Komplo teorilerine ayılıp bayılıyoruz.
Gerçek varken, ihtimaller üzerine kafa yoruyoruz.
Son zamanda olup biten hadiseler gibi.
Tarih: 15 Temmuz 2016...
Vakit akşam saatleri.
Türk Silahlı kuvvetler içerisinde yeralan bir cunta, ihânet için harekete geçti.
Buna karşın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın çağrısını alan kitleler yurt genelinde meydanlara indi.
Tankların üstüne çıktı. Bu hayasız akına engel olmak için bedenlerini siper ettiler. 237 şehit ve çok sayıda insan yaralandı.
Darbenin görünen birinci aktörü Pensilvanya'daki Fethullah Gülen.
FETÖ adlı terör örgütünün lideri olarak addediliyor artık. Resmi makamlar böyle diyor.
Gülen de eski Zaman, Stv aktörleri de hal ve beyanlarıyla bu resmi te'yit ediyor. Hâlâ Cumhurbaşkanı'nı tehdit ediyor. Yakalananlar, 1 dolarlık zekâlarıyla ihaneti teşhir ediyorlar.
Bütün bu gerçeklere karşın "tiyatro" diyenler, ya da imâsında bulunanların ikiyüzlü, riyâkar soytarılıklarını sergilemiş oluyorlar.
Elbette bu darbenin tek yüzü . Gülen ve adamları değildir. Darbe çok sayıda yerli ve yabancı şebekenin bileşiminden oluşan bir konsorsiyumun ürünü. Ama madalyonun bilinen öncü yüzü Fetö örgütü.
***
Aslında, ihanet 15 Temmuz'da ortaya çıkmadı.
Kırk yıllık güç devşirme, müstekberlere yaranma adına her türlü maymunluğun icrâ edildiği ibretlik hikâyedir bu.
Her defasında ehl-i imanın hüsnüzan kredisini hoyratça kullanan bu içi başka dışı başka hareket, İslâma İslamî teşekküllere ve duyarlılıklara darbe vura vura bugünlere geldi.
Her seferinde mazlumun yanında değil; zalimlere kaltabanlık yaptılar ve bunu maslahat diye yutturdular bize.
Hoşgörü ve diyalogları da sakattı. Hatarlarla doluydu.
İbrahimî dinler söylemleri de...
Otoriteye itâât iddiaları da sahteydi:
Çevik Bir'e mülayim, Başbakan Necmettin Erbakan'a kindâr. Bir'le "okullarımızı devlete hibe edebiliriz" diyecek kadar dost olan Gülen, Recep Tayyip Erdoğan'la ise, "dersaneleri kapatacak" diye amansız savaşa giriyordu.
Öte yandan, 28 Şubat'ın Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'ya "Demokrasi Plaketi" takdim edecek kadar da pişkin olacaktı.
Başörtülü üniversite kızlarının mücadelesini, "füruat" diyerek sabote eden F. Gülen, herkes Filistin'deki mezâlime tepki gösterirken -90'lı yıllarda- "İsrailli çocuklara ağladığı"nı anlatarak herkesi şaşırtıyordu.
Abartılı duygusallık...
Abartılı gözyaşı...
Abartılı hoşgörü seramonisi...
Buna karşın...
Abartılı organize işler...
Abartılı kadrolaşma...
Abartılı para istemeler...
Abartılı meşrep tutuculuğu ve... Mensuplarından talep edilen abartılı bağlılık-bağımlılık davranışı.
***
En büyük ihaneti, en feci darbeleri "cemaat", "hizmet", "himmet" imam" gibi İslâmî kavramlara ve bu yolda faaliyet gösteren teşekküllere sergilediler. Neticesinde değerleri iğdiş ettiler, itibarsızlaştırdılar ve halkın itimadını tahrip ettiler.
Nur cemaatlerin hasssiyetlerini hiçbir zaman gündemlerine almadılar. Uyarılarına karşın burunlarından kıl aldırmadılar.
En sonunda...
Nur risalelerine "sadeleştirme" adı altında cinayet işlediler.
Bu cinayetleri elbette karşılıksız kalmayacaktı.
***
Bediüzzaman'ın öğretilerine zıt hareket etmeyi bilinçli olarak sürdürdüler ama ona tabiiymiş izlenimi verdiler.
Çoğu kez Üstad'ın adını dahi anmaktan şiddetle kaçındılar. Habire sıfatlarla imgelerle ondan ve eserlerinden söz ettiler. Nurcu görünmekten-anılmaktan zinhâr kaçındılar ama öbür yandan da bu sermayeyi hoyratça kullanmaktan da geri durmadılar.
***
Bediüzzaman, iman davasını her türlü basamaklara alet yapmamaya özen gösterdi.
Fetö ise, istedikçe istedi, doymak nedir bilmedi; makamları mansıpları.
Bediüzzaman gerek devletin makam ve yardımlarını gerekse de halkın zekat ve sadakasını kabul etmedi. İstiğna düsturuyla hareket etti.
Fetö ve Fetöcular, himmet talebinde de resmi taleplerde de kurutuncaya kadar bitmek bilmeyen bir iştahla istediler ve kopara kopara elde ettiler.
Bediüzzaman siyasilerden vekil-kadro talebinde asla bulunmadı. İlkesel duruş sergiledi. Din vatan namına nasihat ve uyarılarda bulundu.
Fetö ise, o kadar istedi ki gün geldi MİT Müsteşarlığını, Adalet ve İçişleri Bakanlıklarını isteyecek kadar işi büyüttü.
Bediüzzaman vatanseverdi. "Ben tokadımı Venezilos'la beraber Enver'e vurmam" diyecek kadar hassastı.
Fetö ise, ülkesine devlet adamlarına karşı her türlü ulusal-ananas ittifaklarına, uluslararası-Pensilvanya merkezli karanlık ilişkilere girebiliyordu.
Bediüzzaman, "Mekke'de de olsam buraya gelirim" diyecek kadar yerli, Anadolu merkezli düşünceye sahipti. Takip ve tarassutların en ağırını yaşadığı halde Pakistan'dan gelen tekliflere dahi olumlu cevap vermedi.
Fetö ise, hodbin ve hoşendiş bir edâ ile Pensilvanya'ya iltica etti ve ihanetlerin merkezi oluverdi.
Bediüzzaman, en büyük hileyi hilesizlikte arayan bir karakteri ortaya koydu. Fetö ise, kılcal damarlarına girinceye kadar her yolu mübah sayan bunun için, farzları ihmale ve büyük günahları işlemeye mazeret fetvası verecek kadar azgınlaşabilyordu.
Bediüzzaman, İslamî şeaire sahip çıkma noktasında kellesini ortaya koyar. Sarığını çıkarmaya çalışan devrin idarecilerine, "Bu sarık bu başla beraber çıkar" diyecek kadar nettir.
Fetö içinse bunlar ayrıntıdır.
Bediüzzaman tüm müminleri iman noktasında kardeş sayar ve onlarla meşgül olmazdı. Fetö ve Fetöcü zaptiyeler ise operasyon düzenleyecek onları keyfî olarak derdest edecek çabalar vardı.
***
Son olup bitenlere bakıp da "Hoca bunu yapmaz, yapamaz" diyenler ya da "Kumpas" "tiyatro" imâsında bulunanlara birkaç cümleyle hatırlattım eski haltlarını.
Bu kadar cinayet işleyen, bu kadar haddi aşan adam mı yapmaz- yapamaz?
Yakalanan binlerce adamın beyânı ve elin kanalında sarfettiği tehdit ve şantaj içerikli konuşmalarını izledikten sonra...
Artık o ipini çeken muzîr ve merdut bir mahluktur. Üç vakte kadar beklenen akibete muhatap olacaktır.
Şimdi onun verdiği zararı ziyanı telâfi etme vaktidir.
Doğru İslamiyeti, doğru iman hizmetini ve doğru idrak ve mefhumları ilâ etme vaktidir.