Roman, bir yaratılış ve varlığın inşası romanı, bir imtihan salonunun yapılması için önce salonun inşa edilmesi gerekir, daha sonra talebelerin ihtiyaçlarının temini, arkasından onların okula gelmeleri ve peşinden öğretmenlerin, okulun değerli eşya, nesne ve mekânlarının yapılması gerekir. On birinci sözdeki yaratılış ve insanın âleme gelişi, sonra peygamberlerin gelmesi nasıl birbirini takib eden olaylar zinciri ise, bu roman da bütün peygamberlerin dip koçanı olan bir peygamberin ve eşlerinin duygusal çatışma atmosferiyle birlikte, beşeri yanları ama bunun ötesinde gaybi bir canipten evren okulu ve öğretmenlerin ortaya çıkarılmasını anlatır. İlimin ritmik yapısının dışında olaylar teorik yorumlar yapmadan ilahi bir tensiple sahaya, sahneye çıkarlar ve rollerini icra ederler. Bütün İslam tarihinde böyledir, bütün insanlar büyülenmişçesine gaybi bir el tarafından yerlerini alırlar ve işlerine bakarlar. Ne kadar geri kalmışız, bu olayları romanlarla, tiyatrolarla, monologlarla, dialoglarla anlatmadığımızdan dolayı.
Roman bir yönüyle de bir dialog monolog romanı, Hacer’in kendi ile Sara ile İbrahim ile tabiatla, çatışmasının hikâyesi. Yüzlerce çekirdek vaka var romanda, ama bunların içinde sadece Hacer’in odağında iki üç şahısla devam eden bir olay örgüsü ve şahısları sınırlı bir romandır. İstanbul tren garı gibi ülkenin bütün şehirlerine açılan yolları olan bir roman, ama bu kadar mudil, kompleks bir istasyon var, sadece işlenen olayın dağılmaması için Hacer –Sare-İbrahim üçlüsünün tek hatlı treni maziden istikbale intikal eder. Bu Kur’an‘ın harika bir tanrısal roman olduğunu gösterir, ama bizim romancılarımız yatak yorgan hikâyelerinden Kur’an ‘ın vakalar ve insanlar galerisine giremediler, bu yüzden sayın romancı büyük bir iş yaptı ve yapıyor. Romanın adı çok dolaylı bir tematik at, ironik bir cümle, konuyla bağlantısını kurmak için oldukça zihinsel antrenman yapmak gerekir, ortada aşk diye bir şey yok, kıskançlık romanın asıl konusu ve yapıcı yanı ile işlenmiş, iki duygu arasında kalmış bir kadın, Hacer. Yazarın yorum düşüncesi evden uzaklaşabildiği oranda mutlu olan sevda zede gibi.
“Gizli kenz ezel sırrını sıyırmayı, sır örtüsünü aralamayı mahremiyet peçesini indirmeyi, giz perdelerini bin bir sır dolu hazine ile açmayı istedi. İstedi ki bilinsin, istedi ki görünsün.“ (7) Bu gizli kenz aslında programın uygulamaya dökülmesidir, yaratmak istedi ama mantık düzeni içinde insanların duygularının tezahürlerine göre.
Birinci Bölüm
Aşk Adımları
“Ürpertiyle Nil’in öfkeli sularına baktım.” (11) Bir seyreden şahıs var.
Alina birkaç aydır Firavun’un hizmetinde bulunmuş bir kızcağız. “Alina balkon kenarına yaklaştıkça çırpınan bir kuş gibi çevikleşiyor, muhafızın ellerinden kaçıp havalanmak, kanat çırpıp uçmak istiyordu” (12) Bir fon şahıslar seyirci şahıslar var. “Hepimiz donmuştuk mazlum ile zalimin mücadelesini seyrediyorduk.“ (12) Seyredenlerin içinden birisi var “ ilk kez korkunun nasıl bir şey olduğunu anladım” (12) “Şefkatten soyunmuş bir muhafız genç bir bedeni tüm umutlarıyla taraçanın kenarına bıraktı. Nil’in serin suları körpe bir bedeni daha kucaklamıştı”(13)
Muhbir
Sare, ana olamamış bir kadın, anasını düşünür” Yaşlı anacığını bulmaya çalıştı. Eteklerinden tutmak yılların yorduğu bedenini dizlerine koyup dertlerini sayıp dökmek, ana olmak için, bir yavrunun eteklerine tutunması için çektiği acıları, ana olamamanın yüreğindeki buruk hüznünü, bir çocuğu saramayışının şefkatine düşen bir yavrudan ırak olmanın insana verdiği garip yalnızlığı bir bir anlatmak istiyordu. Silinmiş hatıralar fazla renk vermedi. “(17)Dramatize etmek bir sanat vaka ipuçlarını bir urgana çevirmek sanatçının görevi.
Kaçış
Bir bebek var “Bebek değiştikçe beni de peşi sıra çekiyordu. Kendimi bebeğin eteklerine tutunmuş gibi hissediyordum” Çocuğu olmayan bir insana bir köle çocuk verecek, iki kadın arasında çekişme” Sare beni sürekli eleştiriyor, köle olduğumu her an hatırlatıyordu. Karşıt bir cephe oluşturmuştu” (19) Ama Hacer hep susar ”İbrahim’i incitmemek onun şefkat dolu yüreğini iki kadının arasında hırpalamamak için sustum” (19) Toprağın altına giren tohumun sıkıntı ile orada gerilime düşmesi gibi varlığın çekirdeği ana vakası olan bu insanların yaratılışın toprağı altında gerilimden varlık inşasına gidişleri.
İbrahim “merhametli bir eşti, iki eşin arasında çaresizliği yaşıyordu” (20) Bazan yazar konuşur her şeyi bilen bakış açısı ile bazen kahramanı ikisi ortaklaşa romanı götürür.
Nil ve Hacer romanın iki kahramanı birbirleriyle empati halinde “Firavun sarayında iken de Nil benim için uzun ve büyük bir dost eliydi. Ne zaman sıkılsam, Nil’e bakardım, onun yumuşak ve kucaklayan sularının büyüleyici akıntısına kaptırırdım kendimi“ (22)
Bir deneme lisanı ile olayları yorumlar yazar ”Suyun toprağa kul köle olup onun eteklerinde sürünmesine sürünürken de rahmet olan sabrına takılıp kalmıştım.
Kaçış sırasında bir yabancı gelir ve ona emniyet telkin eder ve der ”Evine dön ve çocuğunu doğur. Doğacak çocuğunun adı İsmail’dir. Allah senin çektiğin eza ve cefaları gördü, şikâyetlerini işitti. Sen ve oğlun buralardan gidecek yabancı yerleşe yerleşeceksiniz.“ (23) Yabancı kendini anlatır, kimliğini ifşa eder ”Ben Allah’ın gönderdiği meleğim “(24) Varlığa yeni boyutlar hep maveradan gelir.
Karar
Bir ev ama mekân niteliği kazanmış değil, mekânlar duyguları değiştirir, insanla bütünleşir, biraz mekân yazının tutu biberi sayılmaz mı? Bir peygamber evinin kimliği olmalı mı? “Yine aynı evdeydik. Ben bebeğin hayata gelmesini beklemekteydim. Sare başka beklentilerin planını yapmaktaydı. Son günlerde geçmişte yaşar gibiydi, hali unutmuş, maziye tutunmuştu. Bu ihtiyarlığının mı deliliydi, yoksa ileriye yönelik ümitlerinin tükenişi miydi?” (25)
Sare, İbrahim ile konuşur, onların uzaklara gitmesini ister ”Gitsinler! Hem de çok uzaklara. Verdiği kararın gayretiyle doğruldu, nefsi başka isteklerin duasına tutundu. – Gitsinler!” (25) Yazar Sare’nin monaloglarını okur ”Sare düşüncelerini gerçekleştirmek için zamanı erken buldu. Hele bir bebek doğsun, bebeğin küçük bedeni varlığını ortada göstersin. Etraf sevgiyle bebeği sarmalasın. İbrahim çocuğu şefkatle bağrına bassın. O zaman bu kararı uygulatmak daha kolay olurdu. Her an bir çocuğun kendisine ana olmayışını hatırlamasının nasıl üzüp bizar ettiğini kıskançlığın amansız sancılarını daha iyi anlatırım İbrahim’e diye düşündü” (26)
(Omniscient point of viev, kahramanının zihnini okur, anlatıcı, Tanrısal bakış açısı “Bir yere kadar tanrısal daha sonra kahraman” bakış açısı ile anlatım.
Aşere
“Sayılar gayb perdesinin anahtarlarıydı. On Muharrem sırrıyla kuşandım. Kurtuluş dedim, bugün kurtuluşa erenleri hatırladım” (28)
Âdem babanın tevbesi bugün kabul olunmuştu
Havva ana ile Âdem baba bugün kavuşmuştu
Nuh peygamberin gemisi bugün karaya oturmuştu
İsmail peygamber doğdu
Hacer analık sırrına tutundu (29)
Sare analık hissinin bir meyvesi olmamasını aşamaz aklen kendini ikna eder ama hissen kurtulamaz. “Analık duygum bir an olsun sızısını kaybetmiyor, elimde değil. İçimde bir ananın iniltileri bir yavrunun dışarı çıkmamış çığlıklarını duyuyorum. Analık içimde bir parça” (30)
Roman otuzuncu sayfayı aşınca geriye dönüş tekniği ile maziyi anlatır. “İbrahim’i yakmak ister Nemrut, herkesin ibret alacağı bir ateş yakmak ister. İnsanların kimi oduna koşar kimim de suya. Ateş o kadar büyük ki yanına yaklaşmak mümkün değil. Onu ateşe atmak için mancınıklar kullanırlar. İbrahim “ Beni gören biri var, beni duyan biri var” (34) diyordu.
Yangın sırasında Allah peygamberine üç meleğini göndermiş. “Birinci melek gelip İbrahim’e demiş ki – Ya İbrahim. Rüzgâr benim emrimde, emret şu ateşi rüzgârla dağıtıp söndüreyim. İbrahim’i n dilinde zikir. Hasbunalluhu ve nime’l-vekil!. İkinci melek demiş ki “Sular benim emrimde izin ver, şu ateşi suya boğup söndüreyim. İbrahim’in kalbinde zikir; Hasbunallahu ve nime’l-vekil! Üçüncü melek demiş – Ya İbrahim Toprak benim emrimde istersen ateşi toprağa yutturayım. İbrahim’in ruhunda zikir” Hasbunallahu venime’l-vekil. İbrahim üç meleğe bakıp Halilullah olmanın sırrını ifşa etmiş. “Dostumla arama girmeyin, o ne emrederse o olur. Muradı beni ateşte yakmaksa, kusurum var der sabrederim, kurtarırsa da şükrederim” (36) İki yüz yıldır mukaddes kitaplarında Allah’ın kahramanlarına kapanmış romanı yeni bir vadiye sokan son dönemin romancıları, mutlu insanlar ve sayın Çeleğen.
“Sonunda Cebrail’i de arada istemeyen İbrahim için Allah ateşe seslenmiş- Ey ateş İbrahim için serin ve selametli ol.” (39)
Sare, anlatır. Her zaman İbrahim der: ”Dünyada en ziyade zevk aldığım vakit o yedi gündür. Cebrail Cennet’ten bir gömlek ile bir yaygı getirdi. Gömleği giydirdi, yaygıyı yere serip beni oturttu. Kendisi de oturdu sohbet ettik.” (39)
Nemrut, İbrahim’e, “git dedi, buraları terk et, git”. İtilmek ve aşağılanmak eazımın mutadı ahval.
Bu gömlek hakkında bilgi verir yazar, Hz. İbrahim’den oğlu İshak’a, ondan Yakup’a intikal eder, ondan oğlu Yusuf’a geçer. Yusuf kuyuya atıldığında bu gömlek sırtındadır, üzerinde cennet kokusu olan bu gömleği giyen hastalar derhal şifa bulurdu. Sare de babası ve Nemrudu kemali memnuniyetle terk eder.
“Ne olursa olsun o küfrün içinde kalmamaya kararlıydım. Onlardan gizlice kaçarak sabah olmadan İbrahim’e gidecek müminlerin içine karıştım. Anamı, babamı saltanat ve ihtişamı bıraktım. Her şeyi terk ettim ve Babil’den ayrıldım.” (40)
Her bölümü bir ayrı roman olacak büyük trajik vakalar zinciri, peygamberler tarihi. Olaylar, gerilimler, tırmanışlar, zulümler, çözülmeler, tezkiyeler, peygamberliğe istihkak hikâyeleri, Allah’ın seçkin kulları ile insanlık için birlikte kurguladıkları tanrısal tiyatrolar. Kur’an‘daki “ya eyyühe’n-nas” seyirciler topluluğu, kötü adamlar, iyi adamlar, tanrısal roman, Allah’ın büyük karizma kahramanları ile insanlığa sunduğu olaylar zinciri. Seyirci bitmez tükenmez her arsın insanları, film devam ediyor. Seyreden arınan, seyreden ayrışan. Hilmi Yavuz, Kur’an ve roman diye bir iki yazı yazmıştı, aradım ne demek istediğini aradım.
Urfa mevlidinde Urfa ile ilgili ona yakın yazı yazdım, bu romanın bir bölümü onun ile ilgili, o şehir bir büyük edibin elinde çok romanlar doğurur. Doğmak isteyen çok konu var, ama ebe sanatçı yok.
Hacer Duasına Çıkış
Romanda bir Komşu Kadın var, kimliği belli değil, fon gibi ama bir kişilik. Bazen Sare ona bir şeyler anlatır. Suriye’de Harran’a gidişlerini daha sonra Mısır’a gitmelerinin istenmesiyle oralara vardıklarını komşu kadına anlatır, komşu kadın bir anlatım tahkiye unsurudur, kısmen canlı bir kişiliktir. Mısır’a ulaşmadan Lut ortaya çıkar, İbrahim onu azgın bir kavme yol gösterici olarak bırakır. (43) Ona İbrahim konuşur. “Ey kardeşimin oğlu yirmi yıldır yanımdasın, senin yakınlığın kadar kimse bana yakınlık göstermedi. Artık yaşlandım. Eğer Allah sana kutsal vazifeyi verirse korkmadan, yılmadan, yorulmadan çalış.” (48) O kendinin bu işi götüremeyecek kadar zayıf olduğunu söyler, İbrahim onu ikna eder. “Ey Lut, endişelenme sana kuvveti verecek Allah’tır. Allah’ın verdiği kuvvetin bir damlası dünya hükümdarlarının kuvvetinden üstündür. Haydi kalk yola çıkıyoruz.” (49) Sonra bir göle rastlanır ve Lut orada dokuz arkadaşıyla bedbaht insanların beldesine Allah’ı tanıtmak için kalır. (51)
Mısır’dan ayrıldıktan sonra Filistin yakınlarında Saba mevkiinde kalırlar. Kurak yerde İbrahim bereketi başlar, oradan da ayrılırlar. Kıst şehrine giderler. İbrahim ve Sare’nin çocuk istemeleri zaman zaman kendini hissettirir. Sare altmış, İbrahim seksenli yaşlardadır. İbrahim çocuk için dua eder. “Ya Rabbi bana evlat tadını tattır. Bir defacık olsun ver, sonra şükür olarak sana kurban edeceğim” (61)
Çocuğu olmayan İbrahim’e eşi Sare, Hacer ile evlenmesini salık verir. “Hayır, Hacer’le evliliği kabul edeceksin.” (61) Evlilik gerçekleşir.
İbrahim ve ailesi Filistin’dedir, ama yakınlarındaki Lut ve kavminden iyi haberler almazlar, kavim sapkındır, İbrahim, Lut’a dua eder. İsmail doğduktan sonra başına gelenleri anlatır Hacer” Tam üç kez kovulduk, İsmail daha bebekken alıştı bulunduğu yerden, yuvasından uzaklaştırılmaya. Ana ve oğul her defasında evsiz barksız dolaşarak Sare’nin öfkesinin geçmesini bekledik. Sare’nin kabul lutfunu beklemek İsmail ile benim sabır sınavımızdı.” (62) Olayı Hacer anlatır, Sare’nin kıskançlık krizlerini. İbrahim Sare’ye bir müjde verir “Rabbim seni de çocukla müjdeledi, bu Rabbimin mucizesi beklemek gerek” (64) Ama yine onların gitmesini ister ”Gitsinler” Hacer daha farklı bir psikolojiye sahiptir. “Benim dünyam kıskançlıktan azadeydi. Ben Rabbimin bana verdiğine razıydım.“ (64)
İbrahim Sare’ye anlatır “Sare sen Hacer’le evlenmemi isterken bana söz vermemiş miydin? Onu kıskanmayacağını eğer bir bebeği olursa da kendi bebeğin gibi seveceğini söylememiş miydin?” (64)
İbrahim’in portresi “Sakal ve saçlarına beyaz bir nuraniliğin el attığı İbrahim’in mütevekkil ve sabır dolu yüzüne bakarak nefsinin tüm isteklerini son kez dillendirdi.” (65) o yine itiraz eder” Evet demiştim, ama şimdi dayanamıyorum” (65) Bütün insanlar isterse peygamber olsun beşeri ahval ile imtihan olunuyor. İnsandaki bütün ulvi ve süfli hisler bu imtihanın soruları sayılır.
Ve Hacer, Filistin’i terk eder “Gazze’yi bir baştan bir başa geçerek ayrıldım. Filistin hep Hacer kadar ağlayacaktı” (68) Vakalar olmakla birlikte roman sürekli bir yorum lisanına dönüyor, olaylar yazarın dilinde yorumla şekilleniyor, bu yönü ile deneme-roman türü bir romandır eser. Aşkın, erkek ve kadının yorumlarında olduğu gibi “Aşk kâinatın yaratılış mayasıydı ve bu maya insanda tevhid olarak kalbe yansımıştı. Erkek kalbi kâinatı temsil ederken kadın kalbi iç âlemi temsili almış ve adına da aşk denmişti. Erkek dış âlemdi, kadın iç âlem (70) Dil kullanımında Türkçe daha iyi ifade edebilir mesela şu cümledeki gibi “Güneş henüz kendini zahir etmemişti” Güneş henüz kendini göstermemişti, daha güzel değil mi, zahir etmemişti bizim selikamıza biraz tırmalayıcı değil mi? Mesela “bilmeden giysilerimizde aşikâr olmuştu zıtlığımız” bu cümlede aşikar olmuştu zatlığımız, daha selis değil mi, Osmanlıca kelimeleri Bediüzzaman gibi kullanmak bir tavsiyedir.
Bir roman kişisi “İbrahim’in Şamlı kölesi Elyezer yol hazırlığına yardımcı olmuştu.” (74) Roman iki kişilik vaka örgüsü ile gidiyor, tamamlayıcı şahıslar silik, bir rol paylaşımı yok, romanda ikinci kişiler birinci kişilerin gelişme tahtasıdır. Roman iki kişilik bir lahuti yolculuk. “Sare’ye kadınlığı bırakıp analığımı kucakladım, yürüdüm” (76) Yolculuk devam ediyor” Büyük peygamber yürüyor, sükût kadere boyun eğmişliğin tercümanı aramızda. İbrahim de sabır ve tevekkül, ben de ise dinmek bilmeyen gözyaşı var.“ (77)
Roman Hacer’in romanı, İbrahim bile protogonista iken o Hacer ‘in gölgesinde kalmış, o müsaade ettiğinde rolünü oynuyor. Kaderleri bir başlar sonra yollar ayrılır Sare ile “Kaderimde dolu olan çizgiler. Hep bilmediğim yerlere birilerinin peşinden akıp gittim. Firavn’ın sarayına kimin peşinden geldiğimi bilmiyorum. Bildiğim Sare’in peşine takılıp Firavn sarayından uzaklaştığım.” (77) Romanın bir kahramanı ana kucağında bir çocuk “İsmail kucağımda terliyor, uyuyor, uyanıyor. Uyandıkça meme veriyorum, susuzluğunu açlığını gideriyor. Takatimin bittiği noktalarda yürüyüşün ne zaman son bulacağı kafama takılan soru yumağı olarak sessizliği bozan yine birkaç acı çığlık oluyor.” (78) Gücünü büyük peygamberden alır. “İbrahim’in sabrına tahammülüne tutunuyorum. Merhamet yüklü İbrahim nasıl da itirazsız yürüyor. Bir tanecik yavrusunu uzaklığın bilmediği noktalarına kendi elleriyle taşıyor. Onda dayanma gücüne bakıyorum. Rabbine itimadına. Emre boyun eğişine, itirazsız duruşuna. İtirazın isyan kadar tevekkülün iman kadar olduğunu anlıyorum. İbrahimvari olmam gerektiğini düşünüyorum.“ (79) Peygamberler hem tevhid yolcusu hem sıradan insanlar gibi yolcu, dinin önemli bir teması yolculuk, Bediüzzaman’da yolculuk teması o da bir roman besleyecek ve birkaç roman olacak derinlik. Beklenen” :Bu yolculuk ne zaman bitecek?” (79)
Sare’nin garip isteği ve İbrahim’in ona uyması “Yola çıkmadan İbrahim’e demiş, Hacer’le yol boyunca konuşmayacaksın” (80) O da dilden kalbe gider ve kalbi ile konuşur. “Dil kelamı ne kadar aciz ne kadar da kısırdı. Sırr-ı kalbe erenler için kelamın aracılığına ne ihtiyac var idi.” (81)
Romanın bir coğrafyası var, mekân ve şehirler coğrafyası, ama coğrafya ve mekan poetikası mı acaba? ”Şam’ı gerilerde bıraktık… Havva ananın bir çocuğuna ağlayan diğer çocuğuna yanan kalbinin iniltileri duyuluyor. Kusyan Dağında” (83) Konuşmaların yorumu var ama mekân ve coğrafya da biraz olmalı mı? Çünkü mekânın ve coğrafyanın düşünceler üzerinde tesirleri var, mevsimlerin ve günün beş vaktinin zamana yansıyan boyutları Dokuzuncu Sözde var. Büyük adamdan büyük imdadlar alınabilir.
Roman bir deneme lisanıyla yazılmış, olayların romancının muhayyilesinde renklenip bir dünya görüşüne değişimi ile biçimlenmiş. Vaka örgüsü, deneme lisanının aralarında kendini gösteriyor, geleneksel romanın yapısından yorum ağırlıklı romana dönüşmüş. Ama romancı deneme lisanı ile birlikte romanın vaka zincirini birbirine rabtetmiş, denemenin lisanı romanın yapısını bozmamış. Olay örgüsü ve kurgu istiklalini korumuş.
Yine Kusyan dağı ve geçmiş maceralar ”Habil ‘in genç yaşta yattığı Kusyan dağı mı var arkamızda, yoksa sen mi?” (849 Vaka örgüsünün merkezinde Hacer –Sare- İbrahim var, arka planda başka peygamberlerin maceraları ve coğrafyaları, bunların birlikte işlenmesi nasıl bir roman ortaya çıkarır, büyük bir ağaç var, ama büyük vakalar ve ağaçlar kalemi beklemişler. Umberto Eco, anlatıyı bir ormana benzetir, orada altı gezinti yapar. Bediüzzaman da Risale-i Nuru bir manevi bahçeye benzetir.
Sare’nin götür fiilini yorumlar: ”Kaderi şekillendiren götür kelamı değildi. Kelamın sahibi Rabbin isteğiydi.” (85) İbrahim’in sessizliğini de anlar “Bildim İbrahim’in niçin konuşmadığını. Tevhid yolunda itirazsız, sorgulamasız yol almayı, yol gösterene tabi olmayı öğretiyordu. Şefkatli peygamber kelam maddesi de manaya ulaşmamış olsaydı, nasıl dönerdi tekrar Sare’nin yanına.“ (86)
Romanda büyük mayalamalara maruz kalacak temalar var: ”İbrahim gurbetin önemini biliyordu. Âdem babası gariplerin en büyüğü idi. Hem de bambaşka bir alemden düşüvermişti bu yollara.” (87) Öldükten sonra dirilme hakikatını anlamak ister, kabullenmiştir ama “Ey İbrahim dört tane kuş al, onları kendine alıştır. Sonra onları boğazla, etlerini birbirine karıştır, her bir parçasını bir dağa bırak. Sonra onları isimleriyle çağır. Hepsi birbirine karışmadan kemal-i süratle geleceklerini göreceksin” (88) O denileni yaptı ve kuşlar aynen geldiler. O kuşları öldürmekteki sembolik-reel anlamları anlatır anlatıcı.
Bir gün İbrahim, Cebrail’e sorar. “Rabbim beni niçin dost edindi? – Sen halka ihsan edersin ve onlardan bir şey istemezsin.” (91) kuşları uçurmakla içindeki aykırılıklardan kurtulmuştur.
Psikanalistler hayatın en önemli unsurlarından birini çatışma olarak kabul ederler, çatışma görünüşte zararlı gibidir ama aslında hayat çatışmadan hız alır. Aşk-ı Sükûn romanı bir çatışma, bir psikanalitik romandır. Seyla Ben Habib Kur’an’da psikanalitik öğeler üzerinde çalışmıştır. Hatta bu konuda bir de kitap yayınlanmıştır. Kur’an ‘da Çatışma kavramı çok özel bir araştırma alanıdır. Geogre Simon Çatışma kavramı diye bir kitap yazmış. Bu romanda çatışma üç kişi arasındadır, ama daha çok İbrahim ile Sare’nin çatışması dışarıdan ama Hacer’in çatışması içerden verilir ve daha canlıdır. Bir şeyin ideali konusunda bir merdiven yoktur, bir önceki bir sonrakine göre daha idealdir. Romanın her yerinde bu çatışma vardır, ilahi takdir ile bu çatışma paralel gider. Anlatır anlatıcı hem yazar hem de Hacer: “Ben ve Sare şimdi bu paylaşımda aşkı pay etmede iki eştik, sevgiyi iki etmede iki kalbin umutsuz çırpınışlarıydı bizim yaşadıklarımız. İki kalp arasındaydı İbrahim. İki kalbin bir kalbe sığma mücadelesi değildi bu. Sare’nin bir kalpte bir olma çatışmasıydı. Dirlik değil, birlik kaygısıydı. Kesrete tepkiydi.“ (92)
Çatışmanın doğurduğu değişimdir. Değişim de büyülü bir kelimedir, İslam değişimi birçok unsurla sağlamaya çalışır genel manada dinler ve peygamberler ve kitaplar, özel anlamda insandaki menfi ve müsbet duygular, bütün bunlar değişimi sağlarlar. Marks bunu hissetmiş olacak ki, “Değişmeyen bir tek değişim kelimesinin kendisidir” der. Hacer’in dilinden çatışmaların doğurduğu değişimi anlatır yazar. “Ve yollardan yürüyordum. Çöllerde mi benliğimde mi yerde mi nefsimde mi yürüyordum? Her adımda bir değişim hissediyordum. Manevi bir yolculuğun ilk eşiğinde olduğumu biliyordum. İbrahim’in ardında yollara dökülmemiştim sanki yavrumu da alıp onunla bir seyr ü sülüka çıkmıştım.” (93) Seyr ü süluk çatışma ve değişimin geleneksel adıdır. Bizim tasavvuf ve dini kavramlarımızın modern psikoloji ve gelişim psikolojisindeki yerleri daha zengin işlenmiştir, ama iki alana birden bakan nazarlar yok. Çatışma psikanaliz lügatinde çok yönlü olarak ele alınıyor, kıskançlıktan doğan çatışmalar, bu bahis Kur’an’da da var, Yusuf ve Kardeşleri arasında, Hacer ile Sare arasında ve daha başkaları, modern romanın da önemli temalarından biri. Tarifi “Görünürde ve temelde birbirleriyle uyuşmayacak kuvvetlerin arasındaki zıtlık.” (Charles RYcroft, Psikanaliz Lügati 27)
Sürekli değişime vurgu yapar yazar. “Bu yolculuğun bana yansıması değişimdi. Değişim acıydı, zordu. Değişimin en yamanı benlikte başlıyordu.” Bin bir esmalı zatı.
Romancı zahiri hikmetlerle, hakiki hikmetleri karşılaştırır. “Oysa Havva anam o meyveyi yemeliydi ki, İsmail’im olsun, İsmail annesinin kucağında ilk hicretini yaşasın.” (96) Hikmetler biraz da vasatın üstünde insanlara göre tanzim edilmiş, biraz müptediler de olmalı, dinden haberdar insanlara fazla para kazandırmak mı yoksa hiç haberi olmayanlara aş kalmayacak kadar ekmek mi?
Bütün peygamberlerin rehberi Cebrail’dir, varlık coğrafyasının hâkimi o, Allah adına. Ebu Eyyüb el-Ensari’nin evinin önünde duran Kusva’nın dokuz göbek önce, Hz. Eyyüb Ensari’nin atalarının Fahri kâinata yazılmış mektubunun farkında olması imkânsızdı. “O zaman anladım önde kılavuzun Cebrail olduğunu, Cebrail ile büyük bir peygamberin bulunduğu yerin tecelligah-ı ilahi olduğunu fark edip yorgun bedenimdeki adımlarımı cismimden kaçırıp kalbime doğru attım” (96) “Önde Cebrail, arkada bir aile, yürüdük… Arş-ı Azama.” (98) Ya bizim önümüzde kim var, hedef ne? Eleştirel ve mukayeseli bir dil. “Böyle bir Rahmet senden külli ve halis bir şükür ister” gibi.
İbrahim onu getirir, getirmesi gereken yere, bir tanrısal roman başlayacaktır, Hacer’in çekirdeğinden “Issızlık dağlarla çevrelenmiş. Ebu Kubeys dağı, Ecyad Dağı, Sevr ve Hira . Yerin kükremesiyle oluşmuş yüzlerce siyah tepe... Hepsi sivri ve dik, kıyamda gibi vadiye yönelmiş bakıyor gibi duruyorlar. Her yerden celal yansıyor” (104) Sahne seçilmiş oyuncular yaratılmış, roller için gerekenler yapılıyor, tanrısal tiyatro hayat. O sadece bırakıp gider. Tekrarlanır leitmotif “Bizi bırakıp nereye gidiyorsun? (105) O Allah’a bırakıp gittiğini söyler. Bırakıp gitmek Rabbinin tensibidir. “Öyle ise Rabbimiz bizi zayi etmez.” İbrahim nübüvvet mektebinin öğrencilerini kâinat okuluna dağıtıyordu, vakalar gerilimli ama hedef belli.
Yalnızlık üretkendir, peygamberlerin yalnızlığı, ilim adamının masasında yalnızlığı, Mevlevilerin itikâfı, sofuların açlık temrinleri, Bediüzzaman’ın yalnızlığı, laboratuar yalnızlığı daha nice yalnızlıklar, başarı yalnızlıkla doğru orantılı. Allah büyük ruhları yalnızlığın doğurgan ortamına atmış. “Dağların ortasında yapayalnız bir kadındım artık. Kucağımda minik bir bebek vardı. Şefkat eli eşimi arıyordu gözlerim.”
İbrahim yaptığı işi organizatöre bırakır ”Ey Rabbimiz ailemden bir kısmını Senin hürmetli Beytinin yanında, ekinsiz bir vadide yerleştirdim- namazlarını Beytinin huzurunda dosdoğru yapsınlar diye –Ey Rabbimiz Sen de insanlardan mümin olanların gönüllerini onlara meylettir ve onları meyvelerle rızıklandır ki onlar da nimetlerine şükretsinler” (113) Bütün peygamber maceraları Beytin etrafında toplanıyor, nasıl münbit bir topraktır, bütün yaratılışın değişim kahramanları orada başlarlar öğretiye orada ölürler, orası nasıl bir mektep.
“İbrahim kaderin programında bir yazıydı, kalem başkasının elindeydi.“ (116)
Say eder Hacer: “Say ettim, yalnızlıkta, acizlikte, fakirlikte, çaresizlikte, say ettim” (116) Acaba Say ‘in ne anlamı vardı, bütün ümitsizliklerin çözümü gayrette, çalışmakta, koşmakta, “Hayat bir faaliyet ve harekettir şevk ise matiyyesi“.
Hacer, yedi defa koşar su arar, ümitleri bitmişken birden çocuğunun yanı başında suyu görür, suyu bulmuştur ama sayettikten sonra. ”Çölde debelenen yavrumun ayaklarının altında şırıl şırıl bir hayat akıyordu. Gözyaşlarımdan akıttığım hayat sanki orada çeşme olmuştu. Yanlış mı görüyordum, yoksa yine bir serap mıydı? Gözlerimi kurumuş ellerimle iyice sildim. Kızarmış hallerine aldırmadan bir kez daha dikkatlice açarak baktım hayretten büyümüş gözlerim mavi ışıltıyı daha net görüyordu.“ (124) Çıkan su Zemzem’dir, mahiyeti, terkibi, katkısı, çok anlaşılmamış, peygamberler gibi sırlı bir su.
Roman bir yerden sonra kahraman anlatıcı tarzı ile anlatılmış, bu kahraman anlatıcı Hacer’dir. Eşi İbrahim, İbrahim’in ilk eşi Sare ve daha sonra doğan İsmail, romanın asli şahısları. Tamamlayıcı şahıslar, romanın temasını genişlendiren Sare ile İbrahim’dir, İbrahim kurucu rolü ile birlikte romanın kurucusu değil, asli vakanın kurucusu, Hacer protogonista, diğerleri norm şahıslar grubunda. Romanın mekân ve şahısları fazla belli değil, mekân poetikası yok gibi. İslam tarihinde mekânın özellikle Peygamberimiz ve Bediüzzaman’ın hayatında mekânların temalarla ilgisi çok, Çam dağı ile Hira dağı temaların gelişmesinde büyük rollere sahip. Peygamberimiz mekânlara farklı bir şekilde bağlı, Bediüzzaman da öyle. Peygamberimizin Hicret sırasında Mekke’ye son bir bakışı var ya, yürek dağlar. Bediüzzaman’ın hayatında hicret yok hicretler var. Hicret büyüdükçe meyvelerde büyük eserler de büyür. Bediüzzaman da Barla’daki ağaca sarılır ve ağlar. Tabii mekânı adres tarifi gibi yapmak ondan ruh aldırmaz. Romanımız evine döndü, sayın romancı evde ilk rastlanan romancılardan kâğıt mukaddestir, orda bu büyük eazımın bulunması kâğıdı ve kalemi mutlu eder, batı romanının adi lehviyatına mağlup olmuş bahtsız kâğıtlar, romancılar kahramanları ve kâğıtlar, mutsuzlar kafilesi. Vemtazu’l-yevme eyyühe’l-mücrimün.
Kur’an ‘da rolü en büyük kahraman İbrahim, her gittiği yer, ilahi mühendislik harikası, her gittiği yerde bütün geleceğin inşasını basit gibi görünen olaylarla kuruyordu. İbrahim’in duası bütün dinin inşası gibi “Ya Rabbi bu Mekke şehrini emin kıl, beni ve evlatlarımı da putlara tapmaktan uzak tut” (126) Hayatın maddi ve manevi temaları, direkleri ve temelleri bu mekânda atılıyordu. Zemzem, arkasından ibadet ve namaz “Ahmet namaz demekti, elif kıyam, her rükû, secde, dal ise oturma haliydi. Âdem’in şekli Muhammed (asm) ismini temsil ettiği kabul edilir. Ahmet ismi namazı temsil ettiği kabul edilir, Muhammed risaleti, Ahmet velayeti temsil eder.” (127)
Yine yalnızlık: “Yalnızlığı çok kez hissetmiştim, Firavn’ın sarayında Sare’in yanında. Bir bambaşka yalnızlık idi. Bilumum varlığın olmadığı bir yalnızlığı ilk kez yaşıyordum. Havva ve Âdem gibiydim.” (134) O yalnızlık ile kemali bulmuştur. “Yalnızlık fırtınasının savurmasıyla ulaştım tüm yokların varına.” (137) “Elif yalnızlıktı, insan yalnızlıkta elif olabilendi.” (138)
Geriye dönüş teknikleri kullanır, ama vaka örgüsünün bir periyodu yok, yazarın ilhamları vaka örgüsünün mantığını kuruyor gibi. İbrahim’in çocuğu olmaz, buna Sare üzülür. “İbrahim’in çocuğu olmuyordu. Çocuksuzluk İbrahim’den çok beni üzüyordu. Ben de yaşlanmıştım, İbrahim de. Çocuk denen varlıktan hayat mutluluğuna ulaşmamız imkânsız gibiydi. İbrahim bir gün bana Cebrail’in müjdesini getirdi. – Sare dedi -Cebrail bana kendi soyumdan gelecek iki peygamberi müjdeledi. İbrahim haberi bana verdiğinde İbrahim için çok sevindim, kendim için üzüldüm. Ben artık çocuğu olmayacak kadar yaşlıydım. İbrahim’e dedim. –Ey Halilullah benden çocuğun olmadı bundan sonra da olacak değil. Dünyaya gelecek iki peygamber başka bir kadından mı olacak? Düşündüm Cebrail’in müjdesi muhakkak gerçekleşecek. Öyle ise İbrahim başka bir kadınla evlenmeliydi. Hemen sen geldin aklıma Hacer.” (141)
Dinin temeli atılıyordu, bir peygamber ve iki eşi ile beraber, onları tabiat destekliyor, önce su, sonra yeşeren çevre “Çölde hayat kıpırdamaya etraf şenlenmeye, mekân darlığını ve kimsesizliğini gidermeye başlardı. İsmail toprakla tanışmaya etrafla kucaklaşmaya durdu. İçim ferahlamış, ruhum dingin bir hal almıştı, hayata ilk merhaba ilk selam kuşlardan geldi.” (143) Nerde insan orda din, orta hayat, orda her şey “Gelenler vardı, yalnız beldemize kimsesiz evimize, ana ile oğlun kurduğu bu yere sanırım akın erken başlamıştı. Her şeyi verir ama suyun mülkiyeti ona aittir. “Suyun mülkiyetini alırken hâkimiyeti de almıştım. İlk gelen bendim ve suyu Rabbim bizim için göndermişti. Çölde suyun mülkiyeti, hayatın mülkiyeti demekti” (144) “Bir ana şehir kuruyordu, burası şehirlerin anası olacaktı.“ (145)ve Şehir Mekke.
İbrahim yine Hacer ve İsmail’in halini merak eder. “İbrahim üç uzun yılın ve üç yıllık sabrın sonunda bir gün Cebrail’e ahvalimizi sormuş. –Ya Cibril Hacer’le İsmail’in ahvali nedir? Cebrail demiş? –Merak etme halleri iyidir. Allah onlara su verdi, yanlarına iyi insanlar iyi komşular gönderdi.“ (147) Cebrail olmak ne güzel şey bütün kâinatı dolaş, her şeyi gör sonra anlat ve kurgula. Mektupçu, haberci, arkadaş, dramaturg. Ü ç yıl sonra baba gelir. “Baba ile oğul hasret giderme telaşında. İbrahim İsmail’i bağrına basmış. Üç yıllık hasreti sinesinde eritiyor. Baba Süryanice, İsmail Arapça konuşuyor” (147)
Hacer Cürhümlü kadınlara İbrahim’e gönderilen suhuflardan bahseder. “Akıl sahibi vakitlerini şöyle üç kısma taksim eder. Bir kısmını Rabbine niyaz ve asar-ı kudretini tefekkürle geçirir, bir kısmını ilerisi için ne gibi ameller yapıp yapamadığının hesabına nefsine sormakla geçirir, diğer kısmının da yiyin içmesinde haram ve helali gözeterek ihtiyacının temini yolunda sarfeder. Akıl sahibi zamanına dikkatli olup neyi, ne zaman yapacağını bilmelidir. Lisanını boş şeylerden muhafaza etmelidir. Kim ki söylediği bir amel olduğunu ve onun hesabını vereceğini düşünürse az konuşur.” (151)
Roman hayatın inşasıydı, yaratılışın insanın manevi ve maddi hassalarına göre kuruluşu idi. “Hayat devam ediyordu. Her geçen gün İsmail büyüyor, komşularımız çoğalıyordu. Komşularımızın yardım eli hayatımıza kolaylık sağlamıştı. O kadar çok şükredeceklerimiz vardı ki… Ekmeğimiz suyumuz, komşumuz, dostumuz. Bu yabancı yerleri bize ehil kılan bir de yüce Rabbimiz vardı.” (152) Bir kıskançlıktan, bir çocuğu olmama duygusundan doğan medeniyet ve nübüvvet ve ulûhiyet. Ama iki kadın kadınlıklarının ötesine geçemiyor, ama İbrahim İrade-i İlahinin bendesi, suskun, meyveyi seyreden ağaç gibi. ”İbrahim’in gelişleri devam ediyordu. Artık her gelişinde birkaç gün kalma izni vardı.” (155) İnsandan başka konuşan var mı hepsi suskun ve görevlerinin bilincinde, bütün kâinat böyle. Olayların tasavvufi boyutu var ama mehdinin kelam felsefesi nerede. Bir mektebin öğrencileri hocalarını dinlemediler ve gazabı hak ettiler, Allah yeni bir öğretmen müjdeledi. Sofraya oturtulan üç delikanlı Cebrail, Mikail ve İsrafil, Lut kavminin helakini haber verirler, okuldan ve dersten kaçmışlar, ama mektep ve müdür devam edecek, müdür yeni bir öğretmen müjdeliyor. “Sare’yi güldüren bu haberin arkasından melekler Sare’ye bir erkek çocuğunun müjdesini verdi. Sare bu habere ise çok şaşırdı. –Vay başıma gelenler, diye çığlık attı. Sare yüz yaşına yaklaşmış bir kadının nasıl çocuğu olabileceğini sordu. Cevap Allah’a yakışandı, gürültüsüz patırtısız. “ O an yakınımızda olan kuru bir ağaç yeşerdi. Cebrail bana bunun Allah’’ın bir mucizesi olduğunu söyledi” (157) İbrahim bir öğretmen olarak Lut’un okulunun kapatılmasının biraz ertelenmesini ister ama olmaz. “Ey İbrahim mücadeleden vazgeç. Artık Rabbinin emri gelmiştir. Onlara geri çevrilmeyecek bir azap ulaşmak üzeredir” (158)
Lut’un macerası özetlenir “Lut, Mısır’a giderken amcası İbrahim’den ayrılıp Sodom Gomore, Sana ve Didom şehirlerini irşat için görevlendirilmişti. Sodom’da Aşela ile evlenmişti. Aşela iman konusunda hep eşine yabani kalmış” (160) Lut’a elli ile altmış kişi inanmış. Öğrenciler dinlemeyince müdüre gidilir. Aşela ihanetini yerin altına geçirilmekle ödedi. Havva eşine itaat etmiş, ama Lut ve Nuh’un eşleri başkaldırmıştılar. Biri sularda diğeri toprakta helak oldu, Allah’ın iki silahı biri semadan biri yerden.
Yüz yaşını aşmış Peygamberden oğlunu kurban etmesi istenir, peygambere ve onun vazifesini üzerine alana dünyevi rahat yok. Dağlara yağmurlar, şimşekler düşer, ama düzlükler rahat eder, karakterler çile ve zulüm ile tipler nimet ile büyük. Bela büyüklerin ekmeğidir, Napolyon “zulüm dehaların ekmeğidir“ dediği gibi. Bela yiyip balalara çıkmış bütün eazım. Kurban sahnesi “ Ya Hacer İsmail’i hazırla bir dostu ziyarete gideceğiz. İsmail on yaşlarında, süsledim, saçlarını taradım, kokular sürdüm. Dost için hazırladım. İbrahim İsmail’e dedi, - yanına bıçak ve ip de al. Bıçak ile ipi de tutuşturdum İsmail’in eline. “(167)Şeytan babayı durdurmak ister.” Git buradan ey Allah’ın düşmanı. Ben Rabbimin emrini yerine getireceğim” onu ikna edemez İsmail’e gider. “O emretmişse ben ses çıkarmam” diyor. Babasına da aynı şekilde cevap verir. “Ey babacığım Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredici kimselerden bulursun“ dedi. Sonra Hacer’e gider. O da şeytana “Allah emr etmişse bize ne düşerdi.“ (169) Bunların hamuru başka başka hamurdan yoğrulmuşlar, İmamı Rabbani “Ben peygamberin artık toprağından yaratılmışım” diyor. O artık topraktan imamı Rabbani, Halid-i Bağdadi öyle, Bediüzzaman öyle ya biz dövün, ağla, bağır, ne dersen de, çaresiz karakter yanında tipliğine düzlüğünü kanaat et. Bediüzzaman ”şeytanın vücudunda cüzi şerler ile beraber pek çok makasıd-ı Hayriye-i külliye vardır” başka teselli yok. ”hikmeti tavzif”
Sıra İsmail de “Babacığım ellerimi, ayaklarımı bağla ki kımıldamayayım. Bıçağını da iyice bile ki kesilirken fazla can acısı çekmeyeyim. Gömleğimi koru, annem gömleğimde kanımı görüp üzülmesin.” “Birazdan Cebrail’in yanında bir koç, İsmail Koç’a bakıyor, Koç İsmail’e. Koç ilahi makamlara kurban edilmenin hazzıyla yerinde duramıyor” (176) Rembrand’ın bu sahneyi bir resimle belirlediğini görüyoruz, ama ne resim, melek gelip Peygamberin elinden bıçağı düşürüyor.
Yazar buraya bir konuşmayı almış, peygamberimiz ile Cebrail arasında “Ya Cebrail semadan inişlerinde hiç sıkılıp daraldığın oldu mu? Cebrail – Evet dört yerde oldu dedi. İbrahim ateşe atıldığında arşın altında idim. Allah – kuluma yetiş- dedi. Ben hemen yetişerek İbrahim’e sordum: Bir ihtiyacın var mı? İbrahim şöyle cevap verdi. Senden yana bir ihtiyacım yok. O zaman ne yapacağımı bilememekten dolayı çok sıkıldım… Sonra İbrahim İsmail’in boynuna bıçağı koyduğu zaman daraldım. O zaman da arşın altında idim. Allah kuluma yetiş, buyurdu, ben de göz açıp kapayıncaya kadar yetişip bıçağı ters çevirdim. Sonra Uhud muharebesinde kâfirler sizi yaralayıp dişinizi kırdığı zaman Allah buyurdu “Habibimin kanına yetiş! Eğer Habibimin kanından bir damla yere düşerse yerden hiçbir bitki ve ağaç çıkartmam. Ben de süratle inip kanınızın yere düşmesine engel oldum. Sonra Yusuf kuyuya atıldığında çok daraldım. Çünkü o zaman Allah buyurdu. “Kuluma yetiş” hemen Yusuf’a yetiştim. O kuyunun dibine varmadan önce ben kuyunun dibinden bir kaya çıkartıp Yusuf’un üzerine oturttum. Peygamberimiz buyurdu “Ben iki kurbanlığın oğluyum.” (176)
İsmail babasına sorar. “Ey babacığım sen mi cömertsin ben mi? İbrahim Ben cömerdim oğulcuğum, senin gibi eşi bulunmaz bir oğlu kurban ettim. Nur çocuk – Ben cömerdim babacığım, ben canımı feda ettim, Cenab-ı Hak buyuruyor- Cevvad-ı kerim benim. Zira ikinizden de kabul edip İbrahim’e oğlumu İsmail’e canını bağışladım. Onun bedelini koç ihsan ettim” (177) ”Her bir namazın vakti mühim bir inkılap başı“ diyor Bediüzzaman. Öğlen vakti dünyayı bırakıp kurban edip Allah’a koşma anı, Allah u ekber, bıcak gibi dünya aşkını keser, ortasından. Öğlen namazı “ İsmaillerimi kurban ettim demek olacaktı.“
Kâbe’nin inşasına sıra gelir, varlığın yaratılışın kademe kademe gerçekleştiğini görürüz. Allah şimdi insanları bir araya getirecek bir mekân ister İbrahim’den “Ey İbrahim insanların toplantı yeri olmak üzere Mukaddes evi yeniden inşa et. Oğlun İsmail ile birlikte. O mukaddes evimi onu tavafa gelenler ibadet ve secde etmek niyetiyle ziyaret edenler temiz tutun. Daha önce bu mukaddes ev Hz. Âdem cennetten dünyaya geldiğinde Allah tarafında cennetten dünyaya indirilmiş Beytü’l-Ma‘mur idi. Kâbe’nin bulunduğu yere konmuştu. Kırmızı yakuttan yapılmış şarka ve garba bakan iki kapısı vardı. Âdem babamız senede bir defa Serendip adasından buraya gelir, Bey tül Mamur’u ziyaret edip ibadet ederdi. Nuh tufanında Beytü’l-Ma‘mur tekrar geldiği yere kaldırılmıştı.” (180)
Kâbe’nin yerini Cebrail belirledi. Allah İbrahim‘e Kâbe’yi beş dağın taşı ile inşa etmesini söyledi. Tur, Zir, Lübnan, Hira ve Heyudi dağları. İsmail taş getiriyor, İbrahim de örüyordu. Hacer ül Esvet taşının konması ile Kâbe tamamlandı. Allah insanları çağırmasını söyler. ”Kime sesleneyim bu dağın başında insan yok ki? Cebrail İbrahim’e dedi – Sen seslen Cenab-ı Hak senin sesini dilediğine işittirir.“ (181) İbrahim seslendi ses geldi “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” Ruhların mıknatısı Kâbe. Sıra insanlara binecek bir şey göndermekti, bütün atlar İsmail’in etrafında toplandı. Yaratılış inşası nasıl top yekün ama tedrici düşünülmüş; tasarım Allah’ın proje Allah’ın, mühendis Allah, kurgu, plan, kompozisyon Allah’ın, karakterler peygamberler, insanlar seyirci temaşager diyor Bediüzzaman, bir de seyirci. ”Fenzur“ diyor bak diyor seyret ilahi temaşayı.
Kemalatın mekânı kalp ülkesine gitmekte engeller, şehvet, haset, dünya sevgisi, riya, kin, gurur, çok konuşmak. Bir elek bak nasıl eliyor insanları. Büyükler büyüklerle konuşur, Azrail’e değil, “ondan ses gelmeyince canımı vermem” dedi, İbrahim. Rol bitti, imtihan salonu, okul, temaşagah tamam o zaman karakterler sahneden inerler. İki kadın birkaç peygamber rolleri belirleyen Mekke’nin her tarafında Hacer, İbrahim, İsmail var, Mekke var. Onların yolundan gidenler gider o rolleri tekrar ederler. Allah İbrahim’e öğrencilerini haber verir. “Şu gökyüzündeki yıldızlar kadar senin soyun olacak” “Sonra Tavaf.” “Âdem Hindistan’dan tam kırk defa gelerek Kâbe’yi tavaf etti.” “İbrahim de tavaf etti, iki ata peygamber insanlığın atası iki peygamber, ey insanlar siz de onlar gibi yapın. Yazar kalemin sahibi özür beyan eder. “Sevgili Sare annem! Yazdıklarımın senin afif ruhunun yansımasını perdelemesinden korkarım. Seni yazmadan Hacer’i yazmak mümkün değildi. Hacer’i Hacer yapan kaderin ince yazılarında sen esbabı vardı. (219) Yazar kurmacanın perdesini aralar oyuncularını tercihlerini anlatır. Hugo da aynı şeyleri yapar bütün yazarlar oyuncularının bazen karşısında bazen yanında olur. Yazar anlatıcısını anlatır. ”Bu çalışmada Hacer yüzyıllar önceki bir öykünün hikmet yönünü anlatmaya çalıştı.”
Roman birkaç roman olacak ağır vakalar taşıyor, vakalar çok ama mudil değil, romancı akıbeti belli bir roman yazmış, merak unsurunu gıcıklayan bir roman örgüsü yok, bölümlerin dağılımı düz, biraz içi içe blending yapılsaydı, harmanlansaydı merak daha iyi dağıtılır, sonuç önceden kestirilmezdi. Romancıyı kutluyoruz, yeni romanlarında daha harika sürükleyici ve düşündürücü vakalar.