Neymiş efendim, sarışın mavi gözlüymüş. Esmer, boylu bosluymuş. Çok güzelmiş/yakışıklıymış. Çok efendiymiş, olgunmuş. Ağır başlıymış, oturmasını kalkmasını da bilirmiş. Çok uyumluymuşlar birbirlerine.
Adı da aşkmış.
Bu aralar ne zaman bir âşık görsem “Ya Sabır” çeker oldum. Yetenekli bir yazarın, aşk üzerine yazması bile potansiyelini harcadığını düşündürtüyor bana. Belki benim kasvetli ruh halimden belki de durum gerçekten can sıkıcı, bilmiyorum.
Bu devirde mi bu kadar sığlaştı ve teke indirgendi aşkın tanımı yoksa insanlığın her döneminde böyle sinir bozucu aşklar ve âşıklar var mıydı, bunu da bilmiyorum.
Belki her şeyin artık sığlaşmasından, belki sadece televizyonların, dizilerin, filmlerin, romanların, şiirlerin, şarkıların sunduğunu alıp tatmin aramaktan, belki kendini kandırmaktan, belki kendini kandırdığını anlayamamaktan, belki kabullenilmek, beğenilmek adına toplumun inandığı/dayattığı modeli yaşamaya çalışmaktan, belki kapitalizmden, tüketim kültüründen, belki nefislerin hüküm sürmesinden, belki de egoların tatmin bilmemesinden böyle oldu. İnan ki bunu da bilmiyorum.
Bu kadar anlata anlata bitirilemeyen meşhur aşkın kahramanları da yıllanmış bir senaryoyu oynayan amatör oyuncular. Hiçbirinin geçmişten ders alma derdi yok, kulakları tecrübelere tıkalı. Her defasında bu kez “mükemmel kişi”yi buldu. Her defasında “bu kez farklı”. Senelerdir tekrar eden, her insanoğlunda olduğu gibi anlamamalarına rağmen her zaman aynı mutsuzluk ve tatminsizliği doğuran hazin son. Toplasan üç-beş role indirgenecek ucuz tiyatro: seven, sevmeyen, sevilen, sevip de kavuşamayan. Final hep aynı: acı, hüzün, hayal kırıklığı.
Zamane gençlerinin davasızlığından, fikirsizliğinden, melalsizliğinden yakınan büyüklerime sesleniyorum. Siz gençleri hiç anlamamışsınız! Yüzyıllar boyunca gerçekleşmeyen bir hayali gerçekleştirdi bu neslin gençleri! Hepsi harika bir fikir birliği içinde aynı ideal çatısı altında toplandı. Modası geçti İslamcılığın, komünizmin, sosyalizmin. Yaşasın Romantizm! Aklı beş karış havada, yere çakılmaya beş kala gökkuşakları üzerinden buluttan buluta atlayan Leyla ve Mecnunlarımız, dava adamlarımız en büyük delilimiz!
Kimisi egosunu okşayacak birini arayacak kadar muhtaç, kimisinin melankoli açlıklarını doyurdukları menba, kimisinin hayatındaki her olumsuzluğa yüklediği sebep, kendi başarısızlıklarına bahanesi, kimisi de yalnızlığını aşksızlıktan sanıp yoldaş arar kendine. Koskoca bir güruh bu uyuşturucunun bağımlısı olmaya gönüllü. Tüketim kültürünün “ürüne” dönüştürdüğü suyu çıkmış posası kalmış tasavvuf üstüne tuz, biber ekmiş. İnsanların yakalarına sarılıp suratına haykırasım geliyor: “Kardeşim senin bahsettiğin aşkla Mevlana’nın bahsettiği aynı şey değil.” diye.
Senin bahsettiğin aşk, gerçek bir duygunun yanından bile geçmez. Nefis-ego odaklı dünyevi, tamamen hazcı anlamsız bir tatmin arayışıdır bahsettiğin aşk. Prens/prenses gibi yetiştirildin, her şeylere layık olduğuna inandın. Her izlediğin film, her dinlediğin şarkı, her okuduğun kitap “bir gün birisi çıkacak ve…” ile başlayan düşünceler iteledi zihnine. Kafanda da sözde layık olduğun her şeyi bulduğun bir dünya kurdun. Ömrün boyunca da birinin çıkıp bu hayalini gerçeğe dönüştüreceğine inandın. Böyle anlatınca delice geldi değimli? E zaten delice!
Şizofreninin yakın akrabasıdır senin bahsettiğin aşk. Her türlü duygusal çıkışı uç noktalara çektirir. Normalde yapmayacağın şeyleri yaptırır, anormalliktir. Bünyenin balans ayarının kaçmasıdır. Bir kadın peşinde dağ delen Ferhat’ı deli değil efsane yapan bu anormalliktir. Son tahlilde Mecnun, Kerem ve Ferhat ömrü boyunca kız peşinde koşmuş adamlardır. Ne yüce bir davanın fedaileri olmuşlar ne de insanlık bir hayırlarına şahit olmuş. Ciddiye almaya lüzum yok!
İçindeki aşk mutlaktır, sonsuzdur. Ancak mutlak bir Maşukla tatmin olabilir. Sonsuz ihtiyacından ileri gelir, karşında da senin gibi aciz bir insan vardır. Acizliği mutlak olan bir varlık sana mutlak bir aşkı nasıl versin? Senin bahsettiğin aşk karşındakinden asla veremeyeceğini istemektir, insafsızlıktır.
Senin bahsettiğin aşk, aslında bir çıkar ilişkisidir. Çıkar deyince hemen maddi çıkarı düşünme. Allah’ı katmadığın her ilişkin karşılıklı alışveriştir zaten. Egonu beslemek olsun, haz olsun, sevilmek olsun, yoldaşlık olsun, anlaşmak olsun, beklentin ne olursa olsun tatminsizliğin kara filizleri büyümeye başlayınca aşk da azalmaya başlar. Beklentiler, hayaller ve umutlarla büyüttüğün aşk ağacın da kurur. Karşındakiyle tatmini bulamayacağını anlarsın. Eğer aşk kavramını gözden geçirmezsen aynı kısır döngünün içinde kalır, “demek doğru kişi değilmiş” der başa dönersin.
Senin bahsettiğin aşk, toplumun normal kabul ettiğine uymaktır ama anarşist hissettirir. Başkaldırdığını sanan konformistlerin uyuşturucusudur. Hamlelerin fütursuzca yapıldığı satranç oyunudur. Tüm dünya oynamaktan ve oynanılmaktan memnundur. Arabeskliğe geçerli neden aramaktır. Senin bahsettiğin aşk, kendin gibi basit bir insana beslediğin mutlak sonsuz duygu, Kâinattaki her türlü sevgiye ihanetindir. Kitleleri uyutan en büyük emperyalist oyundur, insanın kendi elleriyle hazırlayıp, gönüllü oynadığı. Senin bahsettiğin aşk soykırımdır, seçtiğinde mutlu olabileceğin milyonlarca ihtimali öldürmendir. Ve daha milyonlarcası söylenebilir üzerine…
“Eskilerin aşk derken muradı ve kastı şimdilerde bizim anladığımızdan başkaydı ey güzel dostum! Gidip Kur’an’a, Hazreti Peygamber’e, sahabelere, ilim ve irfan büyüklerine sorsan, sana aşk yerine iki kavramdan bahsedecekler: Muhabbet ve meveddet. Muhabbetin yukarıdan aşağı gelenine, tüm varlığı hücrelerine kadar saran Vedud isminin yansıması olanına ‘Vudd’, aşağıdan yukarı yönelenine ‘hubb’ dendiğini söyleyecekler. Muhabbetin sadece kadının erkeğe, erkeğin kadına değil her şeyin her şeye duyduğu bir alaka, bir çekim olduğunu, yaradılışın mayası ve tutkalı olduğunu sana söyleyecekler. Daha sonraki zamanlarda İbn Hazm’ın kapısını çalsan, Mevlana’nın önünde diz kırsan, İbn Temiyye gibi bir ilim dehasından sual etsen, İbn Arabi gibi bir irfan dahisine müracaat etsen sana aşkı şöylece tarif ettiklerini göreceksin: Aşk, sonsuza tutkun insanın âlemden kendini sorarak kendi anlamını araması, bu arayışın kalbini darbeleyerek bir ızdırap ve dert haline gelmesidir.”(Yusuf Özkan Özburun – Teselliler Kitabı)
Yaradılışın mayası ve tutkalı, her şeyin her şeye duyduğu çekimi, insanın âlemden kendini sorması ve kendi anlamını araması, bu arayışın kalbine ızdırap ve dert haline gelmesi. İşte çekilesi aşk acısı. İneklerin “Senelerce ottan başka bir şey vermediniz, süt aldınız, et aldınız. Yeter artık!” deyip eti, sütü pazarlık konusu yapmamasıdır aşk. Elma ağaçlarının bir sene dinlenmeye niyetlenip elma vermeyi bırakmamalarıdır. Aşk, kadının erkeğe, erkeğin kadına ilgi duyması, annenin çocuğuna şefkati, ölümün varlığı, yıldızların güzelliğidir. Kâinata nakış nakış işlenmiş, okunmayı bekleyen binlerce anlamlarından birkaçıdır sadece bunlar. Aşk, bu derinlikten ve güzelliklerden koparılıp, bugünkü anladığımız, “senin bahsettiğin aşk” diye bahsettiğimiz anlamına indirilebilir mi? Bu kadar daraltılıp, alçaltılabilir mi? Tüm bunları terazinin bir kefesine koy, diğer kefesine de “senin bahsettiğin aşk”ı. Ölçüp, tartmak sana kalmış.
Sanki kütlelerin birbirini çekmesi gibi muhabbet yaratılanı bir arada tutuyor. Aşk üzerine, aşkla yoğrularak yaratılmış, aşkla birbirine bağlı kalan kâinatta, insanın kendi anlamını didik didik araması ancak aşk gibi güçlü ve mutlak bir duyguyla mümkün olabilir. Ancak mutlak Maşuk’un ismini okuyarak tatmin olabilir. Ancak aşk gibi sonsuz bir duyguyla insan kâinatta ve kendinde sonsuz tecelliyi görebilir, Sonsuz olana ulaşabilir.
İnsan tüm varlıkların halifesi olarak yaratılmış. İnsana, tüm varlıkların ibadetinin ve üzerindeki tecellilerinin gözlemcisi, sözcüsü ve temsilcisi olmak gibi bir varoluş fırsatı verilmiş. Aşkla yoğrulmuş kâinata, aşkla yönelerek kendini sormak, anlamak, Halık’ını görmek ve tanımak fırsatı, insana aşk verilerek sunulmuş. Kâinat gibi bir madende, anlam altınlarını ararken eline aşk gibi bir cihaz verilmiş. Böyle bir cihaz “midemde kelebekler uçuştu” “kalbim küt küt attı” diyerek heba edilebilir mi? İnsan olmak fırsatı ele geçmişken, 3 cicim ayı için, 3 gram hormona kapılıp tepilir mi? Bir ömür böyle kör edilebilir mi?
Senin bahsettiğin aşk, yanılsamadır, sahtedir. Aslı gibidir mührü de vurulmaz. Gönlünün ceplerine gazete kağıdı doldurup, zengin oldum sanmaktır. Dünyanı da ahretini de ziyan etme.