Araplar: “Bediüzzaman’ın müsbet iman hareketi örnek alınmalı”
Şiddetli esen küfür ve dinsizlik fırtınaları karşısında kökleri yerin derinliklerinde bulunan bir çınar gibi eğilmeden ve bükülmeden duran Bediüzzaman Said Nursî, başlatmış olduğu iman hareketi ile ilhad cereyanlarının önünde bir sed oluşturmuştur. Üstad, ortalığı kasıp kavuran dinsizlik rüzgârlarının İslâm toplumu üzerinde açmış olduğu yaraların; ancak, ihlâsla donatılmış olan, kalbe ve akla aynı anda hitap eden bir iman hareketi ile tedavi edilebileceğini tesbit etmiştir. Ümmetin düşmüş olduğu sıkıntılara çare arayanlar; Risâle-i Nurların öncülük ettiği müsbet iman hareketinin örnek alınmasını tavsiye etmektedirler.
Bediüzzaman’ın iman hareketine hayran olan Ürdünlü Hüseyin el-Hiyâri, Risâle-i Nurlar ve onun müellifi hakkında zaman zaman makaleler yazıyor ve bu makaleler Ürdün’ün itibarlı gazetelerinde yayınlanıyor. Hüseyin Bey’in makalelerinden ikisini tercüme edip bu köşede yayınlamıştık. Makaleleri okuyan değerli okuyucularım, Üstad hakkında dış basında çıkan makalelerin tercüme edilmesinden duydukları memnuniyeti dile getirmişlerdi. Hüseyin el-Hiyâri son olarak, “Said Nursî: İlhad rüzgârlarının üzerinde parçalandığı kaya” başlıklı bir makale yazmış. Makale 8.6.2009 tarihli Ürdün es-Sebîl gazetesinde yayınlanmış. Bu makaleyi de biraz kısaltarak siz okuyucularıma aktarmak istedim.
Said Nursî: İlhad rüzgârlarının üzerinde parçalandığı kaya
“Hilâfetin yıkılmasıyla, Türkiye üzerinde şiddetli dinsizlik fırtınaları esmeye başladı. Bu fırtınalar; sahip olduğu kuvvet ve elde ettiği iç nüfûzu kullanarak, Batı’nın da destek vermesiyle, toplum üzerinde izinin dahi kalmaması için İslâm dinini kökünden sökmeye çabaladı. Türkiye’nin Müslüman doğu yüzünü, laik batı yüzüne çevirmek için, geçmişiyle ve İslâm medeniyetiyle sılasını koparmaya çalıştı. Ve bu arzusunu yerine getirmek için de, korkutma, baskı ve zulüm gibi her türlü vesileyi kullandı.
Allah, kuvvetli esen bu rüzgârların şiddetini parçalamak için; karşısına, yüksek dağ gibi boynu bükülmez metin bir adamı çıkardı. Bu adam, rastgele bir adam değildi. Mücadeleci, imanlı, ihlâslı olup; İslâm dini ve onun ebedî dâvâsına sadık idi. 1. Dünya Harbinin akabinde Müslümanların yenik düşüp topraklarını kaybetmesi üzerine, ümmetin parçalanıp dağılmasından dolayı duyduğu hüzün ve acı yüzünden kalbi paramparça olmuştu....
Bu adam; İslâm’ın öğrettiği üzere, kendine de, başkasına da zulüm yapılmasına razı olmayan, kahraman mücâhit, korkusuz âlim Said Nursî idi. Hastalıkların, yaşlılığın, sürgün ve hapislerin kendisini yoramadığı, yüksek himmet sahibi, demir iradeli, onurlu bir adam idi Said Nursî.
O, Şair el-Mütenebbi’nin dediği gibiydi:
“Ve izâ kânet en-nüfûsu kibâren”
“Ta’ibet fi murâdiha el- ecsâmü”
(Yüksek hedefleri olan nefisleri taşımaktan bedenler yorulur)
Kaya gibi metin olan bu şahsiyet, bütün imkânsızlıklara rağmen, Allah’ın yardımı ve inâyetiyle ilhad hareketinin sinsi planları önünde yüksek bir dağ gibi durmuştur. Sahip olduğu harikulâde zekâsıyla, dinsizlik komitelerinin, Müslümanların göğsündeki imanı yok etmek ve memleketin suretini değiştirmek istediğini anlamıştır. Ve bu tehlikenin önüne geçmeyi de bilmiştir. İşe Kur’ân terbiyesinden geçmiş olan kendi nefsinden başlamıştı. Allah’a tevekkül ederek, kalbini, sözünü ve amelini ihlâsla donatmıştı.
Allah, Said Nursî’nin ihlâsına binâen onu muvaffak kılmış; dinsizlik cereyanlarını üzerinde parçalamıştır. Peki; yalnız, garip ve sürgün olan bu adam, nasıl oldu da iç ve dış mihrakların kuvvetli planlarını alt üst edebildi?
Kuşkusuz, bu başarının arkasındaki sır ihlâs idi. Kim ki Allah’a inanır, amelinde rıza-i İlâhiyeyi gözeterek ihlâslı amel işlerse, Allah onu arzu ettiği şey de muvaffak kılar. İşte, Allah rahmet etsin Üstad’ın hali böyle idi. Hapisler, sürgünler, zehirlemeler Üstad Said Nursî’nin bileğini bükememiş; onu himmetinden geri koyamamıştır. Aksine, daha da kuvvetlendirmiştir. Dinsizlik cereyanlarının karşısında, aslı sabit olup dalları semaya yükselen, Allah’ın izniyle meyvelerini en güzel şekilde veren güzel sözle (Risâle-i Nurlar) durmuştur. Evet, güzel söz Üstad’ın silâhıydı. İhlâs onun delili, Allah’a tevekkülü ise izlemiş olduğu yoldu.
Hastalığına ve yaşlılığına rağmen, Allah tarafından omuzlarına yüklenen, dağların dahi tahammül edemeyeceği vazifesinden feragat etmemiştir. İşte bu yüzden, Allah hapishaneleri medreseye, sürgünleri tatil yerine, yalnızlığı ise, Risâle-i Nurları yazması için paha biçilmez kıymetli vakitlere çevirdi.
Üstad Said Nursî; hapis, sürgün ve yalnızlık içinde Kur’ân’dan ilham alan Risâle-i Nurları yazdı. Hakikaten de Risâle-i Nurlar, sâhirlerin sihirlerini ve hilelerini etkisiz kılan, Firavun’un yalanını ve zayıflığını ortaya çıkaran Âsa-yı Musa gibiydi. O, küfür ve şirk ehlinin yüzünü parçalayan bir Zülfikâr kılıcı idi.
Risâle-i Nurlar, Üstad’ın, dinsizlik planları ve hedefleri karşısında sarsılmaz kale gibi duran barışçı silâhıydı. Öyle ki, mü'min ellerin yazıp çoğalttığı ve taşıdığı Risâle-i Nurlar; büyük bir hızla yayılarak, elden ele, evden eve, köyden köye, şehirden şehire derken, memleketin en ücra köşelerine kadar ulaşmıştı. Yüzbinlerce genç, kadın ve erkek Risâle-i Nurlardan eğitim almışlardı. Kur’ân’ın nuru yayılmış; ziyası, Türkiye semasını saran karanlığı aydınlatmıştı.
Bu nur Allah’ın ebedî nurudur. Enbiyanın, Evliyânın, Salihlerin, Muhlislerin risâletidir o. Bütün ilhad ve cahiliye komitelerinin biraraya gelip söndüremeyeceği ebedî nurdur bu nur.
Ey gençler: Eşi benzeri az bulunan bu nâdir insanın hayatını okuyun. Risâlelerini okuyup ondan, kurtuluşa ve başarıya giden yolun ihlâstan geçtiğini öğrenin. Risâle-i Nurları okuyarak, ihlâsı elde eden insanın mu'cizeler gerçekleştirebileceğini ve de ümmeti doğru yola eriştiren öncü olabileceğini idrak edin.
Bu ihlâslı ve mü’min şahsiyetin hayatı, sizin hayattaki mürşidiniz olsun....
Ey gençler: Duâlarınızda Molla Said Nursî de bulunsun. Onun için mağfiret, rahmet ve Cennet isteyin. Allahtan, onun gibi, bütün zorluklara ve engellere rağmen hakkı korkusuzca söyleyen ihlâslı âlimleri arttırmasını isteyin.”
Yeni Asya