Aşk, ona kapıldığın zaman tüm hissiyatının mantığına galip gelip seni o yolda sürükleyen şeydir. Çılgınca akan bir nehirde nereye gideceğini bilmeden yüzmeye çalışmak gibidir. Akıl ve mantığın durduğu andır. (mecaz-i aşk dediğimiz şey)
Aşk bir değer vermedir. Yalnız o değer karşıdakini kusursuz gibi görüp sevmek, tüm hayatını ona göre planlamak, her şeyde onu görmek, her an onu düşünmek, her sabah uyandığında aklına gelen ilk şeyin o olması ve onunla beraber olmayı dünyadaki her şeyden daha kıymetli görmek vs…
Öncelikle sorgulamamız gereken şey, duyduğumuz aşkın karşıdakinin ne kadar hak ettiği ve bu teslimiyete deyip değmeyeceği. Aslında işin diğer bir yönü de bu hissiyata kapıldığımız zaman bu sorunun aklımıza gelmemesi ve hep bu yargılama şuurundan uzak olmamızdır.
Verdiğimiz bu değer tüm hayatımızı etkiliyorsa, her şeyi onu düşünerek yapıyorsak ve hatta onun için yaşıyorsak sizce bu aşk kime ait olmalı? Bizim gibi yemeye, içmeye, nefes almaya muhtaç ve aciz bir varlığa mı, yoksa kusursuz, cemal ve kemal sahibi olan yüce yaratıcı Allah’a mı?
Dünyevi bir aşk her zaman sahibine azap ve üzüntü verir. Çünkü karşıdakini kusursuz gibi görüp severken, karşıdakinin kusurlarını, hatalarını ve yanlışlarını görmesi, verdiği değerin hiçbir zaman karşılığını karşıdakinden tam olarak görememesi insanı bu hale sokuyor. Zaten şarkıları hep acı, üzüntü, keder, gözyaşı, kıskançlık ve şikâyetlerle dolu olduğunu görüyorsunuz…
Biz aşkımızı gerçekten çok ucuza satıyoruz. Verdiğimiz değer karşılığında ne alıyoruz? Karşılıksız sevgi diyeceksiniz şimdi. Peki, karşılıksız sevgi kime olur? Ancak buna değecek biri, bu sevgiyi, bu aşkı hak edebilir…
İşin bir diğer tarafı hissiyatlarımızı gemleyemeyişimiz. Aslında çoğumuz her şeyin farkındayız, peki bile bile aynı şeye neden devam ediyoruz? Verdiğimiz değer ölçülerine belirli kıstaslar koyamıyoruz. Planladığımız hayat içindeki ölçülerimizi hala değiştirmiş değiliz. Vicdan ölçüleri değişmezse, bir şeyleri ne kadar bilsek de, hatada yanlışta devam ederiz. İnsanı gemleyen vicdanıdır. Önce vicdanımıza bildiğimiz doğruları kabul ettirip bunu iliklerimize kadar hissedecek boyutlara taşımalıyız. O zaman gerçektende hassasiyetlerimiz değişir.
Bize verilen hissiyatların çoğunu amacı dışında o kadar çok dünyaya harcıyoruz ki, asıl manalarını kaçırıyoruz. Gerçek manaları hep saklı kalıyor. Verilen hissiyatların çoğunun asıl kullanımı geçici ve sonu olan şeyler için değil, baki ve sonu olmayan şeyler için verilmiştir. Bunlardan biri olan aşk, Said Nursi’nin dediği gibi ;
Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır. Veyahut o mecazî mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için, bâki bir mahbubu arattırır… STarg