Yetki makamında olmak, bir imtiyaz, bir ayrıcalık değildir liderlikte. Hele böylesi bir makamda kuralların dışında bir başkasının düşüncesine saygı duymamak ise, özgürlük ihlalinin en belirginidir.
Ben istediğim gibi yaparım, yani yetki benim demek, başkalarının özgürlük sınırlarının zorlanması anlamındadır. Günün birinde bu yetkinin bir başkasının eline geçmesi halinde, aynı uygulama ile karşılaşılması da beklenen bir sonuçtur. Çünkü bir haksızlık diğer haksızlığın davetiyesidir.
Peygamberimiz (asm), henüz çok genç olan Üsame bin Zeyd komutasında bir orduyu sefer için hazırlamıştı. Ancak Peygamberimizin mübarek ömrü onu bizzat göndermeye yetmemişti. Resulullahın naşının defin telaşından sonra halifeliğe ittifakla seçilen Hz. Ebubekirin, aynı orduyu sefere çıkarması aşamasında, sahabeler arasında bazı itirazlar yükseldi. Hatta bu itirazları halife Hz. Ebubekire iletmek için de Hz. Ömeri sözcü olarak göndermişlerdi. Hz. Ebubekirin Hz. Ömere cevabı ilginçti ve bir sadakat, bir kararlılık sergiliyordu: Aslanların gelip beni parçalayacağını bilsem yine Üsameyi bekletmem.
Asr-ı Saadette, çiçeği burnunda genç İslam devletinin başlangıcında, Resulullahın olmadığı bir dönemde yaşanan bir olayın özetidir bu. Üsame ordusu Halifenin ısrarıyla amacına ulaşmıştı. Bu olayı liderlik noktasında biraz irdelediğimizde özgür düşünceye dayalı İslamî yönetimin insanları yönetmedeki duyarlılığının çok ince ipuçlarına ulaşabiliriz.
Hz. Ebubekir, Üsame ordusunu hazırlamakla kendi görüşünü, kendi gücünü ve halifelik yetkisini kullanmak değil, sistemin yürüyüşünü kolaylaştırmak için ısrarla bir uygulamanın altını çizmişti. Bu uygulamada sistemin varlığı, Resulullahın direktifi söz konusuydu. Asla kişisel çıkarını gözetmek değildi. Birçok sahabenin itirazlarına rağmen yetkisini kullanmak değildi amacı elbette.
Dünyaya hâkim olacak bu dava, kurallar üzerinde yükselmeliydi. Nitekim Hz. Ebubekirin döneminde hiçbir şey kuralsız gitmedi. Tam bir adalet ve kararlılık uygulanmıştı.
Hz. Ebubekir, henüz hareket etmeden Üsame ordusunu uğurlamak için Medinenin dışına kadar gitmişti. Üsame ve diğer komutanlar atlarının üzerindeydi. Hz. Ebubekir Üsamenin yanı başında yaya yürüyordu. Hz. Üsame inerek atını Halifeye takdim etmek istemişti. Yanı başında yaya yürüyen bütün Müslümanların halifesi Hz. Ebubekirdi çünkü. Burada da lider olmanın en büyük örneğini veriyordu koca Halife. Asla dedi Hz. Ebubekir; atı üstünde ilerleyen Üsamenin ardından yürümeyi tercih ederek, tarihte az görülmüş bir tevazu ve özgürlük örneğini sergilemiş oluyordu: Bir saat olsun ayaklarım, Allah yolunda tozlansa ne olur! diyordu. Halife olmakla, insanlığa hizmet etmek olan asıl görevini ihmal edemezdi.
Günümüz liderlerine parmak ısırtacak bir örnek davranıştı bu. Bunu gören diğer sahabelerin gözleri açıldı ve içlerinde besledikleri birçok pürüzler silinip gitti. Çalışan sistemdi çünkü. Uygulanan kurallardı. Hz. Ebubekir bir halife, yani bir lider olarak halkının sorumluluğunu omuzlarına almıştı; ama bir o kadar onların hizmetinde bir nefer gibi olduğunu da daha ilk günden itibaren komutanının yanı başında yaya yürüyerek herkese gösteriyordu.
Lider emrindeki halkına üstten asla bakamazdı. Komutanının ve askerlerinin moralini yüksek tutmak için ayakları tozlanmalıydı elbette. Halife de ve bütün halk da davanın emrindeydi. Halifenin onların üzerinde fazla imtiyazı yoktu, tam aksine ağır bir yükün altındaydı.
Hz. Üsamenin ordusunda kendisinden daha deneyimli sahabeler de olsa, işleyen kurallar olmalıydı. Resulullahın emri, mübarek elleriyle hazırladığı ordunun amacı gerçekleşmeliydi. Halife Hz. Ebubekirin ilk işi bu emrin ve kuralın çalışmasını sağlamaktı. Bu davanın bir ilkesiydi; asla yorum da kaldırmazdı.
Bahaneler araştırıldığında elbette akla uygun şeyler de bulunabilirdi. Peygamberimizin âhirete göçünde, ortalık hem içte ve hem dışta oldukça karışıktı. Davanın ilkesi göz ardı edildiğinde sahabelerden değişik fikirlerin çıkması normaldi. Ama kişisel görüş ve üstünlükler kuralların yanında bir hiçti. İşte ihlas, bağlılık, özgürlük denilen şey buydu.
Hz. Ebubekir hilafetinin başında istedi ki, danışmak üzere Hz. Ömer yanında olsun. O da Üsamenin ordusunda bir askerdi. Hz.Üsameden izin istedi Hz. Ebubekir. Bir halife, yani koca bir Sultanın emrindeki komutandan izin istemesi görülen ve alışık bir şey değildi. Bir ezber, ezberler bozuluyordu. İzin istemesi aslında Hz. Üsameye herkesin önünde değer vermeyi amaçlıyordu. Emrindeki askerlerden ve ordudan sorumlu olan Hz. Üsameydi çünkü. Komutan Üsame Hz. Ömerin kalmasına izin verdi.
Hz. Ebubekir, halife de olsa kendi kişisel yetkisini kuralların üstünde koymasını hiç istemiyordu. Bu konudaki bütün duyarlılığını ortaya koyuyordu. Disiplin her şeyin üstündeydi. Yetkisi dahilinde olan bu emrini pekâlâ Üsameye iletebilirdi ve bundan Hz. Üsame zerre kadar kırılmazdı da.
Ama dediğimiz gibi, Hz. Ebubekir yalnızca kuralları çalıştırdı ve yetki sınırlarını elinden geldiğince kolladı. Komutana yetkilerini de tamamen kullanmasını sağladı.
Lider, kendi yetkisini kullandığı kadar başkasının yetkilerini de kullandırandır. Kendi özgürlüğünü koruduğu kadar başkalarının özgürlüğünü de koruyandır. Gerçek özgürlük yetkilerin de sorumlulukların da paylaşılmasıdır.
Benim! demek, başkalarının benliğinden çekinmek demektir; bu ise bir korkunun örtülü halidir. Korkunun olduğu yerde asla özgürlük ve özgürlüğün olmadığı yerde asla içtenlik olamaz.
Hz. Ebubekirin orduya tavsiyeleri ise ilginçtir: Hainlik etmeyiniz, sınırı tecavüz etmeyiniz, kimsenin organını kesmeyiniz, çocukları, ihtiyarları ve kadınları öldürmeyiniz! Hurma ağaçlarını kesip yakmayınız, meyveli bir ağaca dokunmayınız, koyun, inek ve deve gibi hayvanları gıda dışında bir amaç için kesmeyiniz! Yolda manastırlara çekilmiş adamlara rastlarsanız, onları kendi hallerinde bırakınız!
Bunları çiçeği burnunda bir Halife söylüyordu; daha ilk adımda söylenen şeylerdi bunlar.
Hz. Peygamberin bıraktığı yerden aynen devam ediyordu Hz. Ebubekir. Hiçbir ayrıntıyı bile kaçırmak istemiyordu. İlk halife Hz. Ebubekirin büyüklüğü de bundan kaynaklanıyordu.