilerine göre tabir yerinde ise yontmamışlardı.
Rahim olan Zat hiçbir zaman bu kadar affedici değildi.
Hiçbir zaman bu günkü kadar kulların Rableriyle olan münasebetinde korku ve ümit dengesi korkunun aleyhine, ümidin lehine olmamıştı.
Rabbimiz hiçbir zaman bu kadar “alemlerin Rabbi” olmaktan çıkıp, “benim Rabbim” derecesine düşürülmemişti.
Allah hiçbir zaman kullarına bu kadar hizmetkar olmamıştı. O hiçbir zaman kullarına bu kadar mahkum olmamıştı.
O uzmanlar, bilirkişiler, mühendisler, kılavuzlar hiçbir zaman insanlar üzerinde bu kadar tesirli ve belirleyici olamamışlardı. Hiçbir zaman bu kadar Allah’ın yerine kendilerini koymamışlardı.
Onlar... Uzmanlar, bilirkişiler, mühendisler, kılavuzlar, rehberler....
Onlar insanlara kıssa, mesel, menkıbe anlatmak yerine hikayeler, öyküler, masallar anlatanlardır.
İnsanları kemale erdirmek için kişisel gelişim seminerleri, NPL kursları düzenleyen, bunun için kitaplar, dergiler yayınlayanlardır.
Onlar 11 Eylül ve terör eylemlerini protesto eden duaları safdil müminlere dayatanlardır. Onlar Çeçenistan’da, Filistin’de, Irak’ta, dünyanın dört bir tarafında zulüm gören Müslümanlara dua etmeyi bize unutturanlardır.
Onlar rüyalarımıza, dualarımıza, hayallerimize, aklımıza ve kalbimize kısacası hayatımızın hemen her alanına hakim olan insanlardır.
Onlar öykü anlatmaktan mesel ve kıssa anlatmaya, kişisel gelişim semineri vermekten hadis-i şerif nakletmeye ve akletmeye vakit bulamayanlardır.
Onlar malumat vermekten akletmeyi öğretmeyi akıllarına getiremeyenlerdir.
Onlar insanları akletmenin derinliğinden malumatın sığlığına mahkum eden akl-ı evvellerdir. Onlar öykü kitapları yayımlayarak Karun kadar servete, kişisel gelişim seminerleri düzenleyerek Mısır tanrıları kadar güce sahip olanlardır.
Onlar... Onlar kendilerini bilirler. Onları biz anlayamayız (!).
Onlar insanların önlerine önce bin bir sorun çıkartan, sonrada bu sorunları çözmeye kalkışan kalp okuyucuları, iyi niyet simsarları, ümit tacirleridir.
Onlar öykülerini ve kişisel gelişim kitaplarını “mesele”leri yapanlardır.
Onların “mesel” gibi bir meseleleri yoktur. Ama onların meselelerini “mesel” edinenlerle sorunları vardır.
Onların sorunları akledenlerdir. Zira akledenler gündemlerini kendi belirler ve kendilerinin gündemini başkalarına taşımaya çalışırlar.
Onların “mesele”lerine kaynak teşkil etmek için “mesel”ler ortaya koyan düşmanları vardır. Onların dostları ve yardımcıları akıntıya kapılanlardır. Akıntıya kapılanlar onların belirlediği gündemlerin peşinden koşanlardır.
Onlar “kaynak”larını geliştirmek için mesellerle, öykülerle “mesele”ler icat edenlerdir.
Mesel, misal, örnek, bir kaideye örnek olarak söylenen söz, başka meseleye delalet etmek üzere söylenen, zahiri manasıyla kullanılmayan söz, terbiyevi ve ahlaki küçük hikaye....demektir.
Onlar öykülerini meselin muadili gibi sunarlar. Oysa öykü “öykünmek” teriminde de olduğu gibi biraz taklidi, özentiyi anlatır. Mesel denilince ibrete ve hikmete medar bir kutsal bir kıssa hatıra gelirken, öykü denilince daha çok kurmaca, hayali bir durum akla gelir.
Onlar akılların kullanılması yerine hayallerin hüküm ferma olmasını isteyenlerdir.
Onlar ancak sapla samanın, doğru ile yanlışın birbirine karıştırıldığı, ara renklerin hakim olduğu ara dönemlerde ortaya çıkabilirler. Her şeyin ayan beyan olduğu, fakat ülfetin başını alıp gittiği ara zamanlarda.
Onlar ortalama imani hassasiyetleri olan insanların da içinde bulunduğu birçok kişiye aşk ve başarı öyküleri okutur, evliliğe hazırlık kursları düzenler, kişisel gelişim seminerleri sunarlar. Bu öykülerden ve kişisel gelişim kitaplarından gına geldiğini söyleyecek birisi olsa onu hemen sustururlar. Gına gelmesi bir tarafa meselenin endişe verici boyutlara ulaştığını hatırlatmaya çalışanlara hemen ağzının payını verirler.
Onlar kişisel gelişim seminerleri ile alttan alta çok amaçlı bir “enaniyet” geliştirme müfredatını okuturlar, insanları malumatfuruşluğa teşvik ederler. Faziletfuruşluk nevinden gıpta damarlarını tahrik eden öyküler anlatırlar, herkesin bir öyküsü vardır demeyi de ihmal etmezler. Ne var ki birileri alternatif bir öykü ve kemal dersi ortaya koyduğunda da bunları tahfif ve tezyif etmek için ellerinden geleni arkalarına koymazlar.
Onların televizyonda haberleri, radyolarda röportajları, gazete ve dergilerde fotoğraflı reklamları yayımlanır. Onların internet siteleri vardır ve onlar sitelerde otururlar. Onlar öykü kitapları çıkarır, dua mecmuaları yayımlar, kişisel gelişim seminerleri sunarlar. Onlar kendilerinin sunmak, yayımlamak ve yayılmak için yaratıldıklarına inanırlar. İnandıkları gibi de yaşarlar.
Onlar kutuplarda da yaşarlar, çöller de yaşarlar.
Onlar muhafazakar partilerde de bulunurlar, liberal cemaatlerde de.
Onlar yaşarlar. Onlar bilirkişidirler, uzmandırlar, mühendistirler. Ama onların hepsi de yazardırlar (!). Onlar yakında kanaat önderi de olacaklardır.
Onlar aşk, evlilik ve başarı öyküleri, kişisel gelişim kitapları yazarlar. Onlar yazısı gitmiş yazarlardır. Onları siz yazılarının yanındaki fotoğraflarından tanırsınız. Onların fotoğrafları yazılarından daha çok hatırda kalıcıdır. Onların ardında isimleri kalmaz. Onların ardında fotoğrafları kalır.
İşin en endişe verici tarafı şu ki etrafınızdaki neredeyse her beş kişiden birisi onlardan biridir. Kalan dört kişiden bir-ikisi de bunların okuyucularıdır(dinleyicileri). Yani sizler akleden insanlar olarak, akıntıya kapılanlar ve akıntıya kaptıranlarla beraber yaşamak zorunda kalırsınız.
En dayanılmaz olan şey de budur herhalde...