Risale Haber-Haber Merkezi
Askerî Savcı Nurettin Soyer, Nur talebelerine zulmeden bir isimdi.
12 Mart 1971 tarihli askeri muhtıradan sonra, sıkıyönetim ilan edilmiş ve çeşitli illerde askeri mahkemeler kurulmuştu. Komünist faaliyetlerin en azgın dönemiydi. Bu hengâmende ne yazık ki, bazı mihraklarca Nur Talebelerini komünistlerle aynı kefeye koymak isteyen gizli güçler olmuş ve Ankara ve İzmir’de aynı anda iki büyük nurculuk davası açılmıştı.
Ankara’da ‘Mustafa Cahid Türkmenoğlu ve arkadaşlarının’, İzmir’de ‘Avukat Bekir Berk ve arkadaşlarının’ nurculuk davası adıyla, radyoda her gün kasıtlı bültenler okunuyordu.
1971 İzmir Sıkıyönetim Mahkemesi’nde nurcuların hakkından gelmek için seçilen maşa, Askerî Savcı Hava Binbaşı Nurettin Soyer’dir…
Dava 54 sanıklıdır. Bu sanıklardan birisi de İzmir Kemeraltı çarşısında halı ticareti yapan merhum Hüseyin Çağdır ağabeydir. Hüseyin Çağdır, Üstad Said Nursi hazretlerini iki defa ziyaret de etmiştir.
Okunacak hatıralar, Ömer Özcan’ın talebi üzerine 1995 yılının Haziran ayında Hüseyin Çağdır tarafından kendi el yazısıyla 17 sayfa olarak yazılmış ve Ömer Özcan’a verilmiştir. Hatıraların tamamı Ağabeyler Anlatıyor-1 kitabında yayınlanmıştır.
Hüseyin Çağdır’ın hatıralarında 1971 İzmir Nurculuk davasıyla ilgili kısımlar şöyle:
HAVA BİNBAŞISI ASKERÎ SAVCI NURETTİN SOYER’DEN ORDUMUZU TENZİH EDERİZ
1971 yılında solcular yaygın bir faaliyet içindeydiler. Sıkıyönetim mahkemeleri bunları muhakeme etmek için kurulmuş iken, bazı mihraklarca kasıtlı olarak Nur talebelerini de aynı kefeye koymak istemişler.
Ve o gizli ve dine karşı olan mihrakların maşası durumunda olan Hava Binbaşısı Askerî Savcı Nurettin Soyer’i görevlendirmişler.
Burada adı geçen savcı ve onun gibi şahıslardan ordumuzu tenzih ederiz. Kötülükleri şahıslarına aittir, ordu bütünüyle bizim ordumuzdur.
MAHKEME REİSİ, SAVCI NUREDDİN SOYER’İ AZARLIYOR…
Malum savcının (Nurettin Soyer) kendi ismine zıt hareketiyle dessasane bir şekilde Nur talebelerinde suç ararken solcuları himaye ettiği; sonradan Hâkim Albay Kaya Alpkartal’ın malum savcıya: “Sen solcular hakkında ciddi delil toplamamışken, Nur talebelerini suçlu göstermek için delil diye lüzumsuz şeyleri dosyalara doldurmuşsun!” sözlerinden anlaşılmış oldu. (Bu konunun anlatımı gelecek.)
SAVCI NURETTİN SOYER’İN EMRİYLE NUR AYİNİ YAPILIYOR DİYE TEVKİFLER BAŞLADI…
Malum savcı ilk olarak Şirinyer’de birkaç kişiyi sorguya çekerek onlardan gerçek dışı ifadeler alabilmek için, “Sizi ilk celsede bırakacağım, yeter ki benim istediğim gibi ifade verin” demiş ve aldatmış!
Birkaç gün sonra, Karşıyaka’da bir evde Risale-i Nur dersi okunurken, malum savcının (Nurettin Soyer) emriyle ‘Nur ayini yapılıyor’ iddiasıyla evde basılmışlar; böylece yeni tevkifler başlamış oldu.
Birkaç gün sonra da, 2 Mayıs 1971 günü İzmir’de başka tutuklamalar oldu. Tutuklananlar Narlıdere’de askerî sahada hazırlanan tutukevine konuldular. Savcı Nurettin Soyer, suç olması mümkün olmayan ifadeleri suç delili gibi gösterme gayretkeşliğiyle dosyaları kabarttı.
AVUKATLARIMIZ BEKİR BERK VE GÜLTEKİN SARIGÜL’Ü DE TUTUKLATTI
Bu arada Av. Bekir Berk ve Av. Gültekin Sarıgül beylere vekâlet çıkarıldı, davaya girmeleri için.
Savcı Soyer bunu haber alınca, ‘Onları da tevkif edeceğim’ deyip; Av. Bekir Berk Bey’i Balıkesir’de arkadaşlarıyla beraber namaz kılarken baskın yaptırarak, Av. Gültekin Sarıgül’ü de yazıhanesinden alıp, tevkif ettirip, İzmir Sıkıyönetim Tutukevi’ne getirtti.
BENİ DÜKKÂNIMDA İŞÂRATÜ’L-İ’CAZ KİTABINI OKURKEN YAKALADI
Bana gelince; malum savcı bir müddet tevkif ettirmedi. Fakat devamlı kontrol altındaydım.
Bir gün kendisi dükkânıma (halı satış dükkânı) gelerek İşâratü’l-İ’caz kitabını okurken yakaladı. İfademi almak üzere makamına götürdü. Birçok MİT raporu, 10 sene evvelinden tutulan raporlar, tespitler göstererek birçok soru, yalan ve inkâr etmemem için bazı taktikler…
Hâlbuki her Nur talebesi gibi, inkâr etmek şöyle dursun, bu asra bakan ve bir Kur’an tefsiri olan Risale-i Nurları okumanın suç olmadığını ve bir vatandaşlık hakkımız olduğunu vs. kendime ait suçlamaları ve soruları becerebildiğim kadar cevapladım.
Fakat 10 senelik MİT raporlarında tespit edilen isimleri saymaya başlayınca; ben de, aradan çok zaman geçmiş, belki o şahıslar da orada bulunmuş olabilirler, bu bir araya gelişlerin sadece Nur Risalelerinden istifade ederek dinimizi öğrenmek olduğunu, suç teşkil etmeyeceğini ifadeye çalıştım.
İLK NEZARETHANEDE SOLCU MAHKÛMLARIN İÇİNE DÜŞTÜM…
Vakit geç olduğu için beni Hilâl (Tepecik) semtinde askeriyeye ait bir yere getirdiler. Meğer orada 10 kişi, üniversiteli solcu talebeler varmış. Onların içine girdik. Bana ilkin iltifatta bulundular. Sonra Nurculuktan tutuklandığımı söyleyince araya bir mesafe koydular.
Yatsıya doğru solcu Kadir Kaymaz isimli banka arabasını soyan şahsı emniyet henüz bulamadığından babasını getirdiler. Adamcağız perişan bir halde geldi. Arka arkaya sigara içiyordu sıkıntısından.
Baktım solcu 10 kişi, adamcağızın etrafını sardılar... Beyin yıkama taktiğini kullanıyorlardı. Tabii adamcağızın solculukla filan alâkası yok. Çocuğunu Ankara Üniversitesi’nde kandırmışlar. Adamın biraz da millî hisleri var. Bitkin bir halde onlara cevap vermeye çalışırken, ben de ondan yana bir-iki lâf edeyim derken, onu bırakıp bana döndüler. İslâm’a dair birçok sual... Allah’ın izniyle Nur Risalelerinden alabildiğim ölçülerle susturucu cevaplar oluyordu. Gece saat 3’e kadar konuşma devam etti. Bektaşî gibi ‘Eyvallah, eyvallah!’ demeye başladılar. Baktım ki, adamlar öyle şartlandırılmış ki, fikren mağlûp olsalar bile solculuktan vazgeçmiyorlar.
Bir ara birisi: “Mademki bu idare sizi de suçlu görüyor, öyleyse beraber mücadele edelim” demeye getirdi. Ben: “Hayır, bizim sizinle ayrılığımız o kadar derin ki, şu halinizle birleşmemiz mümkün değil. Ancak Allah’a iman edip İslâm’ca yaşamanızla mümkün olabilir...”
Hem dedim: “Siz davanızda mağlûp oldunuz.” “Neden?” dediler. Ben de: “Siz kır gerillası adı altında bazı köylülere davanızı anlatmak istediniz, köylüler sizi jandarmaya haber verdi, bu nasıl halktan yana olmak!” deyince, içlerinden birisi, “Evet, doğru söylüyor! Biz halkları bilinçlendirmeden köylere indik, fakat bundan sonra taktiğimiz başka olacak” dedi. Benim de maksadım, onlara başarısızlığı kabul ettirip ümitsizliğe düşürmekti. O gece böyle geçti...
NARLIDERE TUTUKEVİ’NDE KARDEŞLER SOLCULARLA BİR ARADAYKEN ÇOK SIKILMIŞLAR
Sabah oldu, beni Narlıdere’ye tutukevine götürmek için bir jip geldi. Bir astsubay kelepçe takmak üzere iken, onun amiri: “Ne yapıyorsun! O adam kaçmaz, al jipe götür” diye seslendi. Ben de o şereften mahrum kaldım! Her neyse...
Narlıdere Tutukevi’ne getirdiler. Gördüm ki, güzel bir yer, çamlık, havadar, denize nazır... Biraz nefsime, biraz da oradaki kardeşlere moral olsun diye, “Ooh, burası kamp yeri gibiymiş!” deyince, ismini veremeyeceğim birisi, “Sen bizim daha evvel çektiğimiz sıkıntıyı bilmiyorsun” dedi. Ben de, “Şu hali değerlendiriyorum” dedim. Hakikaten solcularla bir aradayken çok sıkılmışlar. İnsan kardeşlerle bir arada olunca keder ve sıkıntılar kalkıyor. Namazlarımızı cemaatle kılıyorduk.
AV. BEKİR BERK VE AV. GÜLTEKİN SARIGÜL GELİNCE BAYRAM HAVASI OLDU
Birkaç gün sonra Balıkesir’den Av. Bekir Berk beyle beraber yakalananlar geldiler. Bayram havası oldu... Arkadan Av. Gültekin Sarıgül Bey geldi. Üst ranzada Gültekin Beyle yan yana yatıyordum. Mütevekkil bir kardeş; çok güzel anlaşıyorduk. Hepsiyle anlaşıyorduk da, bazı farklı fıtratlar olabiliyor. Balıkesir’den gelen Hasan Aktunç kardeşin çok şakacı, güldürücü, şen bir hali vardı. Hepimizin taklidini yapardı.
Geceleri kapılar kapanırdı. Koğuşta tuvalet yoktu, dışarıda idi; o hal bizleri üzüyordu. İdareciler bizlerden memnun idiler. Bitişikteki solcuların koğuşunda her gün bir hadise çıkıyordu.
BİZİM EDEPLİ DAVRANIŞLARIMIZ MAHKEME HEYETİNİN TAVRINI DEĞİŞTİRDİ
Haftalar böyle geçti... Nihayet mahkemeye çıkarılma günü geldi. İlk gün öğleden sonra kelepçeli olarak Üçkuyular’daki askerî mahkeme salonuna getirildik.
Gördük ki mahkeme heyetinin tavırları biraz sert. Hayret ettik! Meğer aynı gün sabahtan, solcular ilk sorguları yapılırken ayağa kalkmamak, sorulara ters ve saygısız cevaplar vermek gibi hareketlerle mahkeme heyetini rahatsız etmişler. Bizlerin de aynı kabalığı yapacağımızı zannederek, o sertliği gösteriyorlarmış. Aksine biz maznunların gayet edepli bir şekilde davranışlarımızı görünce çehreler değişti. Ertesi gün bazı ifadeleri düzelterek zapta geçirmeye başladılar. Müşfik bir hal aldılar. Bizler de rahatladık.
BEKİR BERK, NİHAT KURTÇA, NECMİ İLGEN MAHKEMENİN SEYRİNİ DEĞİŞTİRDİ
Sorgular yapılırken, bazı ilk ifadelerde mübayenetler dolayısıyla, ‘Nurculuk davası ve gayesi müdafaa edilemiyor’ gibi bir hal oldu. Sanık sandalyesinde oturtulan Av. Bekir Berk’in ve şahitlerden Nihat Kurtça ve Necmi İlgen efendilerin güzel ifadeleriyle mahkemenin seyri değişti.
Yurdun dört bir yanından dinleyici olarak gelen kardeşler de rahatladı, bizler de, mahkeme heyeti de rahatladı. Malum Savcı Nurettin Soyer müstesna...
Muhakemelerimiz çok iyi geçiyordu. Türkiye’nin her yerinden dinleyici kardeşler geliyordu. Bir gün muhakeme esnasında bizi mahkemeye getiren askerlerden birinin silahı kendiliğinden dış salonda patladı. Mahkeme heyeti çok korktu, bilhassa malum savcı...
MAHKEME REİSİ ALBAY KAYA ALPKARTAL NURETTİN SOYER’İ TOKATLAYINCA…
Mahkemeler böyle seyredip giderken bir gün, mahkeme reisi Albay Kaya Alpkartal ile Binbaşı savcı Nurettin Soyer arasında münakaşa çıkmış; malum savcı, Kaya Alpkartal’a: “Sen Nurcuları koruyorsun!” deyince münakaşa büyümüş. Albay Kaya Bey malum savcıya bir tokat vurmuş. Ertesi gün muhakeme yok diye haber geldi. Meğer o münakaşa sebebiyleymiş... Sonra mahkeme heyetini değiştirdiler, malum savcı da dâhil...
Aradan hayli zaman geçti. Yeni gelen mahkeme heyeti de iyiydi, celseleri başladı. Çok güzel müdafaalar yapıldı. Muhakemenin seyrini ve müdafaaları detaylı öğrenmeyi merak edenler, 1973 senesinde neşredilen ‘Hakkın Müdafaası’ adlı kitabı okuyabilirler...
MAHKEME SEYRİNİ DEĞERLENDİRMEYE GELİNCE…
Birçok menfi propagandayla, bilhassa ordu içinde Nur talebelerine karşı yanlış ve maksatlı bir kanaat uyandırılmak istenmiş; bilhassa 1971 hadiselerinde, gizli zındıka komiteleri nurcularla solcuları aynı kefeye koymak istemişlerdi.
Üniformalı Türk hâkimlerinin tarafsız müşahedeleriyle, Nur talebelerinin Türk milletine zararlı olmak şöyle dursun, gayet faydalı bir ekol olduğunu kabul ettikleri ve Ankara’daki yüksek hâkimler heyetinde yapılan müdafaalar neticesinde, müspet kanaatler yüzlerinden belli oluyordu.
Gerçi birkaç kişiye ceza verilmişse de neticeleri itibarıyla o dava çok faydalı olmuştu. Akabinde af kanunu çıktığı için o cezalar da düşmüş oldu.
Hüseyin Çağdır, Haziran 1995
Hüseyin Çağdır’ın el yazısı ile yazdığı 17 sayfalık hatıralarının son sayfası