Her şeyin bir sonu vardır. Kitapların sonu Kurân-ı Kerim, peygamberlerin sonuncusu ise Hz. Muhammeddir. (sav) Hayatın sonu olduğu gibi, dünyanın da bir sonu vardır ki buna Kıyamet denir. Yüce Allah kıyamet gününü çok büyük bir hadise olarak yüzlerce ayette kıyameti haber vermektedir. Hatta bir kısım surelere Kıyame Amme Vâkıa Kâria Zilzal gibi isimler vererek bu surelerde tamamen kıyametten bahsetmektedir.
Kıyametin alametleri de çok önemli olduğu için peygamberimiz (sav) pek çok kıyamet alametinden haber vermiş ve ümmetini uyarmıştır. Neden? Çünkü kıyamete yakın dünyanın cazibesi daha da artacak ve inanan insanlar bu cazibeye kapılarak ahiretten, ölümden ve kıyametten gafil olacaklardır. Gaflet içinde kıyametin ansızın kopması, insanın aniden ölmesi ahiret hayatı bakımından çok büyük kayıp ve zararları netice verebilir. Dinin amacı inananların ebedi hayatlarını kurtarmak, kabir azabı, kıyamet ve haşrin dehşeti ve cehennem azabından kurtarmak olduğu için, kıyamet alametlerini ve kıyametin dehşetini haber vermesi muktezay-ı hikmet ve rahmettir.
Kıyametin en büyük alameti ise Deccalın çıkarak dini tahrip etmesi ve inananları imandan mahrum etmesidir. İman saadet-i ebediyenin vesilesi, küfür ise cehennemin yaratılış sebebidir. Bunun için en büyük fitne deccaldır. Deccalın dine ve imana hücum ederek müminleri inkâra sürüklemesine karşı Kurân-ı Kerimin ve peygamberimizin (sav) davasını müdafaa ederek hakkaniyetini ispat etme ihtiyacı doğacaktır. Bunu hakkıyla yaparak müminlerin imanını muhafaza eden ve Kurâna ve imana olan hücumları defeden müceddide peygamberimiz (sav) işaret ederek Mehdi adını vermiştir. Kıyametten önceki son ve en büyük fitne Deccal Fitnesi olacağından elbette ona mukabil dini ve imanı müdafaa eden son müceddit de Mehdi olacaktır.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Mehdinin iman hakikatlerini izah ederek dinin hakkaniyetini ispat edeceği ve İman Davasını esas alacağı için Risale-i Nura verilen mehdilik unvanını kabul etmemiş ve dikkatleri iman hakikatlerine yönlendirmiştir. Çünkü Mehdinin davası İman ve Kuran Davasıdır. İman ve Kurân anlaşılmadıkça Mehdi de bilinemez. Zira Mehdiyet şehitlik gibi İman ve Kurâna yapılan hizmet sonucu Allahın bu hizmetin makbuliyetinden dolayı verdiği uhrevî makam ve unvandır. Ortada böyle makbul bir hizmet yoksa sadece şeref unvanı ile bu makam kazanılamaz.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Peygamberimizin (sav) yolundan gittiği için Peygamberimizin (sav) Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sarılırsanız kurtulursunuz. Birincisi Kurân-ı Kerim, ikincisi ise Sünnetimdir (Müslim, Fezail, 37; Muvatta, Kader, 3; Tirmizi, Menâkıb, 77) hadisine uygun olarak şahsını değil kurtarıcı olarak Kurân tefsiri olan Risale-i Nurlar göstermiştir. Peygamberimiz (sav) şahsa değil, kitap ve sünnete uymaya davet etmiştir. Aynı şekilde Bediüzzaman da kendi şahsını değil, kurtarıcı olarak kitabı göstermiştir.
Bediüzzaman Risale-i Nurun yüz bin nüshalarının bâkî dilleri susmaz, konuşur. Ve hâlis talebeleri, binler kuvvetli lisanlar ile o kutsî ve küllî vazife-i Nuriyeyi şimdiye kadar olduğu gibi inşallah kıyamete kadar devam ettirecekler (Şualar, 377) buyurarak kıyamete kadar Risale-i Nurların dine ve imana hizmet etmeye devam edeceğini ifade eder.
Risale-i Nur eserlerinin Kurânın son dersi olduğunu da çeşitli risalelerde defalarca nazara vermektedir. (Tarihçe-i Hayat, 155-156) Bediüzzaman Risale-i Nur, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek olan bir mucize-i Kurâniyedir diyerek risalelerin yazılmasına, basılmasına ve neşrine önem vermiştir. Çünkü bu zamanın İmansızlık hastalığının çaresi Risalelerin okunmasıdır. Risaleler bu asrın ve gelecek asırların bütün insanlarının imanî, islâmî, fikrî, rûhî, kalbî ve aklî ihtiyaçlarına tam cevap verecek ve kâfi gelecek Kuran hakikatlerini ihtiva etmektedir. (Tarihçe, 160)
İman ve Kuran hizmetinin bundan sonra tekemmül ederek devam edeceği yine Tarihçe-i Hayatta ifade edilmektedir. Bu da Nur Talebelerine risalelerde anlatılan iman hakikatlerini ilim ve fenlerin tekemmül etmesine göre tekemmül ettirerek devam ettirme görevi de vermektedir. (Tarihçe-i Hayat, 168)
Bediüzzaman Risale-i Nurların bu asrı ve gelen istikbali tenvir edebilir bir mucize-i Kurâniye olduğunu çok tecrübeler ve vakıalar ile körlere de göstermiş (Kastamonu Lâhikası, 6) buyurarak körlerin de bunu gördüğünü belirtmektedir.
Bediüzzaman Risale-i Nurların feyz-i kurândan mülhem hakâik-i imâniye ve zaman ve zemine göre değişmeyen (Hizmet Rehberi, 8) bâki hakikatleri dile getirip ispat ettiğini izah ettikten sonra Bâkî hakikatler fanî şahsiyetler üzerine binâ edilmez. Edilse hakikate zulümdür. Her cihette kemalde ve devamda olan bir vazife, çürümeye ve çürütülmeye maruz ve müptela şahsiyetlerle bağlanmaz; bağlansa vazifeye ehemmiyetli zarardır (Emirdağ Lâhikası, 1:70) buyurarak bundan sonra tecdit ve dine hizmet görevinin Risale-i Nurlara ve Nur talebelerinin şahs-ı manevisine ait olduğunu açıkça belirtir.
Sonuç olarak İslam şeriatini tahrip eden ahir zamanda gelen deccal ve süfyanın tahribatını tamir edecek olan son müceddit olan Mehdiye ait bütün vazifeleri Risale-i Nur eserleri ve onun şahs-ı manevisi olan Nur cemaati yapacaktır. Asrımızın müceddidi ve Mehdisi Risale-i Nur eserleri ve teşkil ettiği nurani cemaatidir.