Anayasalar, çok temel metinlerdir. Bu sebeple, salim kafayla, serin bir kalple, uzak-gelecek öngörüsüyle hazırlanmaları gerekir. Milletin yaşadığı tecrübeleri olumlu anlamda yansıtmalı ve yeni nesillere hedef göstermelidir.
Bu bakımdan travmayla, boğuşmayla, birbirini cerhetmeyle ömrünü geçirmiş insanların kârı değildir bu metinleri hazırlamak. Anayasalar geçmişte yaşanan acıların resmedildiği değil gelecekte yaşanması beklenilen ortak mutlulukların üzerine kurgulan(malıd)ır. Türkiye’nin, yeni anayasa sürecinde yaşadığı talihsizliklerden biri de, acı ve intikam duygusundaki bir siyasetin henüz devrini tamamlamamış olmasıdır. 61 Anayasasından sonra siyasete yön veren aktörler de 82 Anayasasından sonra politik düzlemde at koşturanlar da hep büyük travmalar yaşamış, kamplaşmalar içinde boğuşmuş kişilerdir. Baş eğmeyen ve ileriye doğru gözünü diken bir tek aktör var idi, O da gizli bir el tarafından öldürüldü.
Şimdi de, ülkenin mevcut siyasi atmosferi ve aktif siyasetçi profili, anayasa hazırlanması yönünden fazlasıyla dramatik bir durum arz etmektedir. Bir tarafta, 40 seneye yaklaşan bir terör atmosferi hayli sıcak bir durum almıştır; bir tarafta, mer’i anayasal metnin hazırlayıcıları yargılanma sürecine girmişlerdir; bir tarafta ise bu anayasanın mağduru oldukları halde Stockholm Sendromuna yakalanmış, mevcut anayasanın köşe taşlarına dokunmaktan kaçınan, bezgin ve bedbin50 yaş üstü siyasetçi ve bürokrat kitlesi vardır.
61 Anayasasının da 82 Anayasasının da bu millete dayattığı şeyler herkesçe malum olduğu; meydanlarda hemen her siyasetçinin kınama konusu ve değiştirme vaadine dâhil olduğu halde; efsunlanmışlık/büyülenmişlik kol geziyor. Sokaklarda coplanmış, hücrelerde dövülmüş, mahkemelerde aşağılanmış, hapislerde gayri insani bir şekilde ve nahak yere yatırılmış siyasetimizin tıkandığı nokta; kendilerine bütün bu acıları yaşatan düzeni ve bu yapının izin belgesi olan mevcut anayasayı değiştirme iradesini gösterememektir. Bütünüyle kendisini rehin almış bir gardiyana psikopatik bir tutkunluk halidir gözlemlenen. Olanca ezici bir güç altında hırpalanmış bir neslin zalime âşık olmuşluğu, nutku tutulmuşluğu izlenmektedir.
Oysa belki yapılan son iki seçimde, insanlar yeni anayasa yapılması için gerekli tüm iradeyi ve arzuyu göstermişlerdir; serinkanlılıkla bu konuda Meclisin atacağı adımları beklemektedir. 2007 yılından sonra, Avrupa Birliği’ne üyelik çalışmalarının fiili olarak askıya alınmasıyla ülkenin üzerine bir rehavet havası çökmüş, bir bıkkınlık ve durumu idare etme siyasası gözlemlenir olmuştur. Hükumet, hep ekonomik başarıları ortaya sürer olmuş, yeni anayasadan adeta bahsedilmez bir durum ortaya çıkmıştır. Akıtılan kanı devamlı surette besleyen hukuki metinler ortada durdukça, ekonomik başarılar da, polis ve asker tedbirleri de bataklığı kurutmaya yetmeyecek; zaman, insan ve ekonomik değer kaybı olacaktır. Buhran ve ümitsizlik üreten; insanları terörize eden ve geçen yüzyıldan kalmış bu yapının güncellenmesi kaçınılmaz bir durum arzetmektedir.
Bu yılgınlık ve rehavet havasının oluşmasına sebep olan en kritik husus, şu veya bu şekilde ortaya çıkmış olan konjonktürel durumlar değil; belki Kemalist ideologların kurguladığı siyasal ve hukuki düzlemin AB perspektifiyle olan uyuşmaz ve buluşmaz karakterinde yatmaktadır. Siz, en önemli gösterge olarak insan hak ve hürriyetlerini öne almış bir sosyo-ekonomik birliğe girip aktif rol üstlenmek istiyorsanız; yapacağınız en önemli iş o ortama uygun bir hukuki düzeni gerçekleştirmektir. Hukuk düzeni toplumun değerlerinin, birikimlerinin, yaşadığı tarihin, bağımlılıklarının, özgüven derecesinin aynasıdır; dolayısıyla hem “sosyal barışmışlık” seviyesi hem de “hukuk metinlerinin adalet duygusunu tatmine olan mesafeleri” anayasa ile çerçevelenir. Bu iki gösterge (sosyal barışmışlık seviyesi ve hukuk metinleri) daima pratikte birbirlerini yansıtırlar. Metnin tüm problemleri sosyal barışı etkiler; sosyal barışmışlık nasıl bir kıvamda ise, bu kıvamın ortaya koyduğu hukuki metinler sizi nasıl bir dünya beklediğini haber verir.
Polis copuna ve asker dipçiğine maruz kalışımızın sebebi, aydınların “statüko” dediği şu “eski hal” değil midir? Farklı Avrupa ülkelerinin hukuk metinlerinden aparmayla ortaya çıkmış yasal zeminimiz, bu yamalı bohça haline ek olarak hem CHP’nin “Altı Ok”unun ve otoriter ulus devlet mantığının baskılarına maruz kalmış hem de sömürge devletlerde uygulanan siyaset tarzına mahkûm edilmiştir.
Anayasayı her şeyden önce şunun için yeniden yazmalıyız:
-Şu veya bu milletin kendi genetiğini yansıtan metinlerden kurtularak kendimizi ifade eden, kendi tarihimizi resmeden; dini ve kültürel yapımıza uygun bir toplumsal akit/bağıt ortaya koymak;
-Tek Parti Döneminin, dönemin baskın savaş antlaşmalarına boyun eğildiği bir durumda, savaş sonrası travmatik havada ortaya koyduğu kısıtlı ve halka karşı jakoben/buyurmacı devlet üslubundan sıyrılmak;
-Sömürge devletlerde sıkça görülen; ekseriyetin fikir, inanç ve davranışlarının kanunlar eliyle yasaklandığı, yönlendirildiği, tartaklandığı, ajite edildiği siyaset ve hukuk düzleminden kurtulmak.
Korkum şudur ki, Yeni Anayasa yapmaz isek Balyoz ve benzeri davalar toplumun gazını almaya yönelik kalacak ve Stockholm Sendromuna maruz kalmış siyaset bir öç alma sevdasını giderdikten sonra yine yalpa yapmaya başlayacaktır. Anlaşılmamışsa veya unutulmuşsa yeniden hatırlatılması gereken şudur: Bir dönemin ezilmiş çocuklarının, kendilerini ezenlerden öç alma meselesi değildir Anayasa meselesi. Belki, topluca, bir milletin kendilerini ifsad edenlerden intikamını almaları; özür dilemeleri gerekenlere bir özürname sunmaları ve gelecek nesillere “tuh o asrın gayretsiz adamlarına” dedirtmeme meselesidir bu. Yeni Anayasa meselesi sadece başörtüsü meselesi değildir, ibadethane meselesi değildir, alevilik-sünnilik meselesi, türklük-kürtlük, azınlık-çoğunluk meselesi değildir. Anayasa dediğimiz mesele, işte bütün bu kavgaları uzlaşmaya dönüştürme meselesidir.
Anayasa yapma süreci uzadıkça; anayasa yaptırmama gayretleri de devam edecek, terör can yakacak, insanlar eski düzeni özleyecek, sızlanmalar ve ümitsizlik artacak, ülkenin dinamik ve enerjik yapısı heba olacaktır.
Bir cumhurbaşkanını ve bir başbakanı sinsice katleden, 82 Anayasası üzerine tesis edilmiş eli kanlı yapıya daha ne kadar teslim olacak;daha ne kadar milletin değerlerini ve seçtiklerini kurban vermeye devam edeceğiz?
Lütfen değil vazifeten hemen getirin önümüze şu yeni anayasayı. Tartışalım, konuşalım, anlaşalım ve gelecek projeksiyonumuz olarak dünyaya ilan edelim.Büyük ülkemi olacağız, ağabey mi olacağız, İslam Birliği’ni mi sağlayacağız, uzaya mı çıkacağız; Avrupa’yı mı geçeceğiz…artık fena halde işimize bakmalıyız.