Arnavutluk, Balkanlarda son yüzyıllarda çok büyük değişiklikler ve savrulmalar yaşamış ve bu dönemde ayakları üzerinde durmaya çalışan küçük bir ülke. Adriyatik Denizinin kıyısında olan bu ülkenin nüfusu üç milyon civarında.
Nüfusun yaklaşık yüzde yetmiş kadarı Müslüman. Yüzde on beş civarında Ortodoks ve yüzde on civarında Katolik Hristiyan’ın da yaşadığını söylemek mümkün. Kendisini inançsız olarak ifade eden çok sayıda insandan da bahsetmek gerekir. Burada uzun yıllar verilen din düşmanı eğitim politikalarının maalesef tahrip edici etkisi çok büyük olmuş.
İşkodra, Ohri ve Prespa gölleri bu ülkeye adeta hayat vermektedir. Ohri ve Prespa göllerini Makedonya ile paylaşmakta. Ülkeyi dolaşan birçok irili ufaklı akarsu da çok önemli hayat kaynakları olarak önem arz etmektedir. Bu nehirler üzerinde inşa edilen barajlar ile ülkenin elektrik ihtiyacı karşılanmaktadır. Ülkede genelde Akdeniz iklimi etkisini göstermekte, dağlık ve ormanlık bir coğrafi yapıya sahip bulunmaktadır.
Arnavutluk toprakları tarih boyunca, Bizans, Venedik, Bulgar ve Sırp kuvvetlerinin rekabetine sahne olmuş ve bu ülkenin farklı bölgeleri bu güçler tarafından defalarca el değiştirmiştir. Bu durum Osmanlıların 15. Yüzyılın başlarından itibaren bu topraklarda kontrolü sağlamasına kadar devam etmiştir.
Arnavutluk’un bir bütün olarak Osmanlı egemenliğe geçmesi de çok kolay olmamış. Burada çok zorlu ve sıkıntılı bir süreç yaşanmış. Arnavutların Osmanlılar’a karşı sürdürdükleri isyanın liderliğini, bu topraklarda Skanderbeg olarak adlandırılan, asıl adı Gjergj Kastriot olan ve özellikle Hristiyan Arnavutlar tarafından bir Miili Kahraman haline getirilen İskender Bey yürütmüş ve onun zamanla elde ettiği başarı ve yaptığı mücadele, buralarda bir efsane halinde anlatılmaya başlanmıştır. Mücadelesi Papa tarafından desteklenmiş ve kendisi bir ‘’Haçlı Kahramanı’’ olarak ilan edilmiş.
Çocukluğunda rehin alınan ve on beş yıl boyunca Osmanlı Sarayında eğitim alarak İskender Bey adı verilen bu komutan, görevli olarak gönderildiği Arnavutluk’ta isyan etmiş ve yaşadığı müddetçe Sultan II. Murat ve Fatih Sultan Mehmet Han’ı meşgul etmeye devam etmiştir. İskender Bey, düzenli savaşlardan genelde kaçınmış ve çete savaşları ile Osmanlılara karşı koymaya çalışmıştır. Bu arada İtalyanlar ile işbirliği yapmış ve onların desteği ile Kuzey Arnavutluk’ta bazı bölgeleri yönetimi altında tutmayı başarmıştır. Arnavutluk’un tamamen fethi ise İskender Bey’in 1468 yılında ölümünden sonra gerçekleşmiştir.
Arnavutlar İskender Bey’e ve hatırasına çok büyük önem vermektedirler. Bu ülkede en büyük tarihi kahraman olarak kabul edilen İskender Bey’in Tiran’ın merkezinde bulunan İskender Bey Meydanında çok büyük bir heykeli yapılmış ve gömüldüğü Alessio (Leş) şehrinde de görkemli bir anıt mezar inşa etmişlerdir.
Osmanlılar 1417 yılından itibaren Arnavutluk’u fethederek toprakları arasına katmaya başlamış. Yaklaşık beş yüz yıl kadar Osmanlı hâkimiyeti altında yaşamış. 1912 yılının Kasım ayından itibaren Osmanlı’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiş.
Osmanlıların hoşgörülü yönetimleri sayesinde bu topraklarda İslamiyet büyük bir hızla yayıldı. Bu ülkede yaşayan bölge ve aşiretler, kitle halinde İslam dinini kabul etmeye başladılar. 1930’lu yıllarda bu ülkede beş yüzün üzerinde cami bulunuyordu.
Bu arada tarikat ve tasavvuf çalışmaları çok büyük bir hızla bu topraklarda yayılmaya başladı. Neredeyse bütün yerleşim birimlerinde tekke ve dergâhlar açıldı. Bektaşilik başta olmak üzere Halveti, Ticani ve Rıfai dervişleri bu topraklarda çalışmalarına hız verdiler.
Arnavutluk’ta çok etkin olan ve adeta farklı bir kulvara yönelen Bektaşilikten de bahsetmekte yarar vardır. Bugün Arnavutluk dünya Bektaşilerinin adeta merkezi konumundadır. Bu yılın Ağustos ayının sonlarında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da buradaki Bektaşilerin daveti üzerine bu ülkeye gelerek dünya Bektaşilerinin liderlerinden Hacı Dedebaba Mondi ile görüşerek bazı toplantılara katıldı.
1826 yılında Osmanlı topraklarında Bektaşiliğe karşı olumsuz bir tavır gelişmeye başlayınca Arnavutluk toprakları Bektaşilerin adeta toplanma alanı haline gelmiştir. Buralarda çok sayıda Bektaşi dergâhı açılmış ve Arnavutların Osmanlıya karşı yürüttüğü bağımsızlık hareketlerini desteklemişlerdir. Bu bölgelerde bulunan Bektaşi tekkeleri, Arnavut komitacılara bu amaçla destek vermeye başlamıştır.
Farklı vesilelerle bu topraklarda daha yoğun bir şekilde olmak üzere birçok bölgede Bektaşilerin, Hristiyanlarla da çok yakın ilişki içinde oldukları görülmektedir. Çok sayıda Hristiyanın da bu dergâhlara geldiği ve Bektaşi ayinlerine katıldığı, Hristiyan ve Bektaşi ritüellerini beraberce yaptıkları görülmektedir. Arnavutluk’ta bulunan Müslümanların yaklaşık yüzde yirmi kadarının Bektaşi inancına sahip olduğu tahmin edilmektedir.
Bektaşilerin, İslamiyet’te haram olarak kabul edilen birçok davranış ve fiili de mubah olarak kabul etmeleri, onların farklı bir inanışa doğru yöneldiklerinin bir delili olarak kabul edilmektedir. Tabi ki burada Komünist yönetim sırasında yapılan İslam düşmanı icraatların çok büyük etkisi vardır. Bu bölgelerde meydana gelen yanlış anlaşılmaların önüne geçmek maksadıyla, gerçek İslamiyet’in anlatılması için çok büyük gayretlere ihtiyaç olduğu görülmektedir.
Bosna ile birlikte Arnavutluk’ta da Osmanlılar tarafından devşirme sistemi uygulandığı için aralarında Gedik Ahmed, Koca Dâvud, Kara Ahmed, Koca Sinan, Kara Murad ve Tarhuncu Ahmed Paşaların da bulunduğu onlarca sadrazamın Arnavut asıllı kişiler arasından çıktığı bilinmektedir. Bunlardan başka çok sayıda Arnavut kökenli vezir ve valinin de Osmanlı yönetiminde önemli ve etkili görevlerde bulundukları bilinmektedir.
Aynı şekilde İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy da, Arnavutluk’un İpek kazası Şuşisa köyünden İstanbul’a gelerek Fatih Medresesi Müderrisliği görevinde bulunan Mehmed Tâhir Efendi’nin çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya gelmiş Arnavut asıllı bir mütefekkirimizdir.
Mehmet Akif Ersos, ırkçı düşüncelere şiddetle karşı çıkmış ve İslam kardeşliği esasına dayalı bir düşünceyi bütün hayatı boyumca savunmaya devam etmiştir. Bu güzel şiirde de bu düşüncesini çok güzel bir şekilde ifade ediyor:
Artık ey milleti merhume, sabah oldu uyan !
Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü bu çan?
Ne Kürtlük, ne de Türklük kalacak aç gözünü !
Dinle Peygamber-i Zişanın İlahi sözünü.
Veriniz baş başa; zira sonu hüsranı mübin,
Ne hükümet kalıyor ortada, billahi ne din!
"Medeniyet !" size çoktan beridir diş biliyor;
Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor.
Ne bu şuride siyaset, ne bu fasid dava?
Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz...
Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!
Bunu benden duydunuz, ben ki evet, Arnavudum...
Başka bir şey diyemem... İşte perişan yurdum!...
Osmanlının bu bölgeden ayrılmasından sonra Birinci Dünya Savaşının getirmiş olduğu kaos ve karmaşa, bu topraklarda da bütün dehşeti ile yaşandığı için, bu dönemde gerçek bir bağımsızlıktan söz etmek mümkün değildir.
Osmanlı’nın ardından bu topraklarda çok büyük olaylar yaşanmış. On binlerce Müslüman, Hristiyanlığı kabul etmediği için bu dönemde öldürülmüş.
Aynı şekilde buralardan göç eden çok sayıda Müslüman da, bir yerlere ulaşmadan yollarda aç ve perişan bir şekilde hayatlarını kaybetmişler. Osmanlı bakiyesi topraklara ulaşabilmiş on binlerce Arnavut göçmenin de kaydını düşmek gerekir.
Arnavutluk, gerçek anlamda ve ayrı bir devlet olarak bağımsızlığına 1925 yılında kavuştu. Bu tarihte cumhuriyet ilan edilerek Ahmet Zogu ülkenin ilk cumhurbaşkanı olarak seçildi. Ahmet Zogu cumhurbaşkanı seçildikten üç yıl kadar sonra da kendini Arnavutluk Kralı olarak ilan etti.
Ancak iç ve dış dengelerin yeterli düzeyde kurulmamasından dolayı 1945 yılına kadar ülkede istikrarlı bir yönetim kurulamadı.