Yatsı namazından sonra gecikmeli olarak camiden çıkan gözde bir halife yanına sokulup, "Şeyhim seni çağırıyor!" dediğinde Said, yalnız başına oturduğu bulak havuzunun başında şırıltılarla akan suyun küçük havuzda harelenişini seyrediyor, sesini dinliyordu. Karşılaştıklarında başını okşayan, iltifatlarda bulunan Şeyh Fehim Hazretleri'nin ilk hususî dâvetiydi bu.
Ayağa kalkıp üstünü başını bir daha silkeledi. Şalvarının dizden aşağısı hâlâ nemli idi. Havuz işi bittiğinde dizden aşağısını kendi üzerinde yıkamış, kuruması için dışarıda oyalanmış; akşam ve yatsı namazını da en arka saftaki hasırın üstünde eda etmişti.
Namazdan sonra Şeyh Fehim Hazretleri'nin câminin içinden girilen çilehaneye kapandığını gördüğünden aldığı davete icabet etmek için mabedin derme çatma küçük tahta kapısını araladı.
İçerisi mihrabın sağ tarafında duran kandilden yükselen is ve ceviz yağı kokusuna eşlik eden küçük cızırtı işitilecek kadar sessizdi. Yer yer dökülen sıvaları ile bir metruk kalıntısı gibi görünen kalın taş duvarlar, bu loş aydınlıkta birbirlerine daha çok yanaşmış hissi veriyordu. Kalın kütüklerin tuttuğu toprak dam da iyice alçalmıştı sanki. Küçük kapıdan eğilerek giren insanların boynu bükük kalma hissini, aydınlıktan çok karanlığa yakın bu loş aydınlıkta alçalmış gibi görünen tavan devam ettiriyordu.
Bakışları Sofu Baba'nın hediyesi olan kandilden yine ondan yadigâr olan yağ küpüne kaydı. Şeyh Fehim Hazretleri'ne olan bağlılığına dair anlatılanları, kandili getirdiği gün yaşananları düşündü. Yüksek ve sarp Müküs dağlarının geçit vermediği, tipinin göz açtırmadığı bir günde, sırtında ceviz yağı dolu bu küple Van'dan yola çıkıp Arvas'a gelen genç müridin Hz. Hızır'la olan macerasını hatırlayıp gülümsedi.
Küpü taşımakta kendisine yardım etmek isteyen Hz. Hızır'a, "Yardıma ihtiyacım yok!" diyen Sofu Baba'nın karaltısı bu loş aydınlıkta geziniyormuş zannı içinde karanlık köşelere baktı ama Baba ortalıkta görünmüyordu.
Girişin sağ arka köşesinde, insan boyu yüksekliğinde bir merdivenle ulaşılan çilehanenin küçük kapısının aralık olduğunu farkedince Şeyh Fehim Hazretleri'nin kendisini beklediğini hatırlayıp oraya yöneldi. Henüz 10 yaşında bir çocuk olmasına rağmen ancak başını eğerek çilehaneye girebildi. Her şeyi ile kabri hatırlatacak, kabir hayatını yaşatacak bu küçük hücrenin daha kapısından başlayan benzerlik Said'i her defasında ürpertiyordu.
Bu yıl altmış üç yaşına giren Şeyh Fehim Hazretleri artık daha çok çilehaneye kapanıyor, altmış üç yaşında vefat eden Hazret-i Peygâmber (A.S.V.)'a ömrü ile benzeyemeyişinin hüznünü bu ürpertici hücreye kapanarak hafifletmeye çalışıyordu.
Hücre girişinin karşısına düşen kalın taş duvara gömülü iki küçük dolap sırtı meşin el yazma kitaplarla dolu idi. Belli ki, Şeyh Fehim Hazretleri, uzun çile günlerde sadece zikir ve ezkârla değil, ilimle de meşgul oluyor, saatlerini cılız kandil aydınlığında kitab sayfaları arasında geçiriyordu.
Bulak tarafına bakan sağ duvarda pencere diye açılan küçük iki mazgaldan sızan gün ışığı, yaz günlerinde bile çilehaneyi aydınlatmaya yetmiyordu.
İçerisi hep karanlık, hep sessiz, hep toprak, hep nem kokuluydu. İsmi üzerinde, çile hücresiydi burası; nefsi dizginleme, temizleme, öldürme, dünyanın aldatıcılığından kurtarma hücresi. Yaşarken bu kabir numunesine girmeden kabri anlamak, hissetmek mümkün olmuyordu...
Uzun kış gecelerinde hücreyi ısıtmak için kullanılan ocak, yanmadığı vakitlerde siyah bir karaltı gibi görünüyordu. İlk bakışta ayakta iki büklüm duran mürid görüntüsü veren bu duvar oyuğu, bazen de kabir ağzı hissiyatı uyandırıyordu. Ocağın en güzel vakti, meşe odunlarının aheste aheste yanıp çilehaneyi belli belirsiz aydınlattığı kış geceleriydi. Eğri büğrü taş duvarlar ile kütüklerin tutuğu tavanda saatlerce devam eden yumuşak ışık ve gölge oyunları, çiledeki için dünyadan gelen bir davet, kabre düşen bir hayat aydınlığı oluyordu.
Said, suyu kendi eseri olan havuza yönlendirdiği saatlerden beri ise çilehanenin yeni ve küçük zenginliği su şırıltısı olmuştu. Çilehanenin kabir şartlarını bozan su sesi, Şeyh Fehim Hazretleri'ni önceleri rahatsız edecek gibi olduysa de bir müddet sonra huzuruna ruhî bir ilham, bir hüsn-ü hazîn hissi verdiğini farkedip teselli buldu.
Gözleri loş aydınlığa alıştığında Said, Şeyh Fehim Hazretleri'nin her zamanki gibi karşı duvarın ortasına gelecek şekilde, yönü kıblede, önünde rahlesi ile diz çökmüş vaziyette oturduğunu daha iyi görebildi. Yanı başındaki kandilden önündeki açık kitabın sayfasına düşen aydınlıkta Hazretin cifir ve ebced istihracları ile meşgul olduğunu anladı. Hemen bütün Kürdistan medreselerinde olduğu gibi, Arvas Medresesi'nde de cifir ve ebced ders olarak okutulmakla kalmıyor, müderris ve şeyhler yakaladıkları istihraclara göre iltifat ve hürmete de mazhar oluyorlardı.
Kur'an ve Hadislerden bu iki ilmin kaidelerine göre yapılan istihraclar daha çok yaşanılan devre dair gaybî haberler bulmaya dönüktü. Ümmet ve insanlığın geleceğine dair olacakları önceden bilme merakı bu çalışmaların asıl saiki olsa da, Kur'an ve hadisin hususî muhatabı olup olmadıklarını öğrenmek de ikinci bir âmil olarak öne çıkıyordu. Aynı merak Said'de de vardı fakat o ana kadar cifir ve ebced dersi hiç almamıştı.
Kandilin sarıya çalan aydınlığında Şeyh Fehim Hazretleri'nin siması daha da solmuş gibi görünüyordu. Eliyle Said'e karşısına oturmasını işaret ederken gözlerinde belli belirsiz bir gülümseyişin iç aydınlığı ışıldadı.
Said, rahlenin önünde diz çöküp oturdu.
"Eline, dimağına sağlık evlad, güzel iş çıkardınız!" diyen Şeyh'in sesi çok derinden, çok uzaklardan geliyor gibiydi. Şübhesiz bulak havuzunu kasdediyordu.
"Bir bakıma hocam ve şeyhim de olan amcazadem Seyyid Sıbğetullah, babanı çok sever, çok iltifat ederdi!" diye devam etti. "Biz de severiz. Güzel evladlar yetiştiriyor maşaallah. Molla Abdullah çok müdakkik ve istikrarlı, inşaallah sen çoklarını aşacaksın!"
"Estağfurullah!" dedi Said, düşük bir ses tonu ile.
"İlim tahsili ve tasavvuf yolu ince ve uzundur, çilelidir; sabır ve azim ister. Nefsi öldürmeden bu yolda yürümek zordur, ehemmiyetini takdir etmeyen talebenin azmini muhafaza etmesi müşküldür. Herkesin harcı değildir, fıtrî bir cevher ister. Arkadaşlarının bir kısmı gibi sende de bu cevher var. Sadece sabırlı ve mutedil olman gerekiyor!"
Said, birilerinin kendisini şikâyet etmiş olabileceğini düşündü, konuşmanın varacağı aydınlığı bekledi fakat Seyyid Fehim Hazretleri mevzuu değiştirdi.
"Madem üstüne geldin, sana kısa bir ebced dersi vereyim. Daha ileriki vakitlerde de cifir öğrenirsin."
Said, hazır olduğunu gösteren bir dikkatle rahledeki kitaba meyletti.
Ebcedin girişi mahiyetindeki ders yarım saat kadar sonra bittiğinde çilehane bir daha derin sessizliğine döndü. Said huzurdan çıkarken Şeyh Fehim Hazretleri'nin el açıp arkasından uzun uzadıya dua ettiğini farketmedi. Hazretin mırıltıları ile bulak suyunun şırıltıları çilehanenin taş duvarlarında bir müddet birlikte gezindi. Sonra mırıltılar da gecenin karanlığında eridi, hâkimiyet muttarid şırıltılara geçti. Şeyh Fehim Hazretleri'nin parlak bir aydınlık aradığı karanlık gecesi, derin sessizlikle birlikte bir daha başladı.
NOT: Aşağıda tasvir edilen cami, çilehane ve bulak havuzunun kısa bir videosu var.