Arap Kardeşlerin, İslam Birliğine Teveccühleri

Habibi Nacar YILMAZ

Son yıllarda, özellikle yaz aylarında Trabzon merkezli olarak, Orta Doğu ülkelerinden gelen Arap kardeşlerimizi misafir ediyoruz. Bu kardeşlerimizin, epeyce bir tanışma ve kaynaşmaya vesile olan bu ziyaret ve ticaret odaklı seyahatleri, bölgenin hem ticaretini olağanüstü şekilde canlandırıyor hem de bana göre daha önemlisi, Müslümanların tanışmasına, kaynaşmasına ve Müslüman halkların bir hedefte birleşmesine katkıda bulunuyor.

Bunları birer temenni olarak anlatmıyorum. Birebir yaşadığımız veya şahit olduğumuz örnekleri de var. Söğütlü'de evimize yakın mescidin, özellikle sabahları, Arap kardeşlerimizden cemaati eksik olmuyor. Çok dikkat ve özenle namazlarını kılarlar. Namazdan sonra, anlaşabildiğimiz kadarıyla tanışmayı, hal hatır sormayı, hissiyatlarını ifade etmeyi ihmal etmezler. Özellikle, her sene gelenler var ki sanki aynı mahallenin sâkinleri gibi onlarla kaynaşırız. Çeşitli kademelerde hem de yüksek seviyede esnaf, iş adamı veya emekli olduklarını öğrendiğimiz bu kardeşlerimizden, bazen imamlık da yapanlar oluyor. Maşallah Kur'an kıraatleri ve ezberleri ileri seviyede.

Trabzon'un en işlek caddelerinin biri de Kemeraltı'nda Semerciler Caddesidir. O caddede, hanım kardeşlerimize yönelik bir işletmemiz olduğundan, mesaimizin önemli bir kısmı o mekânda geçiyor. Günün belli saatleri, caddenin yarısından fazlası Arap kardeşlerimizle dolu ve ticaretin canlı olduğu zamanlardır. Öncelikle ve özellikle, gençlerin Türkçeye de âşina olduklarını memnuniyetle görüyoruz. Dizilerden, hususen "Diriliş Ertuğrul"u seyrederek öğrenmişler Türkçeyi. Güler yüzlü ve "Hoş geldinizle" karşılamak, onları fevkalade memnun ediyor. Bunu, tavır ve yüzlerinden hemen anlıyorsunuz. Böyle bir karşılama hem insanî hem de kimi memnun etmez ki? Onlara bir müşteriden önce, aziz bir misafir muamelesi yapmaya, onlarla tanışmaya, memnuniyetlerini ölçmeye, memleketlerinden haber almaya çalışıyoruz. Kıt bir Arapça bilgimizin el verdiği ölçüde, az da olsa anlaşıyoruz. Seyrek de olsa Mısırlılar, Pakistanlılar, Cezayirliler de var. Daha çok, Körfez ülkelerinden gelenlerle dolu. Filistinli kardeşlerimiz daha heyecanlı. Mısırlılardan "Biz yarı Türk sayılırız" ifadesini bile duydum.

Kudüslü olan bir kardeşimiz, "Kudüs, Osmanlı toprağıydı ne duruma geldi? Tekrar eski şevketine kavuşacağına inanıyorum" demişti. Diğer bir Filistinli de "Ayder'de" ezan okumuş, bana iftiharla dinletiyor. Ama ezanın Kudüs'te okunan ezan olduğunu da hatırlatıyordu.

Bir Yemenli, Cumhuriyet tarihini bana özetliyor ve Türkiye'nin kendilerine bir ümit ışığı ve rehber olduğunu ısrarla söylüyor. Kuveytli, Katarlı, Suriyeli, Iraklı, Ürdünlü, Ummanlı onlarca, özellikle orta yaş Müslüman kardeşlerimizle, anket yapar gibi sohbet ettik. Başarabildiğimiz kadarıyla iletişim kurduk. Onların bazen heyecanlı hallerine hayretler içinde kaldım. Heyecanlarının bizden daha fazla olduğu muhakkak. Osmanlı özlemi, sonra Reis'in üzerlerindeki muazzam etkisini iftiharla müşahede ettim.

Bir Filistinli, Reis'in Birleşmiş Milletler'de Filistin haritasını göstererek yaptığı muazzam konuşmasını hatırlattı. Filistin'de millet, ayakta dinledi, dedi. Tahminlerin üstünde çok büyük bir teveccühün olduğunu ifade etti. Siz farkında değilsiniz, diye de ilave etti.

Günde neredeyse on kişiyle, bu mânada irtibatımız ve iletişimimiz oluyor. Hele, bir Lübnanlı mühendisin Türk Dili mezunu kızı vasıtasıyla bize ilettiği mesaj var ki daha da düşündürücü. "Eğer mevcut Reis'e destek vermeyip onu mahcup ederseniz, bizi, İslâm âlemini mahcup etmiş olacaksınız" dedi. Hem de Türk siyasetinin mevcut isimlerini de sayarak.

Aklı başında, seviyeli, belli bir görevi olan Arap kardeşlerimizin hemen hepsinin İslâm, özellikle Türk tarihini az çok bildiklerini, özellikle Osmanlı tarihinde hassas olduklarını anlamak mümkün. Aynı şekilde, son yüzyılda dine ve dindara yapılan baskı ve zulmün seviyesini, Türkiye'nin geldiği son müspet durumu, üst seviyede takip ettiklerini de anlıyorum. Bunu, ülkemize, özellikle son Reis'e olan teveccühlerini ifade ederken ki araya sıkıştırdıkları ifadelerden de anlıyoruz aslında.

Üstadın, asrın başında Şam Emevi Camii'nde okuduğu meşhur hutbenin her satırı, sanki böyle bir güzel netice için söylemiş gibi. Üstad, Türk milletini, Maide Suresinin 56. Âyetinde bildirilen "Allah'ın yolunda cihad eden bir topluluk getirecektir" müjdesinin bir mazharı ve altı yüz senedir İslam'ın bir bayraktarı olarak görüyor. Araplara hitaben söylediği Hutbe-i Şamiye'nin başındaki "Sizler bizim (Türklerin) ve İslam milletlerinin üstatlarısınız" ifadesinde de anlıyoruz ki Arap milletini de üstat olarak görüyor. Çünkü İslam, onların eliyle dünyaya ve bize ulaştırıldı. İslam'ın ilk, mümtaz, erişilmez ve örnek talebeleri olan sahabeler ve devamı güzide nesil, hem ilim hem de örnek ve nezih hayatlarıyla İslam'ın, dünyanın başına geçmesine vesile olmuşlardı. O bayraktarlığı onlardan, bizler aldık. Şimdi bu iki necip kavmin yakınlaşması sayesinde, ittihad-ı İslam'ın emareleri görünüyor ki, Asya münafıkları ve Avrupa zâlim kâfirleri iç ve dış odakları kullanarak, buna olabildiği kadar engel olmaya çalıştıklarını ibretle görüyoruz.

Üstad,o meşhur hutbesinde, büyük bir içtimaiyat sosyoloğu olarak, bizi maddi ve manevi Orta Çağ seviyesinde durduran altı hastalığı ve bunların tedavi hallerini gösteriyor.

-Yeis (ümitsizlik),

- Doğruluğun ölmesi,

- Birbirimize kolayca, basit sebeplerle düşman olmamız,

- Düşmanlığı sevmemiz,

-Müslümanları birbirine bağlayan nuranî bağları bilmemek, unutmak,

- Müstebit uygulamalar, şahsi menfaati öne almak gibi hastalıklar, bizi geri bırakmıştır. Bu engelleri aşmanın maddî ve manevi yollarını da büyük bir vukufiyetle o hutbede gösteriyor.

Bu kısa köşede bunları tahlil edecek değiliz; ama idareciler arasında tam olmazsa da en azından Müslüman halklar arasında, artık ümitsizliğin ümide, düşmanlıkların dostluğa döndüğü, mümin kardeşliğin öneminin farkına varılmaya başlandığı görülmektedir. Batı'nın iki yüzlü, sömürgeci, menfaate dayalı tercihleri ve dayatmaları, bazı idareleri şaşırtsa da müstakim halk, daha basiretli ve hakperest. Bu da gerçekten ümit verici. İşte Karadeniz'deki Arap kardeşlerin teveccühünü bu noktadan çok değerli buluyoruz.

Müminlerin birbirini sevmesi için o kadar neden var ki. Başta Cenab-ı Allah, müminleri kardeş ilan etmiş. Düşmanlık ise, bu ilanı hafife almak demektir. Onun için "Adavetin (düşmanlığın) ehemmiyetsiz sebeplerini, muhabbetini dağ gibi sebeplerine tercih etmek, bir divaneliktir" diyor Üstad hutbesinde. Küçük kusurlara bakmak, hele bunlarla birbirimizin güzel ve ortak yönlerini örtmek, insafa sığar mı?

Böyle küçük kusurları bahane ederek, Arap düşmanlığı yapan veya yapmaya çalışanların, büyük bir oyunun figüranı olduklarını veya neticede bu oyununun kurucularının değirmenine su taşıdıklarını hatırlatmak isterim.

Evet dostlar, ülkemizde bir takım oyunların piyonu gibi görünen bazı siyasiler veya aklı başında olmayan bir iki insan, Arap kardeşlerimizin kendilerine mahsus bir iki uygulamasını bahane ederek, onlara uygunsuz söz söylemiş olabilirler. Ama özellikle Trabzon'un yerel idareci ve milletvekilleri buna, bu yanlış çıkışa hemen karşı durdular ve bu misafirlerimize gül dağıtarak onların gönüllerini aldılar. Bu idareci ve değerli milletvekillerimizi tebrik ediyorum. Bunu yapanları da yerel halk ve milletimiz adına bu manasız ve yanlış çıkışlara alet olmamalarını özellikle istirham ediyorum.

Selam ve dua ile.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.