Bismillahirrahmanirrahim
Semâvât ve arzın Hâlıkının ahkâm-ı İlâhiyesinde tasarruf ve ibâdının ibâdâtına müdahale o Hâlıkın izn-i mânevîsi olmazsa, o tasarruf, o müdahale merduddur.
Meselâ, bazı gafiller, hutbe gibi bazı şeâir-i İslâmiyeyi Arabîden çıkarıp her milletin lisanıyla söylemeyi iki sebep için istihsan ediyorlar.
Birincisi: “Tâ siyaset-i hazıra avâm-ı Müslimîne de o suretle tefhim edilsin.”
Halbuki, siyaset-i hazıra, o kadar çok yalan ve hile ve şeytanet içine girmiş ki, vesvese-i şeyâtîn hükmüne geçmiştir.
Halbuki, minber vahy-i İlâhînin tebliğ makamı olduğundan, o vesvese-i siyasiyenin hakkı yoktur ki o makam-ı âliye çıkabilsin.
İkinci sebep: “Hutbe, bazı suver-i Kur’âniyenin nasihatleri anlaşılmak içindir.”
Evet, eğer millet-i İslâm, İslâmiyetin zaruriyâtı ve müsellemâtı ve malûm olan ahkâmını, ekseriyet itibarıyla imtisal edip yerine getirseydi, o vakit nazariyât-ı şer’iye ve mesâil-i dakika ve nesâyih-i hafiyeyi anlamak için, bildiği lisanla hutbe okunması ve suver-i Kur’âniyenin eğer mümkün olsaydı tercümesi HAŞİYE belki müstahsen olurdu.
Fakat namaz, zekât, orucun vücubu ve katl, zina ve şarabın haramiyeti gibi malûm olan ahkâm-ı kat’iye-i İslâmiye mühmel kalıyor. Avâm-ı nâs, onların vücubunu ve haramiyetini ders almaya muhtaç değiller. Belki, teşvik ve ihtar ile o ahkâm-ı kudsiyeyi hatırlatıp, İslâmiyet damarını ve iman hissini tahrik etmekle, imtisallerine teşvik ve tezkire ve ihtara muhtaçtırlar.
Halbuki, bir âmi, ne kadar cahil dahi olsa, Kur’ân’dan ve hutbe-i Arabiyeden şu meâl-i icmâliyeyi anlar ki, “Herkese ve bana malûm olan imanın rükünlerini ve İslâmiyetin umdelerini, hatip ve hafız ihtar ediyor ve ders veriyor, okuyor” der, kalbinde onlara karşı bir iştiyak hasıl olur.
Acaba kâinatta hangi tabirat var ki, Arş-ı Âzamdan gelen Kur’ân-ı Hakîmin i’cazkârâne, müfehhimâne ihtarlarına, tezkirlerine, teşviklerine mukabil gelebilsin? (Sözler sh.650)
Sual: Avâm-ı nâs Arabîden haberdar değildir; fehmedemez.
Cevap: Avâm-ı nâs, zaruriyat ve müsellemat-ı diniyeye muhtaçtır. Ve hutbe makamı da bu gibi hükümlerin tebliği içindir. Bu hükümler kisve-i Arabiye içinde tafsilen değilse de icmâlen avâm-ı nâsa malûm ve mâruftur. Maahaza, lisan-ı Arapta bulunan şehâmet, yükseklik, meziyet, satvet diğer lisanlarda yoktur. (Mesnevi Nuriye sh. 121)
Bediüzzaman Said Nursi
Lügatler :
arziye : dünyalıların kendisine ait
avâm-ı Müslimîn : Müslüman halk tabakası
beliyye-i âmme : yaygın hâle gelmiş belâlar, hastalık
câri : geçerli
ehl-i içtihad : içtihad etme seviyesinde olan âlimler
felsefî : felsefeyle ilgili
gafil : duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan
gayr-ı meşru : dine aykırı
Hâlık : yaratıcı, Allah
haram : dinen yapılması yasaklanmış şey
helâl : dinen yapılmasına izin verilmiş şey
hevesî : arzu ve isteklerle ilgili
ibâd : kullar
ibâdât : ibadetler
içtihad : dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur’ân ve hadisten hüküm çıkarma
istihsan : beğenme, güzel bulma
izn-i mânevî : mânevî izin
lisan : dil
makam-ı âli : yüce makam
malûm : bilinen
mazur : özürlü, mazeretli
medar : sebep, dayanak noktası
merdud : reddedilmiş, geri çevrilmiş
meyil : istek, arzu, eğilim
millet-i İslâm : İslâm milleti, Müslümanlar
minber : câmide hutbe okunan yer
muamele : davranış, iş
müptelâ : bağımlı, tutkun
müsellemât : dinin herkesçe kabul edilmiş esasları
nasihat : öğüt
ruhsat : izin, müsaade
semâvat : gökler
semâvî : Allah tarafından olan, İlâhî
siyaset-i hazıra : günümüz siyaseti
su-i ihtiyar : iradenin kötüye kullanımı
suret : şekil, biçim
suver-i Kur’âniye : Kur’ân’ın sûreleri
şeâir-i İslâmiye : İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler
şer’î : dine uygun
şeytanet : şeytanlık
talâk : boşama
tasarruf : kullanma, faaliyet
tasarrufât : işler ve uygulamalar
tatlik etmek : boşamak
tebliğ : bildirme
tefhim : anlatma
teşkil etme : oluşturma
tevellüt : doğma, meydana gelme
ulema-i şeriat : din âlimleri
umur : işler
vahy-i İlâhî : Allah tarafından vahiy ile gelen emir ve yasaklar
vaki : olmuş
vesvese-i siyasiye : siyasî şüphe ve kuruntular
vesvese-i şeyâtîn : şeytanların verdiği şüphe ve kuruntular
zarurat : zorunluluklar, mecburiyetler
zaruret : zorunluluk, mecburiyet
zaruriyât : dince yapılması zorunlu olan emirler, işler