“Asla bu olmamalı” veya “mutlaka bu olmalı” demek insanı büyük cenderelere atar. Neden?
Çünkü bu ifadeler en hafif tabiri ile “haddini aşmak” en ağır tabiri ile “Allah’ın Rububiyetinde O’na şerik olmak sevdası”dır.
32. Söz’deki şahıs nasıl bir yıldızın karşısına geçip de “sen benimsin” diyor ya. Biz de bir hadisenin karşısında durup “sen böyle ol” veya “öyle olma” der gibiyizdir bu iki kelimeyi kullandığımızda…sanki bu hâdisede tasarruf bize ait, bu hayat bize ait imiş gibi asla veya mutlaka deriz.
Evet, şirk en büyük zulümdür ve bir zâlim aslâ vicdanen rahat olamaz…(bu asla bir külli kanunun ifadesi olarak kullanılmıştır –meli -malı ifade ermekten uzaktır, bir şeyi bir şekilde olmaya veya olmamaya cebir değildir)
Peki zâlim nasıl yaşar? Hissini iptal ederek ve daima vicdanından gelip kendisini tazip eden sese kulak tıkayarak elbette. Bilmez ki “asla” dediği şey belki de en olması gereken şeydir. Belki de mutlaka bu şekilde olması gerek dediği şey de olmayacak bir şeydir.
Evet, Cenab-ı Hakk bizi kainata mühendis etmemiş. Şükürler olsun….
Şükürler olsun ki hiçbir şey bizim çocukça heva ve heveslerimize göre idare olunmamaktadır. Her şey hikmetli ve gayet yerinde yapılmaktadır.
Her şeyin tam da olması gerektiği gibi olduğunu fark edemediğimizde sıkıntı yaşarız. “mutlaka” diyeceğimiz şey budur ki: her şeyde mutlaka bir Rahmet ve nimet ciheti vardır. Biz nefsin ve şeytanın da telkini ile daha ziyade şevkimizi kıracak olumsuz cihetine baktığımız için yani; Sekizinci Söz’ün güzel huylu güzel ahlaklı kardeşi olamadığımızdan sıkıcı, ezici, boğucu cihetlere nazar ederiz. Altından kalkamayınca da müskirler ararız. Maddi sarhoş ediciler gibi manevi sarhoş ediciler dahi çoktur. Siyaset, gurur, enaniyet, şöhret, sefahet hep manevi müskirdirler. (manevi sarhoş edicileri nazara alınca bilmiyorum ne kadarımız ne kadar ayık geziyoruz acaba?)
Mutlakâ diyeceksek mutlaka bunun için diyebiliriz mutlaka:”her şey ya bizzat güzeldir ya netice itibariyle güzeldir”. Evet, sabırsız nefsimiz o anda olana “güzel-çirkin” “iyi-kötü” etiketini anında yapıştırıverir. Ve bu inanç insanı ciddi bir sıkıntının içine atar. Halbuki idrak etsek ki güzelden gelen güzeldir ve Allah en güzel isimlerin müsemmasıdır, her ne gelse O’ndan gelmektedir. Bunun aksi bir düşünce tevhid dairesinden istifademizi azaltır. Şirktir diyecektim aslında ama daha kibarca oldu tabi şirke “tevhid dairesinden istifade azalımı” tabir etmek…(açık şirk için kibar bir ifade kullanmaya gerek yok elbet fakat mü’minlerin düçâr olduğu gizli şirk için bu zarif ifade tedavi edici olabilir. Zira bir hasta insana birden içinde olduğu hali çok kaba bir dil ile tarif etmek, dobralık adı altında bir zorbalık etmek hiç de tedavi edici olmuyor. Hele ki manevi hastalıklarda ve bu zamanda Risale-i Nur’un nezih ve kavl-i leyyin üslubu elzemdir. )
“asla” ve “mutlaka” lardan kurtulmadan rahat edemeyiz. Bundan kurtulmak için ise önce fark etmemiz gerek ne çok “asla” ve “mutlaka”mız olduğunu. Elbette konuşmalarımız şeriat dairesi içindedir. Allah’ın yasaklarından uzak durmak ve emirlerine imtisal etmek çabamız olmazsa olmazımızdır. Bunun için de daim dua dua yalvarırız. İnsan hatadan hâli olamaz[i]….
Elbette bir şeyi terk etmek onun çirkin yüzünü görmekle mümkündür. Asla böyle olmamalı veya mutlaka böyle olmalı demenin Cenab-ı Hakk’ın Rububiyetine bir müdahale olduğunu fark etmek. Hatta bizi tiksindirecek bir tabiri bu halimizle birleştirmek. Mesela bunları demenin âdeta Allah’a “Ya Rabbii Sen bunu böyle yapmalısın ve şunu da şöyle yapmamalısın” demek gibi olduğunu düşünmek….
Evet çok çirkin bir hâl değil mi? bilmiyorum “asla” derken “mutlaka” derken bunları düşünüyor muyuz? Gerçi “biz hep inşallah diyoruz” diyorsunuzdur muhtemelen. Doğrusu da bu zaten. Sizi tebrik ediyorum.
Yaşadığımız pek çok cendere ve pek çok sıkışıklığın sebebi kendimize koyduğumuz katı kurallar, dar çerçeveler, hürriyetimizi kısıtlayan şeylerdir. Olanı fark etmek ve olduğu gibi kabul etmek ve “Rabbimiz ne yaparsa güzel yapar iyilikler halk eder inşallah” demek bizi ferahlatır. Hakikat de budur ve hakikat ferahlatıcı, rahatlatıcı, zihin açıcı ve kendisi ile hemhâl olduğunuzda âşıkı olacağımız kadar güzeldir, kusurlardan uzaktır[ii].
Teslimiyetin eksikliği, kadere imanın kemalini bulamaması ve kazaya rıza ilacını doğru kullanamamaktır bize sıkıntı veren. Bazen hatalarımızı meşrulaştırmak için kazaya rızayı alet etmek ve bazen suçumuzu taşıyamayıp kadere haml etmek hatasını yaparız.
“insan ne yaparsa kendine yapar” deriz ya. Elbette imtihan dünyasıdır burası fakat Rabbimiz bize –hâşâ- eziyet etmez, zulmetmez. Kader daima adalet eder. Bu noktada zulmümüzü fark etmek. “insan gerçekten çok zalim çok cahildir” hakikatini idrak etmek ve kendi zulmümüz ve cehaletimiz ile savaşmak bizi daim yenilenmeye götürür.
Uzaklaşmak için çabaladığımız her bir zulmümüz bizi daha ileri götürür. Küfür devam eder ama zulüm devam etmez hakikati de bize şevk verir. Zaman zaman kendimize ettiğimiz zulmü fark eder de “bu benden bana olan zulüm elbette bir gün bitecektir, devam etmeyecektir” diye ümid ederiz….
Ümidimizin, şevkimizin, adalet arayışımızın, yenilenme ihtiyacımızın bizi daha güzel günlere taşıması temennisi ile…. hep beraber ve birlikte…
[i] Genelde kendimize “asla günah işlememeliyim, mutlaka sevaba mazhar olmak için çok çalışmalıyım” deriz. Fakat buradaki “asla” bile bizi sıkıntıya atar çünkü insan günahsız olmaz ki… ve biz asla günah işlememeliyim demiş isek günahımızı kabullenememek sebebi ile kendimize günah işlemiş olmanın akabinde ikinci ve belki daimi ve daha büyük bir zulüm etmiş olabiliriz. Rabbimizin Afüv, Gafur, Gaffar, Hannan, Mennan gibi isimlerine sığınacağımıza kendimizi kendi içimizde ebedî hapse mahkum etmiş bulabiliriz..Rabbimize sığınmak yerine kendi gaddar ve müsamahasız süperegomuzun elinde tutsak kalmış olabiliriz…
[ii] Risale-i Nur lebâleb hakâik ile dolu olduğundan daim okuyanları kendine meftun etmektedir. Zihinleri inkişaf ettirip istidatları nemalandırmakta ve şevkleri coşturup tecdide hız vermektedir.