Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Tevbe Sûresi 92-96. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
92-Kendilerini (savaşa katılmak üzere bir binek te’mîn ederek) bindirmen için sana geldikleri zaman: “Sizi üzerine bindireceğim bir şey (bir binek) bulamıyorum!” deyince, (kendilerinden) sarf edecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözleri yaş döke döke geri dönen kimselerin aleyhine de (suçlamak için yol yoktur)!
93-(Aleyhlerine) yol, ancak kendileri zengin kimseler oldukları hâlde (sırf cihâda gitmemek için) senden izin isteyenleredir. (Onlar) geride kalan (kadın)larla berâber olmaya râzı oldular; Allah da (isyanlarındaki inadları sebebiyle) onların kalblerini mühürledi; artık onlar (hakkı) bilmezler.
94-(O münâfıklar, Tebük’ten) kendilerine döndüğünüz zaman size özür beyân edecekler. De ki: “(Hiç) ma‘zerette bulunmayın, size aslâ inanmayacağız! Allah, sizin haberlerinizden bir kısmını gerçekten bize bildirmiştir. (Bundan sonraki) amelinizi Allah da görecek, Resûlü de! Sonra, gizli olanı ve görüneni hakkıyla bilen (Allah’)a döndürüleceksiniz; artık (O da) size, yapmakta olduğunuzu haber verecektir!”(1)
95-Onlara döndüğünüz zaman, kendilerin(i kınamak)dan vazgeçesiniz diye, size Allah adına yemîn edecekler. Artık onlardan yüz çevirin! Çünkü onlar pisliktir! Kazanmakta oldukları (günahları)na cezâ olarak varacakları yer ise Cehennemdir!
96-Kendilerinden râzı olasınız diye size yemîn edecekler. Fakat (siz) onlardan râzı olsanız bile, artık Allah, o fâsıklar topluluğundan aslâ râzı olmaz!
(1)“Her bir tohum, ism-i Hafîz’ın (Cenâb-ı Hakk’ın muhâfaza ediciliğinin) cilvesiyle ve ihsânıyla, ona pederinin ve aslının malından verdiği ırsiyeti (mîrâsı) iltibassız (karıştırmadan), noksansız muhâfaza edip gösteriyor. İşte bu hadsiz hârika-i muhâfazayı yapan Zât-ı Hafîz, kıyâmet ve haşirde hafîzıyetin tecellî-i ekberini (en büyük tecellîsini) göstereceğine kat‘î bir işârettir. Evet bu ehemmiyetsiz, zâil (geçici), fânî tavırlarda, bu derece kusursuz, galatsız (hatâsız) olan hafîzıyet cilvesi bir hüccet-i kātıadır (kesin bir delildir) ki, ebedî te’sîri ve azîm (çok büyük) ehemmiyeti bulunan emânet-i kübrâ hamelesi (büyük emânetin taşıyıcısı) ve arzın halîfeleri olan insanların ef‘âlleri ve âsârları ve akvâlleri (fiil, eser ve sözleri) ve hasenât ve seyyiâtları (iyilik ve kötülükleri), kemâl-i dikkatle muhâfaza edilir, sonra muhâsebesi görülecektir. Âyâ (acabâ) bu insan zanneder mi ki başıboş kalacak? Hâşâ! Belki insan, ebede meb‘ûstur (gönderilmiştir) ve saâdet-i ebediyeye (Cennete) ve şekāvet-i dâimeye (Cehenneme) namzeddir. Küçük-büyük, az-çok her amelinden muhâsebe görecek. Ya taltîf edilecek veya tokat yiyecek.” (Lem‘alar, 17. Lem‘a, 145)
“Muzır (zararlı) kâfirler ve kâfirlerin yolunda giden sefihler (beyinsizler), Cenâb-ı Hakk’ın hayvanâtından bir nev‘-i habîsdirler (pis bir tâifedir) ki, Fâtır-ı Hakîm (herşeyi hikmetle yaratan Allah) onları dünyanın i‘mârı için halk etmiştir (yaratmıştır) ve mü’min ibâdına (kullarına) ettiği ni‘metlerin derecelerini bildirmek için, onları bir vâhid-i kıyâsî (ölçü birimi) yapmıştır. Âkıbette, müstehak oldukları Cehenneme teslîm edecektir.” (Lem‘alar, 17. Lem‘a, 125)