Risale Haber-ÖZEL
Mehmet Özdemir’in röportajı:
Hacı Ekrem Yavuz Üstad Bediüzzaman hayattayken onu görüp duasını alan bahtiyarlardan. Ekrem Yavuz 1938 Hizan doğumlu. Medrese âlimlerinden İzzettin Hoca’nın oğlu. İzzettin Hoca da Üstadı görenlerden. Kendisi çocuk denecek yaşlarda (11-12) Üstad ise 14-15 yaşlarında Hizan’a bağlı bir köyde, şeyhlerin bir sohbetinde, onlarla bir münazarasına şahit olanlardan.
Üstadı ne zaman ve nerede ziyaret ettiniz? Hatıralarınızı bizimle paylaşır mısınız?
Biz Hizan’da iken Üstadın ismini ve kahramanlıklarını çok duyuyorduk. Onu görmeyi çok arzuluyordum. Nihayet askerlik çağım geldi ve 1958’de askere gittim. Usta birliğinde Isparta’ya düştüm. Üstad Hazretlerinin orada olduğunu haber aldım ve gece gündüz onu nasıl göreceğimi düşünüyordum. Bir gün eğitimdeydik. El bombası atış talimi yapıyorduk. Bir er elindeki el bombasını yanlışlıkla askerlerin içine attı. Ben de bomba patlamadan alıp havaya doğru fırlattım. Büyük bir kazadan kurtarmış olduk. Bana ödül olarak 10 gün kafa izni verdiler.
Fırsattan istifade Bediüzzaman’ı ziyaret etmek istedim. Aliköy ve Hacıbeyköyüne gittim. Şehre giden birkaç kişiye “Siz Şeyh Said-i Nursi’yi tanıyor musunuz?” diye sordum. Tabii biz Üstadı hep o isimle anardık, öyle biliyorduk. Sonraları ‘Şeyh’ tabirini hiç kullanmadığını öğrendik. Neyse onlar tanımadıklarını söylediler. Ben çok şaşırdım ve nasıl bu kadar meşhur bir zatı tanımadıklarını sordum. Bana “Kardeşim biz Bediüzzaman’ı tanıyoruz” dediler. “Tamam, benim de aradığım O’dur” dedim. Onlara nasıl görebileceğimi sordum. Onlar da “Bu asker elbisesiyle olmaz” dediler ve beni köye götürdüler misafir ettiler, sivil elbise verdiler. Daha sonra faytonla şehre gittik. O zaman Nuri Bey vardı talebelerden. Onun oteli talebelerin buluşma yeriymiş. O gün de orada sohbet varmış, tevafuk.
Ben onlara “Ben Bediüzzaman’la görüşmek istiyorum, Hizanlı’yım beni görüştürür müsünüz” dedim. Bana mümkün olmadığını söylediler. Tam dağılacaklardı ki onlara “Beni onunla görüştürmezseniz kıyamet günü size davacı olacağım” diye serzenişte bulundum. Bunun üzerine beni bir taksiye bindirdiler ve evine yakın bir yerde bıraktılar.
ARAZİ SENİN OLSUN
Evin yanına vardığımda iki inzibat asker kapıda nöbet tutuyordu. Bana görüşmenin yasak olduğunu söylediler. Bir tanesinin şivesinden doğulu olduğunu anladım. Ona Kürtçe dedim ki, “Sen kimin önünde nöbet tuttuğunu biliyor musun? O Said Nursi’dir. Bana mani olma gireyim, ziyaret edeyim.” Razı oldu ve beni kapıya kadar götürdü. Kapıyı çaldım. Yanında bulunan bir talebesi geldi -ismini bilmiyorum şimdi- ne istediğimi sordu. “Ben Bediüzzaman’ın hemşehrisiyim” dedim. Onunla görüşmek istediğimi söyledim. Tabi aklıma şöyle bir fikir de geldi içeriye girebilmek için: “Onun arazisini işletiyorum” diye söyledim. Belki etkili olur diye. Ama ne çare ki, talebe “Git kardeşim” dedi “Arazi senin olsun. Onunla görüşemezsin” dedi. Ayrıca hasta olduğunu da ilave etti. Kapıyı kapattı.
Ben ikinci defa kapıyı çaldım illa ki görüşmek istiyordum. Aynı konuşmalar geçti, yine yüzüme kapattı kapıyı. Üçüncü defa çaldım. Sinirli bir şekilde kapıyı açarak “Kardeşim ne istiyorsun? Üstad hastadır, görüşemezsin” deyince ben de “Peki, işte gidiyorum ama unutma kıyamet gününde görüştürmedi diye sana davacı olacağım” diye söyledim. “Tamam tamam” dedi ve içeri koştu. Geri geldi ve “buyurun kardeşim” dedi.
İçeriye vardım. Bediüzzaman oturarak namaz kılıyordu. Hasta ve yaşlıydı. Şöyle bir baktım içeriye ben evde halılar koltuklar filan var zannediyordum. Ama yerde bir hasır ve yaslanması için koltuk vazifesi gören bir iki yastık. Namazını bitirdi ben selam verdim. Bu arada benimle beraber inzibat da içeri girdi. Ben daha önceden askerlik görevimi yaparken namaz kılmada sıkıntılar yaşadığım için içimden ‘ben bu adamlara mı askerlik yapacağım’ diye geçirdim. Neyse ben selam verir vermez Üstadın bana ilk sözü “Sen niye öyle düşünüyorsun? Askerliğimi vatanım, dinim için yapıyorum de” oldu. Ben ne diyeceğimi şaşırdım zaten. “Kılabildiğin yerde namazını kıl, kılamadığını kaza et” diye tavsiyede bulundu. Tam o anda bir binbaşı içeriye girdi ve yanımdaki o eri Bediüzzaman’ın yanında feci şekilde döverek dışarı attı tabii beni de dışarı attı. Beni çarşıya götürdü bıraktı ve bana “Bir daha seni orada görürsem hapse atarım” dedi. Benim asker olduğumu anlamadılar.
Çarşıya indikten sonra ben tekrar geriye döndüm yolu şaşırdım. Aradan epey zaman geçtikte sonra nihayet evi buldum fakat zannedersem mahkeme olabilir tam hatırlamıyorum bir sebeble oradan ayrılmıştı. Yalnız talebesi bana “Üstad sana çok selam söyledi inşallah tekrar görüşeceğiz” dediğini söyledi. İzin süresince tekrar tekrar gittim oraya ama nasip olmadı görüşemedik. Meğer Emirdağ’da imiş Üstad. Askerlik görevine tekrar başladım ve takım komutanı oldum artık namazlarımda daha rahat idim. Üstad Hazretleri’nin duası biiznillah kendini gösterdi.
ASKERLER ÜSTADIN ARABASINI SARDI
Bir gün atıştan dönüyorduk. Burdur yolundaydık. “Bediüzzaman geliyor” diye haber geldi. Biz yolu kestik, tabii görmek amacıyla. Üstad talebelerine camları indirmelerini söyledi. Yanımda Karslı bir onbaşı da vardı. Bir pencereden ben, bir pencereden arkadaşım arabanın içine doğru başımızı uzattık. Üstadın elini öpmek istedik, fakat Üstad ellerini sırtımıza koyarak mukabelede bulundu. Bu arada diğer askerler de duymuş arabanın etrafını sardılar, sevgi gösterisinde bulundular ve neredeyse arabayı yerden havalandıracaktılar. Üstad bize “Kardeşim askeri dağıtın size zarar verirler sonra” dedi. Orada Üstad yine bize dua etti. Biz de kalabalığı dağıttık. Böylece Üstadı bir kez daha görme bahtiyarlığına kavuştum elhamdülillah.
BEDİÜZZAMAN’IN ÇİZGİSİNDE DEVAM ET
Bir hatıramı daha anlatayım. Tabii ben Üstadı gördüm ama hala eserlerinden fazla haberdar değildim, aradan yıllar geçti. Ben hacca gittim. Medine’de bir Cuma gecesi camide kaldım. “Ya Rabbi! Acaba Peygamberimiz haberdar mı burada olduğumuzdan bir işaret” diye kalbimden geçirdim. Sabah namazında Ravza-i Mutahharaya karşı oturdum. O anda birisi geldi bana Türkçe olarak “Gel seni çağıran var” dedi. Ben gitmek istemedim. “Ne mülahaza ediyorsun” dedi. Ben de “Niye mülahaza etmiyeyim. Eğer Hindistan’ın vahşi hayvanları benim yerimde olsaydı Cihan Peygamberinin önünde başları öne düşecekti, Kıymet bilmiyoruz” dedim. Tabii benim içimde bir arayış vardı. Tam olarak kimin arkasından gideceğimi kestiremiyordum, mürşid olarak yani.
Beni ısrarla kaldırıp beyaz sakallı bir pir-i faninin yanına götürdü. Yaşlı adam bana camiye ne gayeyle geldiğimi sordu. Ben cevap vermeden o anlattı gayemi. “Askerde Bediüzzaman’ın yanına gittiğini hatırlıyorsun değil mi?” dedi ve yaşadıklarımı bir bir anlattı. İkinci görüşmemi dahil hepsini anlattı. Ben şaşkınlık içerisindeydim. Kendimi biraz toparladım ve ona kimi rehber edeyim, diye sordum. Bana “Bediüzzaman’ın çizgisinde devam et” dedi ve tavsiyede bulundu. O gün bu gündür Üstad ve eserlerine olan muhabbetim artarak devam etti. Halen Risale-i Nurları okuyorum, dinliyorum. Elimden geldiğince sohbetlere katılmaya çalışıyorum.
Gençlere tavsiyeleriniz neler?
Acizane anladığım o ki, Risale-i Nur Kur’an ‘ın manevi icazıdır. Gençler tereddüt etmeden ona sarılmalı ve onu okumalı. Şahsen yetmiş senelik ömrümde bundan daha büyük bir nimet elime geçmedi. Risale-i Nur’ları okuyup iman hakikatleriyle amel eden herkesi bahtiyar olarak görüyorum. Mevlâm hepimizi bu mânâ üzere yaşatsın öldürsün ve diriltsin amin.