Islak imza kriziyle ilgili Ankara kulisleri Ankara temsilcilerinin köşelerine yansıyor.
Bunlara aslında kulis dememek lazım.
Daha çok askeri karargâh içindeki arayışlara, yeni doğrulama çabalarına ve bu çabalara yönelik medya desteklerine işaret ediyorlar.
Birlikte okuyalım:
"İhbar mektubu ve ıslak imzalı olduğu öne sürülen belgenin savcılığa ve belli basın organlarına yansıması, genellikle, gündem değiştirme çabası olarak değerlendirildi. Bu değerlendirme, 'Hükümet Habur'dan yansıyan manzaralarla tıkandı, toplumda çok büyük tepki oluştu, bu durumda, gündemi değiştirmek ve hedef tahtasına yeniden TSK'yı koymak için belge ve ihbar hamlesi yapıldı' görüşüne dayandırıldı. Belgenin ve ihbarın hükümete ve iktidar partisine can simidi olduğu yorumları yaygınlaştı…"
Fikret Bila dün böyle yazıyordu…
Ardından şu uyarıyı yapıyordu:
"Bu hamlenin Org. Başbuğ'u sıkıştırarak, son dönemde uyumlu görünen sivil-asker ilişkilerini zedelemesi, Başbakan Erdoğan'ın arzu edeceği bir sonuç olmasa gerekir..."
Askerin nasıl bir savunmaya gideceği, başbakanın ne tür adımlar atma ihtimali olduğu elbet önemlidir, hatta "aman şu dönem kritiktir, dikkat edin" de diyebilir bir gözlemci…
Ve denebilir ki, bunlar sıcak siyasetin, güçler dengesinin, sürmekte olan büyük bir iktidar savaşının kaçınılmazlarıdır…
Ama işin bir de diğer yönü, ilkelerle ilgili yönü var.
Bu yön de aslında bugün sıcak siyasetin bir parçasını oluşturuyor, gazetecilerinki dahil alınacak tavırlar bu siyasetin bir parçası haline geliyor.
Her zaman seyredemez, seyrettiğiniz iddiasında bulunamazsınız.
Şöyle:
Ortada sadece iki grup, iki eşit taraf arasında alan kontrolüne yönelik bir iktidar mücadelesi yoktur. Derin bir değişim sürecinde, iki tarihi temel anlayış arasında bir kavga vardır. Birincisi askeri vesayet anlayışını, ikincisi demokrasinin ön ve gerekli koşulu olan sivil bir iktidar düzenini temsil etmektedir…
Türkiye'de son yılların, belki de tüm dönemlerin en büyük skandallarından biri yaşanıyor. Darbeciliğe soyunan, bunun üzerini kapatmaya çalışan, doğru söylemeyen bir karargâh politikası ya da kuvvetli bir ordu içi cunta bulunuyor.
"Islak imza makineyle mi atılmış", "zamanlaması neden şimdi", "ihbarcı subay neden aylarca beklemiş", "belge niye önce basına gitmiş" gibi az akıllı sulandırma gerekçeleri, "Ordu ihbarcı subayın peşinde" gibi gündemi kaydırma manşetleri ciddi ahlaki ve etik sorunlar taşıyorlar.
Ve bunlar orta ve uzun vadede gelişmeleri belirleme, manipüle etme şansına hiçbir şekilde sahip bulunmuyorlar.
Özden Örnek günlüklerini aklınıza getirin…
Resmi bir evrak mıydı söz konusu olan?
Nasıl oldu da bu günlüklerdeki hemen her gelişme, Hürriyet ve Milliyet gazetelerinin bilinçli körlüğüne rağmen adım adım doğrulandı?
Mustafa Balbay'ın günlükleri benzer bir durumla karşı karşıya kalmadı mı?
Orduyu korumak, askerin prestij kaybını engellemek isteyenlerin, başta gazeteciler olmak üzere, ilk yapacakları iş ordunun savunma ve saldırı hamlelerinin aracı olmaktan vazgeçmektir.
Yapacakları ikinci iş, içinde bulunduğumuz dünya, bölge ve ülke koşullarında askeri yaralayan asıl unsurun askeri vesayet düzeni olduğunu görmektir.
Asker muhtıra veriyor zora düşüyor…
Andıç hazırlıyor ortaya çıkıyor...
İstemediğini ilan ettikleri seçim kazanıyor…
Kendi içinde örgütleniyor gayri meşru duruma düşüyor…
Bu işte sivillerin de payı var…
2007-2009 arasının öyküsü budur…
2010'a az kaldı, öykü hızlanacaktır…
Yeni Şafak