Bülend Arınç... Siyãset dünyasının, tanışmadan sevdiğim ender insanlarından. Bir gün elini sıkmışlığım yok, bir gün aynı mekânı paylaşmış değilim ve yollarımız hiç kesişmedi... Varlığımdan da, kendisine duyduğum muhabbetten de haberdar olduğunu sanmıyorum. Bu satırları yazmama sebebiyet veren muhtemel zaruretler olmasaydı, belki bundan sonra da, hãl bu minvãl üzere devam edecekti. Ama bu satırlardan sonra kendisene Lillah için duyduğum muhabbeti, muhtemelen öğrenmiş olacak...
Öncelikle söylemeliyim ki, devlet ve siyãset adamlığı, idârî zaruretlerden de kaynaklansa, zamanımızın en kirli cenahlarından birini teşkil ediyor. Çok temiz insanlar bilirim, siyãsete bulaştıktan sonra kirden, müzahrafãttan tanınmaz hãle geldiler... Siyãsete bulaşıp temiz kalanlar, hürmet ve muhabbete şãyãn olanlardır. Zirã ekseriyetin kirlendiği pis bir bataklıktan kirlenmeden çıkabilmek, cidden güçtür. İşte Arınç, bilgi ve mãlûmãtımın taallûk ettiği kadarıyla, kirlenmeyenler kafilesinin başında geliyor...
Siyãset sahnesinde, onun yarısı kadar bile yükselmeyenlerle ilgili ayyuka çıkan yolsuzlukları teyid eden emmareler baharın gürül gürül dereleri gürültüsüyle akarken, şedid düşmanlarından bile Arınç’a en ufak bir yolsuzluk isnadı gelmedi. Dostlarından çok, amansız düşmanları olan Arınç’ın en ufak bir kirli tarafı olsaydı, başkasının kusurlarını tefle ilân edenler, onunkileri davul zurnayla iktifâ etmeyip 70 pare top atışıyla ilân edeceklerdi. Bu hãl kanaat veriyor ki, Arınç, hiç değilse şu ãna kadar temiz kalmış. Bundan sonrasında de temiz kalması temennimdir, dua ederim...
Arınç’ın bütün hasenatı yolsuzluklara bulaşmaması, siyãseti akraba-i taallûkatıyla birlikte maddî yükselme vãsıtası yapmamış olmasından ibaret değil, şüphesiz. Bülend Bey’in belki de en güzel tarafı, şeffaflığıyla, dostları kadar düşmanlarına da emniyet telkin etmesidir. Aydınlık bir insandır Arınç, hileden hurdadan uzak, göründüğü gibi; şeffaf mı şeffaf... Onun için düşmanları için de tehlike arzetmez... Onlar da bilirler ki, Arınç cepheden üzerlerine gelir, uzun uzadıya tedbir alma, hesap kitap yapma ihtiyacı duymazlar. Sırtlarını korumaya da gerek yoktur. Zirã emindirler ki, o, asla arkadan saldırmaz ve saldırmayacaktır...
Dostları için ise emniyetli bir limandır... Ona sığınan, bir hayatî tehlike karşısında, kendisine gelen darbenin önüne onun atlayacağından emin olur... Tehlikeli tarafı, dostlarını da kendisi gibi olmaya zorlamasıdır: Yanlışlarını hoş, kusurlarını görmezlikten gelmek yerine, düzeltmeye çalışır... İnançlarından beslenen bu tarafıyla idealist kalmaya muvaffak olmuş bir gönül insanın tavri içindedir: Etrafındakilerin asgarî müştereki, iyi insan olmaktır... Kötülerle temasını besleyen kaynak; hidayetlerine vesile teşkil etmek arzusudur... Mü’mince bir merhamet...
İnançları, sebeb-i hayatıdır; o husustaki hassasiyetini en sathî nazarlar bile farkeder... Çoğu zaman, bunları başkaları gibi, saklama ihtiyacı da duymaz; hattâ zaman zaman olur olmaz ifãde etmektenden imãnî bir zevk duyar... Bu uğurda bedel ödeme endişesi de taşımaz; belki arada bir bedel ödeme arzusuna kapıldığı da olur... Zirâ bedel terettüb edecek bir çok şeyi fütursuzca ifãde eder, etti... Bedel ödemek istemezse, çokları gibi susabilirdi... Ama onun en güzel meziyetidir, hakka hürmet ve hakikatleri ifãde... Bedel terettüb edecekmiş... Aman sendeee!...
Sanırım, sevgiyi aşan bir hayranlık hissi ruhumda meydana getiren tarafı ise, cesur oluşudur... Arınç, mütebessim çehresi ve mülayim görünüşüyle kabil-i telif olmayan bir cesaret ãbidesidir... Muhtemelen o, bunun farkında bile değildir; cesur olmak gibi bir meselesi olmadığı gibi, bunun bir meziyet olduğunu da düşünmez... Onun için darbe yapmayı meslek haline getirmiş bir ordunun en ağır tehdidleri karşısında dururken bile yaptığının sıradan bir şey olduğu görüntüsüyle işinin başına döner... Cesaretinin alkışlanmasına ve hayranlık dolu bakışlara bir mãnã veremediğini görür ve vazgeçersiniz alkışlamaktan... Çünkü alkışlanacak bir şey yapmamış gibi durur karşınızda, “Kendi halinde bir mü’min işte!”, edirten cinsten bir duruş.
Liderlerin bütün dünyadaki temel handikapı, zaman içinde tiranlaşmaktır... Sebep: Yanlışlarına itiraz edecek kimselere gösterdikleri tahammülsüzlük... İster istemez, etraflarını en adi cinsinden, “keramet buyurdunuz efendim”ciler ile bir takım mürailer sarar... Ve liderin mahkumiyeti, alkışlanan hatalarıyla kan kaybetmek ve ölmek olur... Arınç gibilerin lidere sadakati, yanlışlarını yüzlerine haykırmak, hatalarını tashih etmektir... Erdoğan, onu başbakan yardımcılığına ihtiyariyla ve bilerek getirdiyse, alkışlarım. Demek, hata yaptığında kendisini ikaz edebilecek birinin yakınında olmasına rızã gösteriyor... Sık rastlanır bir durum değil, Erdoğan’dan ise, açıkçası, beklemezdim; umarım mütehammil olmakta zorlanmaz...
Ve Arınç iyi bir hatibdir, zengin dağarcığından kelimeler billur şakırtılarla kanatlanıp havalanır dudaklarından... Belki yüksek şelalelerin gürültüsüne, engin sahillerin uğultularına sahib değildir konuşması; ama henüz eriyen kar sularının duruluğuyla akan bahar kaynakları gibi dinlendiricidir... Mütemâdi bir akışa sahiptir konuşması, hiç bitmeyecek vehmiyle büyüler ve bitsin istemezsiniz... Onu Türkçe’yi bu kadar güzel kullandığı için de seviyorum, çünki kelâm ayırıcı vasfıdır insanın...
Tercihinden dolayı Erdoğan’ı tebrik ediyorum, doğru bir tercih... Arınç’a ise muvaffakıyetler diliyorum... Kirlenmeden kalabildiği için, insanların heryerde haysiyetleriyle yaşayabileceklirini gösterdiği için de müteşekkirim... Arınç bir kitlenin yüz akıdır, öyle kalsın isterim...